Bugün Bir Lezbiyene Asla Söylememeniz Gereken 10 Şey başlıklı bir yazı gördüm. Türkiye'de şu ana kadar benden başka kadınlar için lezbiyen yerine gay kelimesini kullanmayı tercih eden birini ya da konuya bu kadar mantıklı yaklaşabilen erkek görmemiş olduğumdan yazının başka bir yerden alınıp Türkçe'ye çevrilmiş olabileceğini düşündüm. Google'da 1 dakikadan kısa süren bir arama sonucu yazının aslını buldum. Tahmin ettiğim gibi kaynak belirtilmeden aynen başka yerden çevrilip copy-paste yapılmış. İnsanlar niye böyle şeyler yapıyorlar bilmiyorum. Ben yazmayı seviyorum çünkü güzel bir şey yazdığımda onu benim yarattığımı bilmek beni mutlu/tatmin ediyor. Başkasının yazdığı bir şeyin altına kendi adını yazdığı için insan kendisiyle neden gurur duyar merak ediyorum; benim için bu mutluluk vermenin tam tersine kendim onu yazacak yeterlilikte olmadığımı gözüme sokar ve kötü hissettirirdi.
"Bu konuya mantıklı yaklaşabilen erkek görmemek"ten kastım ise kendini en eşcinsellere anlayışlı sayan insanların bile aslında eşcinselliği heteroseksüellikle aynı seviyeye koymaması. Türkiye'deyken iyi arkadaşım olarak gördüğüm iki insanın davranışları beni buna iyice inandırdı. Önce hiç beklemediğim bir insandan "Ama senin bu durumun geçici, doğru erkekle tanışmamışsındır ondandır" şeklinde bir tepki aldım, yüzümdeki WTF?! ifadesinden başka verecek cevap bulamadım. Bundan 1-2 gün sonra da birkaç arkadaşımla otururken ve herkes ilk aşkını anlatırken ben de anlattığımda "Ama seninki aynı şey değil" tepkisi aldım. Hoşlandığım bir erkekten, eski erkek arkadaşımdan vs. bahsedecek olsam ilgiyle dinleyecek olan kalabalık bir kadından bahsettiğimde susup sanki ben hiç konuşmamışım gibi başka bir konuya atlıyordu. Nedense sevgilimin bacaklarının arasında bir penis olmaması benim onunla olan ilişkimi, kendimi tanımlama şeklimi, ona duyduğum aşkı ve ayrıldığımızda yıllarca üstümden atamamış olduğum depresyonu geçersiz yapıyor galiba.
There's this illusion that homosexuals have sex and heterosexuals fall in love. That's completely untrue. Everybody wants to be loved. ~Boy George
Sunday, 9 May 2010
Saturday, 8 May 2010
slipping through my fingers, and into another's

Normalde dün gece olması gereken La Roux konseri bu akşama ertelenmişti. Sınavlarım ve genel olarak Londra'ya olan 2 saatlik tren yolculuğuna üşenmem nedeniyle biletimi satsam mı diye düşünüyordum. Sonuç olarak biraz daha fazla para verip hızlı trenle (1 saat) gitmeye karar verdim. Hem bundan sonra 1 hafta hiç boş zamanım olmayacak hem de La Roux'nun Elly'nin evine 10 dakika uzaklıkta Brixton Academy'de vereceği konserin daha bir özel olacağına dair bir inanışım var.
Setlist önceki konserlerde böyleymiş:
Tigerlily
Quicksand
I'm Not Your Toy
Growing Pains
Saviour
As If By Magic
Cover My Eyes
Colourless Colour
Under My Thumb (Rolling Stones cover)
In For The Kill
Bulletproof
Fascination
Friday, 7 May 2010
as far as i'm concerned, being any gender is a drag
Barcelonalı 2 erkek futbolcunun sevgili olması haberine büyük ihtimalle denk gelmişsinizdir. Her gün internetten bir sürü İngiliz gazetesinin haberlerine göz atıyorum, burada hiç bir şekilde bahsedilmeyen bu olay Türk basınında "şok haber" şeklinde geniş yer bulmuş (Türk milletindeki cinselliğe olan aşırı merakın sebebi nedir bilmiyorum, insanlar cinselliklerini istedikleri gibi yaşayamadığı ve bastırmak zorunda kaldığı için olsa gerek).
Haberin Ekşi Sözlük'teki başlığına daha gününde 3 sayfa şey yazılması da bunun bir yansıması herhalde. Yazılanları okudum, 60'a yakın entry arasında "Adamların özel hayatı, bizi ilgilendirmez" konseptli aklı başında maksimum 3 tane entry vardı. Geri kalanı ya "vay ibneler" şeklinde, ya "Fotoğrafta kesin sevgili olduklarını belirten bir şey yok" kıvamında ya da salak eşcinsel şakalarından oluşmaktaydı. İlk ve son zihniyetteki insanlar hakkındaki düşüncelerimi zaten artık biliyor olmalısınız, o yüzden bir daha bahsetmiyorum. Ama "Bence sevgili değiller, basın uydurmuş"çular beni gerçekten Türk toplumunun sosyolojik yapısı üzerine düşüncelere yöneltti.
Basının gerçekten bazen birbirinden alakasız şeyler uydurduğunun farkındayım. Ama fotoğrafı Google'dan bulduğunuzda göreceksiniz ki gayet tartışma sonrası barışan bir çift objektife yakalanmış. "Arkadaştırlar, basın abartmış" gibi bir şey yok yani bariz. Özellikle dikkatimi çeken 2 entry vardı, "Adamlar arkadaşça yakın duruyor olabilirler, biz Türk milleti olarak bu tür şeylere yatkınız, erkeklerimiz sarılıyor falan, bu bakış açısına göre baksak bizden bir tane erkek çıkmaz" şeklinde. Birincisi bu inkarın nedeni nedir? Eşcinselleri görmezden gelmek onların olmadığı anlamına gelmiyor ama insanlar buna inandırmaya çalışıyorlar nedense kendilerini. Erkeklerdeki gay erkeklere olan nefretin kaynağını gerçekten merak ediyorum; dışa vurulamamış bir eşcinsellik nedeniyle açık bir şekilde gay olanlara homofobik yaklaşmak olduğunu düşünüyordum önce. Ama sonra "Adamın am mı göt mü siktiği ne fark eder" şeklinde bir entry görünce fark ettim ki bu "sikilen" tarafın aşağı görülmesinden kaynaklanıyor. Kadın da o yüzden aşağılanıyor, "sikmek" yerine "sikilme"yi tercih eden erkek de, gay erkeğin "sikme" ayrıcalığından vazgeçme olasılığı "erkekliğe", erkek egemenliğe, ve dolayısıyla tanımadığı hetero herifin tekinin "erkekliğine" bir darbe gibi algılanıyor çünkü bu zihniyet tarafından. "Böyle bakarsak bizden bir tane erkek çıkmaz"ın da kaynağı bu yani. Çok komik. "Erkek" anlayışı ne insanların acaba?
Haberin Ekşi Sözlük'teki başlığına daha gününde 3 sayfa şey yazılması da bunun bir yansıması herhalde. Yazılanları okudum, 60'a yakın entry arasında "Adamların özel hayatı, bizi ilgilendirmez" konseptli aklı başında maksimum 3 tane entry vardı. Geri kalanı ya "vay ibneler" şeklinde, ya "Fotoğrafta kesin sevgili olduklarını belirten bir şey yok" kıvamında ya da salak eşcinsel şakalarından oluşmaktaydı. İlk ve son zihniyetteki insanlar hakkındaki düşüncelerimi zaten artık biliyor olmalısınız, o yüzden bir daha bahsetmiyorum. Ama "Bence sevgili değiller, basın uydurmuş"çular beni gerçekten Türk toplumunun sosyolojik yapısı üzerine düşüncelere yöneltti.
Basının gerçekten bazen birbirinden alakasız şeyler uydurduğunun farkındayım. Ama fotoğrafı Google'dan bulduğunuzda göreceksiniz ki gayet tartışma sonrası barışan bir çift objektife yakalanmış. "Arkadaştırlar, basın abartmış" gibi bir şey yok yani bariz. Özellikle dikkatimi çeken 2 entry vardı, "Adamlar arkadaşça yakın duruyor olabilirler, biz Türk milleti olarak bu tür şeylere yatkınız, erkeklerimiz sarılıyor falan, bu bakış açısına göre baksak bizden bir tane erkek çıkmaz" şeklinde. Birincisi bu inkarın nedeni nedir? Eşcinselleri görmezden gelmek onların olmadığı anlamına gelmiyor ama insanlar buna inandırmaya çalışıyorlar nedense kendilerini. Erkeklerdeki gay erkeklere olan nefretin kaynağını gerçekten merak ediyorum; dışa vurulamamış bir eşcinsellik nedeniyle açık bir şekilde gay olanlara homofobik yaklaşmak olduğunu düşünüyordum önce. Ama sonra "Adamın am mı göt mü siktiği ne fark eder" şeklinde bir entry görünce fark ettim ki bu "sikilen" tarafın aşağı görülmesinden kaynaklanıyor. Kadın da o yüzden aşağılanıyor, "sikmek" yerine "sikilme"yi tercih eden erkek de, gay erkeğin "sikme" ayrıcalığından vazgeçme olasılığı "erkekliğe", erkek egemenliğe, ve dolayısıyla tanımadığı hetero herifin tekinin "erkekliğine" bir darbe gibi algılanıyor çünkü bu zihniyet tarafından. "Böyle bakarsak bizden bir tane erkek çıkmaz"ın da kaynağı bu yani. Çok komik. "Erkek" anlayışı ne insanların acaba?
Thursday, 6 May 2010
love bbm

Bugün İngiltere'de ulusal seçimler yapılıyor. Benim için sıradan bir gün, ama hava mükemmel. Son 3 gündür hava sürekli güneşli hatta, umarım böyle devam eder.
Blackberry Messenger reklamına bayılıyorum fazlasıyla. Sloganı hoşuma gidiyor. BBM kadar süper az şey var hayatta, herkesin Blackberry'si olsun ve canım sıkıldıkça BBM'de saçma sapan şeylerden bahsedelim istiyorum. BBM kullanan var mı?
Sınavlarım bittikten sonra bir yere gidesim var. Neresi olduğu umrumda değil, sadece 2 günlüğüne bir yere gitmek istiyorum. Helsinki ve Manchester'a baktım; Helsinki'ye uçak biletleri garip şekilde pahalı (yaz günü kim tatile Finlandiya'ya gider bilmiyorum), Manchester'a ise 8 saatlik bir otobüs yolculuğu yapmaya üşendim. Ama 38 poundluk (Manchester'dan daha ucuz) otobüs biletlerine denk gelince belki Amsterdam'a giderim diye düşünmeye başladım. Yine de tek başıma gitmek ve 12 saatlik otobüs yolculuğu gözümde büyüyor. Gitsem mi emin değilim.
Salı günü finallerim başlıyor.
Tuesday, 4 May 2010
t-e-n-d-e-r-o-n-i
Bloc Party vokali Kele Okereke'nin solo albümünün ilk single'ı Tenderoni bugünlerdeki takıntı şarkım oldu, sonunda Yeasayer bağımlılığımın yerini alma potansiyeli var sanırım.
Gece 2.30'ta yatıp sabah telefonumun saatine bakınca 10.30 görerek uyandım. Laptopumu açtıktan sonra fark ettim ki saat aslında 8.30'muş ve ben telefon saatimi İngiltere'ye ayarlamayı unutmuşum. Ama kötü değil, çünkü geç uyanmak artık günü harcamak gibi geliyor, 10.30 bile geç. Eskiden okul olmayan günlerde 2'ye kadar uyuduğum düşünülürse güzel bir gelişme bu.
Haftaya finallerim başlıyor olduğundan, yani bu Cumartesi geceki La Roux ve haftaya Cumartesi olan Florence + the Machine konseri dışında Mayıs sonuna kadar dışarı çıkamayacağımı bildiğimden dışarı çıkabilmek için son fırsatımın bu akşam olduğuna karar vermiştim. Normalde pek çıkasım yok, ama hem dediğim gibi uzun süre çıkamayacağım, hem de hava bugün güneşli (gerçi İngiltere'de gayet güneşli olup yarım saat sonra buz gibi ve yağmurlu olabiliyor hava), yani what the hell diyerek çıkmaya karar verdim. Sarah'yla Wotever'a gideceğim Londra'da. Evde oturup kendimi gerçek olamayacak kadar kusursuz aşk hikayelerine veresim geliyor ama o hikayelerde insanlar hayatlarının aşkıyla/arkadaşıyla tanışmak için dışarı çıkıyorlar değil mi? Evde oturmuyorlar boş boş. Dışarı çıkmak gerek o yüzden.
Been running with the rude boys
For much too much too long
You think you are one of them
Every time that we kiss
It seems you are holding back
Don't be so quick to pull away
Away,away,away,away
I know you're thinking murder
Driving in your father's car
I will not let you disappear
Not your fault
Not your problem
Not one to apologize
If you want tough, I'll give you tough!
Gece 2.30'ta yatıp sabah telefonumun saatine bakınca 10.30 görerek uyandım. Laptopumu açtıktan sonra fark ettim ki saat aslında 8.30'muş ve ben telefon saatimi İngiltere'ye ayarlamayı unutmuşum. Ama kötü değil, çünkü geç uyanmak artık günü harcamak gibi geliyor, 10.30 bile geç. Eskiden okul olmayan günlerde 2'ye kadar uyuduğum düşünülürse güzel bir gelişme bu.
Haftaya finallerim başlıyor olduğundan, yani bu Cumartesi geceki La Roux ve haftaya Cumartesi olan Florence + the Machine konseri dışında Mayıs sonuna kadar dışarı çıkamayacağımı bildiğimden dışarı çıkabilmek için son fırsatımın bu akşam olduğuna karar vermiştim. Normalde pek çıkasım yok, ama hem dediğim gibi uzun süre çıkamayacağım, hem de hava bugün güneşli (gerçi İngiltere'de gayet güneşli olup yarım saat sonra buz gibi ve yağmurlu olabiliyor hava), yani what the hell diyerek çıkmaya karar verdim. Sarah'yla Wotever'a gideceğim Londra'da. Evde oturup kendimi gerçek olamayacak kadar kusursuz aşk hikayelerine veresim geliyor ama o hikayelerde insanlar hayatlarının aşkıyla/arkadaşıyla tanışmak için dışarı çıkıyorlar değil mi? Evde oturmuyorlar boş boş. Dışarı çıkmak gerek o yüzden.
Been running with the rude boys
For much too much too long
You think you are one of them
Every time that we kiss
It seems you are holding back
Don't be so quick to pull away
Away,away,away,away
I know you're thinking murder
Driving in your father's car
I will not let you disappear
Not your fault
Not your problem
Not one to apologize
If you want tough, I'll give you tough!
you can't see me because i'm a stalker
Gecenin (sabah?) 4 buçuğunda olan ve ilginç bir şekilde yarım saat erken kalkan uçağımla Londra'ya vardığımda saat sabah 6.30 falandı. Dün bütün günü ve geceyi uyuyarak geçirdim. Jet lag'imsi bir etkiyle gecemi gündüzüme karıştıran yolculuğumun etkilerinden ancak kurtulmaya başlıyorum, ama hala buraya alışamadım. Evimi özlüyorum, ama evdeyken de Londra'da aklıma estiğinde kimse beni tanımadan, hakkımda hiç bir şey bilmeden dışarı çıkabilmeyi özlemiştim. Neden bilmiyorum ama dışarı çıkarken birileriyle buluşma huyum yok denebilecek kadar azaldı bir süredir. Türkiye'deyken 1-nasıl olsa dışarı çıkmış olan herkesle gittiğim mekanda karşılacağımı bildiğim için, 2-tek bir insana söz verip onunla çıktıktan sonra tanıdıklarımı görüp yanına gitmek gibi kaba bir davranışta bulunmak istemediğim ve benimle tanıdık tanıdık gezecek kadar tüm arkadaşları ortak birini tanımadığım için, 3-plan yapmamanın dayanılmaz hafifliği yüzünden tek başıma dışarı çıkmak cazip geliyor. İngiltere'deyken de 1-insanları izlemekten hoşlandığımdan, 2-burada tek çıkmak garip karşılanmadığından, 3-yalnız olunca yeni insanlarla tanışabildiğimden yalnız çıkmayı seviyorum. Böylece hem ilgimin sürekli aynı insanda kalamaması problem olmuyor, hem insanları gözlemleyebiliyorum, hem aklıma esince (ki hep alakasız zamanlarda esiyor) çıkıp gidebiliyorum, hem de yalnız birini gören insanlar genelde gelip konuşmaya başlıyorlar. Yalnız dışarı çıktığımda genelde incelemek ve düşünmekle geçiyor zamanım, o yüzden yanımda düşüncelerimi yazdığım minik bir not defteri taşımaya başladım. O sırada aklıma gelen şeyleri belki sonra buraya yazmak isterim diye. En son dışarı çıkışım olan Cuma gecesi Alsancak'ta Ahmet'i beklerken aklıma gelenler:
-Bu kot üstüne kot trendinden hiç hazzetmiyorum. Yapılacaksa kot + ince kot kumaşından gömlekle yapılsın lütfen. Bostanlı Pazarı'ndan alınmış gibi duran kalın, sert kot ceketi kot üzerine giymek çok garip duruyor kesinlikle.
-İnsanların Mean Girls'deki "I love your bracelet, where did you get it" modundaki aslında gayet sevmiyor olduğu birine canım cicim yapıp iltifat etme hastalığını anlamıyorum, çok gereksiz. Bu kadar abartılı derecede sevgi gösterilerinin amacı sarcastic olmak sanırım ama bu "bariz"lik sarcasm değil zavallılık şeklinde tanımlamama yol açıyor o tür davranışları.
-Kendine aşırı benzeyen birini görmek ne kadar garip değil mi? Cuma gecesi saçlarının daha kısa ve burnunun daha büyük olması dışında bana aşırı benzeyen bir kızla karşılaştım. Kendime bakar gibi oldum, bir garipti. Adı neydi merak ettim.
I could wait here all night for you
Though it's getting mighty cold outside
When all I can think is
"Are you with that other one?"
Two years have gone by
gone by myself
All my wasted time
all my rehearsed lines
This can't go on forever
Silly one, can't outrun your shadow
Even in the darkest of nights
When your shades are all drawn
that's when I know you're home
and I like to watch you sleep
But outside I won't be for long
-Bu kot üstüne kot trendinden hiç hazzetmiyorum. Yapılacaksa kot + ince kot kumaşından gömlekle yapılsın lütfen. Bostanlı Pazarı'ndan alınmış gibi duran kalın, sert kot ceketi kot üzerine giymek çok garip duruyor kesinlikle.
-İnsanların Mean Girls'deki "I love your bracelet, where did you get it" modundaki aslında gayet sevmiyor olduğu birine canım cicim yapıp iltifat etme hastalığını anlamıyorum, çok gereksiz. Bu kadar abartılı derecede sevgi gösterilerinin amacı sarcastic olmak sanırım ama bu "bariz"lik sarcasm değil zavallılık şeklinde tanımlamama yol açıyor o tür davranışları.
-Kendine aşırı benzeyen birini görmek ne kadar garip değil mi? Cuma gecesi saçlarının daha kısa ve burnunun daha büyük olması dışında bana aşırı benzeyen bir kızla karşılaştım. Kendime bakar gibi oldum, bir garipti. Adı neydi merak ettim.
I could wait here all night for you
Though it's getting mighty cold outside
When all I can think is
"Are you with that other one?"
Two years have gone by
gone by myself
All my wasted time
all my rehearsed lines
This can't go on forever
Silly one, can't outrun your shadow
Even in the darkest of nights
When your shades are all drawn
that's when I know you're home
and I like to watch you sleep
But outside I won't be for long
Monday, 26 April 2010
you're not gonna reach my telephone pt.2
Bugünlerde insanların tanımadıkları insanlarla telefonda konuşma ve onlara webcam açma konusunda ne kadar rahat oldukları dikkatimi çekiyor. Sadece bu hafta boyunca MSN'deki ilk konuşmamızda daha 5 dk olmadan "Hadi cam açalım" diyen 3-4 tane insana denk geldim. Açmayacağımı söylediğimde de genelde trip atıyorlar "Hadi bye o zaman" şeklinde, sanki hayatımdaki yoklukları benim için çok büyük bir eksiklik olacakmış gibi. Netbook'umun cam'inin çok dandik olmasını bir kenara bırakırsak, ben uzun zamandır tanıdığım ve güvendiğim insanlar dışında çok istisnai bir durum olmadan cam açmam. Yeni tanıştığım kim olduğu belirsiz bir insana zaten hiç açmam. Onu geçtim açsam ne olacak? Kalkıp soyunacak halim olmadığına göre yüzümü avatar'daki fotoğraf ya da webcam'de görmenin farkı nedir? Sahte fotoğraf koyan insan sahte video da koyabilir gayet.
Bir de telefon numaramı verdiğime bin pişman olduğum ve 2-3 günde bir arayan bir insan var. O ısrarla arıyor, ben ısrarla açmıyorum. Bugün en son "Artık bugün de açmazsan erkek olduğunu düşüneceğim" şeklinde bana mesaj atmış. Düşünürsen düşün, bana ne ki? Gayet bariz bir şekilde erkek olmadığıma göre, sen de umrumda olmayan bir insan olduğuna göre, ne düşündüğün beni ilgilendirmiyor. Belki meşgulüm, belki işim var, en azından telefonu açmıyor olmamın bir nedeni var, hala arayıp durmak saygısızlık değil mi? People should learn how to take a hint.
Bu arada telefon açmama nedenim de telefondan nefret etmemden kaynaklanıyor. Mesajlaşmaktan da, konuşmaktan da. Eğer söylenmesi gereken bir şey yoksa laf olsun diye telefonda konuşmak çok gereksiz geliyor, yapmaktan hoşlanmıyorum. Hatta GSM operatörlerine sesleniyorum, fiyatları yükseltin biraz lütfen, bu arama/mesajlaşma işinin boku çıkarıldı. Hayatta en çok konuştuğum annem ben İngiltere'deyken aradığında bile "Hadiii hadi kapat artık" diye konuşan bir insanım ben, tanımadığım insanla ne konuşayım telefonda? Doğru düzgün tanımadığı insana telefonunu sormamak gibi bir saygı/common sense sahibi olmadığı için insanlar, ben de hayır demeyi bilmediğim için oluyor hep bunlar.
Bir de aklıma gelmişken, telefon delisi insanlar var. Otobüs, tren, havaalanı gibi toplum içinde saatlerce bağıra bağıra telefonla konuşanlar. Sanırsınız ki dünyayı kurtardıkları bir işleri var da çok önemli şeyler konuşuyorlar. Yok "aşkım napıyosun ben de Havaş'tayım Bodrum'da şunu şunu yaptım bu hafta", yok "yaa Ozan bana böyle dedi çok sinir oldum". Benim telefonum toplum içinde her zaman titreşimdedir, trende biri ararsa o sessizliği bozmamak için ya açmam ya da açıp "Dışarıdayım sonra konuşalım" derim. Bekleyemeyecek şeyler değil bunlar, kimse de kimsenin özel hayatını dinlemek zorunda değil, böyle herşeyi bas bas herkese duyurmaktan da insanlar nasıl rahatsız olmuyorlar anlamıyorum. Görgü denen şey yok kesinlikle.
Bir de telefon numaramı verdiğime bin pişman olduğum ve 2-3 günde bir arayan bir insan var. O ısrarla arıyor, ben ısrarla açmıyorum. Bugün en son "Artık bugün de açmazsan erkek olduğunu düşüneceğim" şeklinde bana mesaj atmış. Düşünürsen düşün, bana ne ki? Gayet bariz bir şekilde erkek olmadığıma göre, sen de umrumda olmayan bir insan olduğuna göre, ne düşündüğün beni ilgilendirmiyor. Belki meşgulüm, belki işim var, en azından telefonu açmıyor olmamın bir nedeni var, hala arayıp durmak saygısızlık değil mi? People should learn how to take a hint.
Bu arada telefon açmama nedenim de telefondan nefret etmemden kaynaklanıyor. Mesajlaşmaktan da, konuşmaktan da. Eğer söylenmesi gereken bir şey yoksa laf olsun diye telefonda konuşmak çok gereksiz geliyor, yapmaktan hoşlanmıyorum. Hatta GSM operatörlerine sesleniyorum, fiyatları yükseltin biraz lütfen, bu arama/mesajlaşma işinin boku çıkarıldı. Hayatta en çok konuştuğum annem ben İngiltere'deyken aradığında bile "Hadiii hadi kapat artık" diye konuşan bir insanım ben, tanımadığım insanla ne konuşayım telefonda? Doğru düzgün tanımadığı insana telefonunu sormamak gibi bir saygı/common sense sahibi olmadığı için insanlar, ben de hayır demeyi bilmediğim için oluyor hep bunlar.
Bir de aklıma gelmişken, telefon delisi insanlar var. Otobüs, tren, havaalanı gibi toplum içinde saatlerce bağıra bağıra telefonla konuşanlar. Sanırsınız ki dünyayı kurtardıkları bir işleri var da çok önemli şeyler konuşuyorlar. Yok "aşkım napıyosun ben de Havaş'tayım Bodrum'da şunu şunu yaptım bu hafta", yok "yaa Ozan bana böyle dedi çok sinir oldum". Benim telefonum toplum içinde her zaman titreşimdedir, trende biri ararsa o sessizliği bozmamak için ya açmam ya da açıp "Dışarıdayım sonra konuşalım" derim. Bekleyemeyecek şeyler değil bunlar, kimse de kimsenin özel hayatını dinlemek zorunda değil, böyle herşeyi bas bas herkese duyurmaktan da insanlar nasıl rahatsız olmuyorlar anlamıyorum. Görgü denen şey yok kesinlikle.
Friday, 23 April 2010
strange reunions
İzmir (daha doğrusu Alsancak) bir garip gerçekten. İstanbul'daki (daha doğrusu Taksim'deki) sürekli hareket, değişim hali burada yok. İnsanlar yıllardır hep aynı, ortam aynı, sadece mekanlar değişiyor. Yılda bir falan bir mekan moda oluyor, kapanınca ya da işletme değişince aynı insanlar başka yere sürükleniyorlar. Çok ilginç. Yıllardır aynı yerde, aynı arkadaşlarıyla olan insanlar. Bu hometown ile (Türkçe kelime çok düşündüm ama bulamadım) bağını koparmama huyuna sahip olmayan tek insan ben miyim? İnsanın o kadar yıl boyunca değişmemesi mümkün değil çünkü, ve insanlar değişince en azından bazılarının eğlence anlayışları ya da arkadaş çevrelerinden beklentileri de değişir değil mi? Yok burada öyle bir şey. İnsanlar birbirlerine çok bağlılar. Ben öyle değilim. Artık yaşamadığım bir şehirle internet, telefon vs üzerinden bağlantılarımı koruyacak enerjim yok. Zaten mega sosyal bir insan olmadığımdan bütün sosyalleşme çabalarım yeni taşındığım yerlerde (İstanbul, İngiltere vs) harcanıyor. İngiltere'ye "İzmir'e dönene kadar buradayım" değil "Artık ben burada yaşıyorum" gözüyle bakıyorum. Orada kendime arkadaş çevresi oluşturmak zaten tüm enerjimi alıyor, zaten felaket derece introvert biriyim, aynı anda İzmir'e de bir yerden bağlanamıyorum malesef. Sosyallik limitim bu benim, ikisini birden aynı anda yürütemiyorum. İnsanlar nasıl yapıyor bunu? Artık başka bir şehirde yaşadığımı kabullenip hayatımdaki önceliği o şehre vermiş olmamda mı bir gariplik var, yoksa geçmişe tutunmakta ısrar edenlerde mi?
Don't ask me for any favours
And I won't ask how you're doing.
Leave me alone
'Cause after all,
Dealing with you is a nuisance.
Don't ask me for any favours
And I won't ask how you're doing.
Leave me alone
'Cause after all,
Dealing with you is a nuisance.
Tuesday, 20 April 2010
you're stuck in my mind all the time
Sonunda dinlediğim şarkılardaki "you" yerine koyduğum kişinin kimliği hakkındaki inancımın yanlış olduğunu fark ettim. İlk aşk hiç unutulamıyor, bu onun "the one" kişisi olduğu gibi yanlış bir varsayıma yol açıyor dolayısıyla. Yanlış, dediğim gibi. "You" henüz gelmedi.
I remember making love on a Sunday
Bright golden hearts in a fresh cut grass in May
I remember making out on an airplane
Still afraid of flying, but with you I'd die today
I remember the smell of your skin forever
Love us being stupid together
You're stuck in my mind all the time
I remember Monday making your eyes red
Still don't know what it is that I said
I remember thinking this would never end
Even when you're gone your eyes running through my head
You're stuck in my mind all the time.
I remember making love on a Sunday
Bright golden hearts in a fresh cut grass in May
I remember making out on an airplane
Still afraid of flying, but with you I'd die today
I remember the smell of your skin forever
Love us being stupid together
You're stuck in my mind all the time
I remember Monday making your eyes red
Still don't know what it is that I said
I remember thinking this would never end
Even when you're gone your eyes running through my head
You're stuck in my mind all the time.
Monday, 19 April 2010
the joys of being incommunicado
İstanbul'da şu son günlerde fazlasıyla çılgın, koşuşturmaca içinde ve "kime yetişsem bilemiyorum" modunda geçen hayatım İzmir'e dönmemle huzurlu bir hale geldi. Son 1 yıldır fazlasıyla merak ediyor olduğum "Neden??" sorumun cevabını beklemediğim bir insandan aldıktan sonra içim rahatladı, kimseye yanlış bir şey yapmamış olduğumdan ve insanların bana tamamen kendilerinden kaynaklanan sebeplerle o şekilde davrandıklarından emin oldum. İleride olabilecek yanlış anlaşılmaları şimdiden önlemek için:
Ben kimseyi arayıp hal hatır sormam. Öyle bir insan değilim. Buluşacaksak, bir şey soracaksam/söyleyeceksem, önemli bir şey varsa ararım. Başka bir ülkede yaşarken buluşmak mümkün olmadığından aramalarım da iyice sıfırlanıyor. Bu kişisel bir şey değil; ben annemi de aramam, babamı da, en yakın arkadaşlarımı da, sevgilimi de. Ailemden en çok duyduğum laf "Biz aramasak sesini duymayacağız, Türkiye'ye gelmişsin bir haber bile vermedin"dir. Bu kimseyi sevmediğimden ya da umursamadığımdan değil, yapım bu benim, insanları hal hatır sormak için aramak bana doğal olarak gelen bir davranış biçimi değil. Beni tanıyor olan insan zaten bunu bilir (bilmeyenler de bunu okuduktan sonra biliyor olacaklar) ve gerçek arkadaşım olan insan bunu üzerine alınıp kırılmaz (arkadaşlığım en uzun süren ve "dostum" dediğim insanlar aynı zamanda yılda 2-3 kere konuştuğum, daha da seyrek gördüğüm ama her gördüğümde sanki hiç zaman geçmemiş gibi hissettiren insanlardır), kırılsa bile "Aramıyorsun kırıldım" der oturup konuşuruz, "Hadi İpek Türkiye'ye geldiğinde yalnız bırakalım cezasını çeksin" gibi amaçsız şeyler yapmak yerine. Ayrıca aramamak karşılıklı olan birşey, benim kimseyi aramamış olduğum süre boyunca sanki herkes beni aradı sordu da ben cevap vermedim. Bu konuda üzülmüyorum, çevremin değişmesinin son 1 yılda hayatımı iyi etkilediğini düşünüyorum; ama gelecekte başkası benim arayıp sormama huyumu yanlış anlasın istemem, o yüzden bunu yazma gereği duydum.
Ben kimseyi arayıp hal hatır sormam. Öyle bir insan değilim. Buluşacaksak, bir şey soracaksam/söyleyeceksem, önemli bir şey varsa ararım. Başka bir ülkede yaşarken buluşmak mümkün olmadığından aramalarım da iyice sıfırlanıyor. Bu kişisel bir şey değil; ben annemi de aramam, babamı da, en yakın arkadaşlarımı da, sevgilimi de. Ailemden en çok duyduğum laf "Biz aramasak sesini duymayacağız, Türkiye'ye gelmişsin bir haber bile vermedin"dir. Bu kimseyi sevmediğimden ya da umursamadığımdan değil, yapım bu benim, insanları hal hatır sormak için aramak bana doğal olarak gelen bir davranış biçimi değil. Beni tanıyor olan insan zaten bunu bilir (bilmeyenler de bunu okuduktan sonra biliyor olacaklar) ve gerçek arkadaşım olan insan bunu üzerine alınıp kırılmaz (arkadaşlığım en uzun süren ve "dostum" dediğim insanlar aynı zamanda yılda 2-3 kere konuştuğum, daha da seyrek gördüğüm ama her gördüğümde sanki hiç zaman geçmemiş gibi hissettiren insanlardır), kırılsa bile "Aramıyorsun kırıldım" der oturup konuşuruz, "Hadi İpek Türkiye'ye geldiğinde yalnız bırakalım cezasını çeksin" gibi amaçsız şeyler yapmak yerine. Ayrıca aramamak karşılıklı olan birşey, benim kimseyi aramamış olduğum süre boyunca sanki herkes beni aradı sordu da ben cevap vermedim. Bu konuda üzülmüyorum, çevremin değişmesinin son 1 yılda hayatımı iyi etkilediğini düşünüyorum; ama gelecekte başkası benim arayıp sormama huyumu yanlış anlasın istemem, o yüzden bunu yazma gereği duydum.
Subscribe to:
Posts (Atom)