Monday 19 April 2010

the joys of being incommunicado

İstanbul'da şu son günlerde fazlasıyla çılgın, koşuşturmaca içinde ve "kime yetişsem bilemiyorum" modunda geçen hayatım İzmir'e dönmemle huzurlu bir hale geldi. Son 1 yıldır fazlasıyla merak ediyor olduğum "Neden??" sorumun cevabını beklemediğim bir insandan aldıktan sonra içim rahatladı, kimseye yanlış bir şey yapmamış olduğumdan ve insanların bana tamamen kendilerinden kaynaklanan sebeplerle o şekilde davrandıklarından emin oldum. İleride olabilecek yanlış anlaşılmaları şimdiden önlemek için:

Ben kimseyi arayıp hal hatır sormam. Öyle bir insan değilim. Buluşacaksak, bir şey soracaksam/söyleyeceksem, önemli bir şey varsa ararım. Başka bir ülkede yaşarken buluşmak mümkün olmadığından aramalarım da iyice sıfırlanıyor. Bu kişisel bir şey değil; ben annemi de aramam, babamı da, en yakın arkadaşlarımı da, sevgilimi de. Ailemden en çok duyduğum laf "Biz aramasak sesini duymayacağız, Türkiye'ye gelmişsin bir haber bile vermedin"dir. Bu kimseyi sevmediğimden ya da umursamadığımdan değil, yapım bu benim, insanları hal hatır sormak için aramak bana doğal olarak gelen bir davranış biçimi değil. Beni tanıyor olan insan zaten bunu bilir (bilmeyenler de bunu okuduktan sonra biliyor olacaklar) ve gerçek arkadaşım olan insan bunu üzerine alınıp kırılmaz (arkadaşlığım en uzun süren ve "dostum" dediğim insanlar aynı zamanda yılda 2-3 kere konuştuğum, daha da seyrek gördüğüm ama her gördüğümde sanki hiç zaman geçmemiş gibi hissettiren insanlardır), kırılsa bile "Aramıyorsun kırıldım" der oturup konuşuruz, "Hadi İpek Türkiye'ye geldiğinde yalnız bırakalım cezasını çeksin" gibi amaçsız şeyler yapmak yerine. Ayrıca aramamak karşılıklı olan birşey, benim kimseyi aramamış olduğum süre boyunca sanki herkes beni aradı sordu da ben cevap vermedim. Bu konuda üzülmüyorum, çevremin değişmesinin son 1 yılda hayatımı iyi etkilediğini düşünüyorum; ama gelecekte başkası benim arayıp sormama huyumu yanlış anlasın istemem, o yüzden bunu yazma gereği duydum.

No comments: