Friday, 3 October 2008

i heart the chalets

Lets talk about romance, romance is dead.
An ideology exploited for commercial gain.
They want you to fall in love with the idea of being in love, because nothing says I love you better than flowers and chocolates and cards.

I believe in happiness and in love that never fails, but the longer I wait here the more they just seem like a fairy tale.

i kissed katy perry and she wrote a song about me

"Thank God it's Friday!!" şeklinde başladığım günüm hala yatakta devam etmekte. Cress+cheese içeren light sandviçim ve İngiltere'nin-köpeğiyim-evet modunda içtiğim sütlü çayımdan sonra cress'in ne olduğunu öğrendim. Tere oluyormuş Türkçesi, tere nedir onu da bilmiyorum ama ben. Aşırı tatsız ve asla yenmemesi gereken birşeymiş, bunu öğrendim bugün.

Oda arkadaşım her zamanki gibi son ses Pendulum dinliyor. Hatta İngiliz gençliğini çok fena bir Akala+Pendulum+MGMT hastalığı sarmış durumda. Seviyorum.

Kontör yüklemek ne kolay işmiş Türkiye'de, yok kredi kartınız, yok ekstrenizin yollandığı adres, yok bankanız onay vermedi, yok bilmemne derken yaklaşık 1,5 saat geçti ve ben hala yüklemeyi başarmış değilim. Ve evet bugün yine derse gitmedim uyanamayıp.

"Eğlenmek" kelimesinin y değil ğ ile yazıldığını hala öğrenememiş olanlar hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum, insan anadilini bilmez mi ya?


Last.fm'de Against LGBT diye bir grup gördüm dün, ben de Against Homophobic Twats diye bir grup açmak istedim, dünyada ne çok gereksiz insan var. "If you're against gay marriage, then don't get one!" cümlesi geldi aklıma. Gidin işinize bakın kardeşim, size ne elalemin yatak odasından? Madem tiksiniyorsun, kendi yaşamını heteroseksüel olarak sürdürüp gaylerden uzak dur, bu kadar basit işte. Bu derece takıntılı homofobi gerçekten altında gizli eşcinsellik yatan bir kompleks olasılığını getiriyor aklıma. Kendi eşcinsel eğilimlerini kabullenmeme ve bastırma arzusuyla o eğilimlerle barışık yaşayanlara saldırmak mıdır bu, nedir? Biz heterosunuz diye size dar görüşlü, önüne sunulanı düşünmeden kabul eden, kendini ve toplumun "normal" adını verdiği şeyi sorgulama yetisinden yoksun, beyinsiz, ot gibi yaşamaya mahkum insancıklar diyor muyuz? Elbette demiyoruz. Ee, o zaman?

11 Ekim National Coming Out Day bu arada. Facebook status yerine "is gay" ya da "is an ally" yazıyor herkes o gün. Eğlenceli.

Bugün hayatımdaki en önemli, en herşeyi değiştiren, en güzel ve en mutlu günün 1. yılı. Amsterdam'a gitmemden 1 gün önce Cansu'yu ilk kez gördüğüm gün.

Tuesday, 30 September 2008

you, your sex is on fire

Stardust var bu gece okuldaki The Venue'de.

The night for the gays, the gay friendly, the in-betweeners, the open minded & the happy to be alive & dancing!

Okulumun içinde bir gece klübü olacağı ve orada her hafta gay event'ler düzenleneceğini geçen sene söyleseler "yok artık" derdim sanırım. Mutluyum ben burada, huzurluyum. Kimseyi tanımadığım yeni bir ülkeye taşınıp bambaşka bir hayata başlamakmış meğer tüm sorunlarımın çözümü. Eskiden olanlar, beni üzen insanlar artık başka bir ülkede ve beynimin içindeki çok uzak bir boyutta kaldılar benim için. O kadar uzaklar ki..

Straight olmayan insanlarla dolu bir gece geçireceğim için mutluyum bir de.

PS: Buraya bilerek tek bir tane sigaram olmadan gelmiştim bırakmak için. Çok canım isterse otlanırım diye düşünüyordum. Ancak geldiğimde şunu fark ettim ki, çok az insan sigara içiyor, içenler de daha ucuz olması için tütün sarıyorlar, o yüzden "Bilader bana da bi tane sarsana" demek garip kaçabiliyor. Bu nedenle bugün ilk kez parama kıyıp 6YTL ödeyerek 10'lu mini bir Marlboro Lights aldım. 1 hafta idare etsin bu beni. Ofh. Burada tek bir sigara 600 bin olunca insanların "If I lived in Turkey I'd be a walking cigarette" demesi mantıklı tabii.

Friday, 26 September 2008

control yourself, take only what you need from me

Bugün aldığım 2. telefonumun da pembe olması sanırım işin bokunu çıkarmak sayılabilir bir bakıma, ama gerçekten pembe V3'ümle yan yana pek bir yakıştılar, ayırmak istemedim onları.



Yeni İngiliz hattımı da sonunda almış bulunuyorum böylece. Orange sağolsun bedava Facebook ve Msn erişimim de var. Mutlu oldum.

Ev arkadaşlarımın birine tapıyorum, diğer ikisiyle de çok iyi anlaşıyorum ama kızların birisi gerçekten çok uyuz. Eve adımımı attığım anda diğer herkes "Hello!! :) " yaparken kızın bana bir soğuk bakışı vardı ki anlatamam. Ve dandik kısmı yan odamda yaşıyor kendisi, 24 saat bangır bangır müzik dinliyor, eve erkek atıyor, sinirleniyorum. Zaten etrafımdaki herkes Freshers hastalığına tutulmuş, ailelerinden ilk kez uzak olan İngiliz gençleri özgürlüğü tatma hevesiyle kendilerini alkole vurup 24 saat partiliyorlar. Evet abartmıyorum gerçekten, hiç böyle diyeceğimi sanmazdım ama yanlarında yaşlı teyzeler gibi "benden geçti" modunda hissediyorum kendimi, ben ki alkolik ve ortamcı bir insan olarak bu gençlerin geçtiğimiz cumartesi gecesinden beri ARALIKSIZ, gerçekten tek bir gün ara vermeden yerlerde sürünecek kadar sarhoş olup sabahlara kadar eğlenmelerini şaşkın bakışlarla izliyorum. Şahsen benim enerjim bunu haftada 1-2 kez yapmaya yetiyor en fazla, her gün değil. Umarım dersler başladıktan sonra durulurlar, yoksa her gece evimde 20 tane al yanaklı İngiliz genci içip dururken çalışabileceğimi sanmıyorum.

Aideen'le buluştuk bugün, bir insan bu kadar mı sevilir!! Doğal kızıl saçlar, çiller, açık yeşil gözler ve şirin ötesi bir İrlanda aksanı. Ve bütün gün alışveriş yaptık. Bayıldım.

Bu gece Klaxons'ın seti var sevgili okulumuzun club'ında. Gençler şimdiden sarhoşlar. Saat daha 19.30 çocuğum.

Thursday, 25 September 2008

for my first girlfriend, may our relationship finally rest in peace

I finally got to watch "The Incredibly True Adventure of Two Girls in Love" today. I had seen the first 10 minutes about 6 months ago in Istanbul, and finished it over here in Canterbury half an hour ago.

The credits of the film caught my attention: "For my first girlfriend, may our relationship finally rest in peace." It's kind of ironic that around the time I began watching that film 6 months ago, I was trying very, very hard to get over my first girlfriend. I'm still not over her, and I probably won't ever be, but I'm finally at peace with her not being part of my life anymore. So, may our relationship finally rest in peace..


There is that in me - I do not know what it is - but I know it is in
me.

Wrench'd and sweaty - calm and cool then my body becomes,
I sleep - I sleep long.

I do not know it - it is without name - it is a word unsaid,
It is not in any dictionary, utterance, symbol.

The past and present wilt - I have fill'd them, emptied them.
And proceed to fill my next fold of the future.

I too am not a bit tamed, I too am untranslatable,
I sound my barbaric yaws over the roofs of the world.

I bequeath myself to the dirt to grow from the grass I love,
If you want me again look for me under your boot-soles.

You will hardly know who I am or what I mean,
But I shall be good health to you nevertheless,
And filter and fibre your blood.

Failing to fetch me at first keep encouraged,
Missing me one place search another,
I stop somewhere waiting for you.

Tuesday, 23 September 2008

no beach party for me tonight

Went to the Beach Party and saw the queue which was about 2 miles long. Then we decided to head back to Mungo's for a drink. "A drink" turned out to be 3 drinks, I owe Beth 10 quid, and Jamie a Snakebite.

I met some freshers, joined them for a fag, then we went back to the Venue about an hour later. They wouldn't let me in as I hadn't registered and didn't have my school ID. I came back home, and didn't get lost for the first time in the last 3 days. I should buy myself a Snakebite for that.

Oh, the Snakebite. Apparently it's some cocktail with some juice+cider+beer. It's quite the student drink, getting you drunk easily and quickly. I'm not very keen on beer myself but I must admit beer tasted awful after 2 snakebites last night, I could swear I felt something was missing. It's a nice drink, anyways.

I have to register with the police because I'm from some third world country and actually might turn out to be some Islamic terrorist working her way on some sort of jihad. So I have to register tomorrow or I might get into some serious trouble. I seriously hate being a Turkish citizen sometimes.

I bought 70 pounds worth groceries today, and guess what, the only thing that they failed to deliver was a fucking duvet. Seriously, if luck has anything to do with it, then whoever the hell is controlling it must be having a good laugh at me for the last few days. I need my bloody duvet, I've been freezing for the last 3 nights. I miss my home in Istanbul and actually I've been thinking what the fuck was wrong with me to decide to leave everything and move here in the first place.

I have loads of things I need to do tomorrow and I don't feel up to it *at all*. The bank account. The SIM card. Registration. Bollocks, I'll just go to sleep.

Monday, 22 September 2008

freshers week is on

Zerofeelings İngiltere'den bildiriyor.

Cumartesi sabahı havaalanı telaşıyla başlayan yolculuğumun ilk dakikalarının içine Kıbrıs Türk Havayolları ile gitmek konusunda verdiğim dandik karar nedeniyle sıçıldı. 35 kilo bagaj fazlası olan -abartmıştım biraz evet- benden 475 YTL ekstra bagaj parası istediler. "Çüşşş yok artık be" diye olay yerinden uzaklaşıp olayı mafya babama iletmem, onun da görevliye 10 dk bağrınması sonucu ekstra valizlerimden birini ücretsiz olarak aldılar, diğerini de bırakmak zorunda kaldım. Kaderin garip bir oyunu sonucu bütün kışlıklarım, uzun kollularım, montlarım, deodorantlarım, en sevdiğim t-shirtlerim, en sevdiğim yorganım, yani kısacası en gerekli eşyalarımın hepsini daha sonra kargoyla yollanmak üzere İzmir'de bırakmak zorunda kaldım. Özetle, düz bir siyah t-shirt, bir pantolon ve 1-2 olsa-da-olur-olmasa-da-olur t-shirtümle ve 1 valiz dolusu topuklu ayakkabıyla kalmış durumdayım. Geceleri yorgansız ne kadar donduğumdan bahsetmiyorum bile.

Hayatımda gördüğüm en dandik uçağa adımımı attığımda KTHY ile bir daha uçmayacağımdan emindim. Gerçekten uzun süreli bir uçak yolculuğuna her yolcunun kendine ait bir ekranı olmayan minicik bir uçak verildiğini ilk kez gördüm. Ayrıca uçağın içi çöp doluydu. Türk Havayolları'nın kazıklama politikasını geçen gördüğüm tek havayolu ayrıca KTHY, 475 YTL bagaj parası verene kadar 420'ye 2. bir bilet alıp bagajımı yanımdaki koltuğa oturtur, kemerini de bağlar öyle götürürdüm be kardeşim, sinirleniyorum yine bak şimdi.

Ayrıca Pasaport Kontrol'deki adama da selam etmek istiyorum buradan, götünüz kalkmış sizin götünüz.

Neyse, onun dışında herşey süper geçmekte. Birbirinden güzel ve taş, ayrıca süper müzik zevki sahibi 4 İngiliz'le birlikte yaşıyorum, çok eğleniyoruz, hatta Cumartesi'den beri arka arkaya parti modunda geçmekte gecelerimiz. Evimiz de tüm Willows Court'un parti evi ilan edildi sanırım, çünkü ne zaman salona insem 100 tane tanımadığım insan bas bas Bloc Party açmış oturmuş içiyor oluyor.

Cumartesi gecesi barcrawl ve dün gece speed mating'den sonra alkol ve "Let's mingle" cümlesinden nefret etmiş durumdayım. Ama bu gece Beach Party var?

Wednesday, 17 September 2008

hadouken! hell yeah.

That boy's a Hoxton Hero,
skinny fit jeans and dressed in pink,
how he dresses I care zero,
as long as he don't steal my drink.

That girl's an Indie Cindy,
Lego haircut and polka-dot dress,
I don't care if she thinks she's indie,
how she's different is anyone's guess.

I went to a gig but nobody danced,
Everybody was far too cool,
all the kiddies they just stood there,
Is it the same at their public school?

I'm an indie limey,
yeah but i like it grimey,
and i rave with a grin,
I'm not too cool for the next big thing,
I don't wanna fuck about,
I wanna have a good time and that's why I'm out,
and you look silly,
When you put on your best myspace pout!!


Sözler bana birilerini çağrıştırdı nedense.

one by one, i suffer you badly

15 saatlik uykumdan yıllardır hiç uyumamış kadar yorgun hissederek uyandığımda algılayabildiğim ilk sesler sokaktan gelen korna sesleriydi. Cadde'ye inen sokağın trafiği yine tıkanmıştı anlaşılan. Tüm İstanbullular'ın her fırsatta şikayet ettiği, ama aslında evde tek başına otururken sesini duydukça dünyada yalnız olmadığını hatırlayarak rahatladığı İstanbul trafiği... Yastığımı duvara dayadım, doğrularak ona yaslandım. Başımın ağrısı algıladığım 2. şey oldu. Erenköy İlkokulu'ndan gelen çocuk seslerini bastırmak için televizyonu açtım, evet 7 yaşındaki veletler bile benden erken kalkabiliyorlardı nasıl oluyorsa. Dizimax ve E! arasında gidip gelerek geçirmeyi planladığım günüm için yapmış olduğum planlar doluştu birer birer aklıma, ve söz verdiğim insanlar. Son günlerde vücudumun ortasında kocaman bir boşluk varmış ve hayatıma giren herkes oradan çıkıp gidiyormuş hissinden ibaret olan ruh halim, iyice bir sıkıntıyla doldu. Öfleyerek yastığıma gömüldüm, yorganıma sarıldım, ve saatlerce dizi izledim. Telefonum çaldı defalarca, kimin aradığına bakmadım. "Uyuyordum" diyebilirdim her zaman, ve benim tembelliğime alışmış olan insanlar buna genelde inanırlardı saat kaç olursa olsun. "Hastayım"dan daha yaratıcı bahaneler üretmeliydim artık ektiğim insanlar için. Neden doğruyu söylemedim hiç, bilmiyorum, ama söylesem inanırlar mıydı, anlarlar mıydı ki? "Evde oturup ruhumu öldürüyorum ben, günlerdir evden çıkmıyorum, çıkamıyorum, kendi seçimim değil bu, ama böyle olmak zorunda, yataktan kalkacak gücü bulamıyorum kendimde." Ne ailem, ne hocalarım, ne psikiyatristim, ne de arkadaşlarım, hiçbiri inanmamıştı. Cansu inanmıştı bir tek, o da denemiş ama dayanamamıştı zamanla, onu da kaybetmiştim böylece. Hiçbiri bilmemişlerdi, elimden gelen birşey kalmamıştı ki. Ben de bilememiştim, 10 ay sonra güneşli İzmir'de mutlu bir yaz gününde geçmişe baktığımda o zaman en mutsuz zamanım sandığımın aslında en mutlusu olduğunu anlayacağımı, hala pişman olacağımı, o günü yazarken aylardır gelmeyen gözyaşlarımın geleceğini. Kendime mi kızsam, "en azından o anları yaşadım, o insan girdi hayatıma artık olmasa da" diye avunsam mı, yoksa anıları silsem, düşünmesem mi bilemiyorum. Bilen var mı?

Monday, 15 September 2008

ilke'nin gençliğe cevabı

Cevabını merak ettiğim soruları kalbimin prensesi İlke Hanfendi yanıtlıyor. Parantez içinde ise benim İlke Hocam'a cevabımı görmektesiniz.

-Kedilerin mırıldama olayı nasıl oluyor? Nerelerinden çıkarıyorlar o sesi, ve tam olarak neden?

Kedilerin daha çok mutluyken çıkarttıkları bu ses için bilimadamları kesin bir yargıya varamamışlardır. Kimi bu sesin, ses tellerindeki titreşimlerden oluştuğunu söylerken, kimi kedilerin gogus kafeslerindeki buyuk bir damardan gecen kanin bu sese sebep oldugunu savunur. (Bilinmiyor işte kısacası.)

-2 yıl önce çantamdan çıkan Avea simcard kimindi, ve neden benim çantamdaydı?

Bu olaydan neden bana bahsetmedin? (Seni tanımıyordum o zaman, İstanbul'a taşınmamdan önceki yazdı.)

-Çantamı hangi orospu evladı çaldı?

The Pub'da olan hırsızlıktan bahsediyorsan muhtemelen Doruk'un laptopını çalan orospu evladıyla aynıdır. (Küfredicem şimdi etmiyorum.)

-Sevgililer Günü'nde İlke'yle beraber buluştuğumuz o gözlüklü kız neden beni bir daha hiç aramadı?

Boşver zaten çirkindi. (Olsun, ben ondan daha güzel olduğum halde aramaması daha dandik.)

-En son eski sevgilimle neden ayrıldık?

En son sevgilin tam olarak hangisi oluyor? Son 6 aydır takip edemiyorum. (Evet şu son zamanlarda gömlek değiştirdiğimden daha hızlı sevgili değiştirir olduğum için ben de takip edemiyorum. Ama genelde garip şekillerde ayrıldığımızdan bu soru hepsini kapsayabilir sanırım. Ama ben Ezgi için yazmıştım.)

-Ben neden depresyondayım? İlaçlarımı bırakırsam daha mı kötü olurum?

O ilaçları bırakmadığın sürece depresyondan çıkamayacaksın. (Şu an depresyonda değilim. Yazın bitmesiyle yine depresif halime dönmem umarım.)

-Curve neden profilimi fake olduğu gerekçesiyle sildi? Fake mi duruyor fotolarım?

Curve gerizekalının önde gideniymiş. Bence psikolojik problemleri var. (Bence de.)

-Ölümden sonra ne oluyor? Nereye gidiyoruz?

Nereye gidersek gidelim İstanbul'dan daha iyi olacağı çok net değil mi? (Sanmam.)

-Hayatın anlamı ne? Bu sorunun cevabı gerçekten 42 olabilir mi?

42, 41den sonra gelen sayıdır, babanın ayakkabı numarasıdır, artık çocuk doğuramayacağın bir yaştır ama hayatın anlamı 42 olsa ne olur olmasa ne olur? (42 anneannemin doğduğu yıl. Başka da birşey değil. Ha bir de Otostopçunun Galaksi Rehberi'ne göre hayatın anlamı.)

-Neden hep kaçırılma ya da bir yere hapsedilme rüyaları görüyorum haftada bir?

Freud'a göre bir grup erkek tarafından kaçırılıp onların zevk objesi haline gelmek fantazisini bastırman tüm depresyonlarının altında yatan gerçek olabilir. (Bir grup "erkek"?? Iyy bana uzak olsunlar.)

-Brandon Lee gerçekten öldü mü, kim onu neden öldürdü?

Metalciydi zaten. (Olsun, the Crow dünyanın en süper filmlerindendi. Ölümsüz aşk :gözleridolansmiley: )

-Bizim kadar şanslı olmayan insanlar bu İzmir sıcağında klimasız ve suları kesik olarak nasıl yaşamlarını sürdürebiliyorlar?

Allah dağına göre taş verir yavrum. (İnşallah.)

-Bu ülkede birine yumruk atmanın cezası yok mudur? Ben şimdi gidip birine kafa atsam elimi kolumu sallayıp gidebilir miyim?

Elbette. (Sikerim öyle işi.)

-Teröristler neden Alsancak, Taksim gibi yerler dururken sabahın körü ya da gecenin bir yarısı gibi abuk saatlerde Güngören ya da Şirinyer gibi o kadar da merkezi olmayan yerlere bomba koyuyorlar?

Güngörendeki gece patlamasının nedeninin ingilizce bilmeyen bombacıların am/pm kavramını karıştırdıklarından kaynaklandığını düşünüyorum. (Mantıksız yine de, ama daha az hasarla atlatıldığına sevinmek lazım.)

-Vapurun açık havasında sigara içilmemesinin mantığı nedir?

O bana bile saçma geliyordu. (Evet yurdum insanı yasak dinlemeden içiyormuş zaten, bu soruyu iptal ettim o nedenle.)

-Neden İstanbul'daki otobüslerde telefonla konuşulabiliyorken İzmir'de gayet aynı model otobüslerde telefon yasak?

Çünkü İZULAŞ insanların diğer insanların özel hayatını otobüs gibi kaçış noktası olmayan bir yerde dinlemek zorunda olmadıklarını biliyor. Yaşasın İZULAŞ kahrolsun İETT! Eheh. (İzmirliler üstün insanlar, ondan herhalde.)

-Yolda kadınlara laf atan kırolar gerçekten de bir şansları olduğuna mı inanıyorlar?

Umarım bigün üstlerinden kamyon geçer. (Amin.)

-Pasamed diye birşey gerçekten var mı, yoksa kim oturup böyle birşeyi neden uydurdu acaba?

Google'a pasamed yazıp görsellere tıklayınca Michael Jackson'ın fotoğrafları çıkıyor buna ne diyeceksin? (Çocukken elektrikler kesilince tuvalete gidemezdim onun yüzünden.)

-Bu blog nasıl 16000 bilmemkaç tane hit alabiliyor?

Populersin bebeğim. Ama kötü şöhretin var. (Nada Surf-Popular geldi aklıma. I'm popular. I'm never last picked. I got a cheerleader chick.)

-Durup dururken bana sataşan insanların benimle alıp veremedikleri ya da kendi problemleri ne?

Hımmm............................................................................. (Hmm ya.)

-Karma diye birşey gerçekten var mı?

Ain't karma a bitch? We know Blair Waldorf is. (Three words, eight letters, and I'm yours.)

-Caddebostan sahilde çimler böcek doluyken nasıl Alsancak Kordon'da hiç böcek olmuyor?

Bilmemki. (İzmirliler üstün insanlar dediğim gibi. Böcekler de üstün olmalı.)

-The L Word'deki Papi'ye ne oldu? Nereye kayboldu?

The L World 6 sezonluk bir seri oluşturabildiğine göre dünyada hafife alınmayacak kadar çok eşcinsel var demektir. Olan yine biz straight kızlara oluyor. (Papi'nin gidişi yeni sezonda açıklanacakmış.)

-Colleen Thomas nasıl öldü?

Who the fuck is Colleen Thomas??? (Colleen Thomas could've been the best frickin writer in the entire world.)


Yaz bitince yeniden depresyona girmekten korkuyorum gerçekten. 5 günüm kaldı Türkiye'de. New Shoes dinledim. Yeni ayakkabılar alacağım bugün, böylece depresyona girmem.

Hey, I put some new shoes on,
And suddenly everything is right,
I said, hey, I put some new shoes on and everybody's smiling,
It's so inviting,
Oh, short on money,
But long on time,
Slowly strolling in the sweet sunshine,
And I'm running late,
But I don't need an excuse,
'cause I'm wearing my brand new shoes.

Hello new shoes,
Bye bye them blues.