Wednesday, 17 September 2008

one by one, i suffer you badly

15 saatlik uykumdan yıllardır hiç uyumamış kadar yorgun hissederek uyandığımda algılayabildiğim ilk sesler sokaktan gelen korna sesleriydi. Cadde'ye inen sokağın trafiği yine tıkanmıştı anlaşılan. Tüm İstanbullular'ın her fırsatta şikayet ettiği, ama aslında evde tek başına otururken sesini duydukça dünyada yalnız olmadığını hatırlayarak rahatladığı İstanbul trafiği... Yastığımı duvara dayadım, doğrularak ona yaslandım. Başımın ağrısı algıladığım 2. şey oldu. Erenköy İlkokulu'ndan gelen çocuk seslerini bastırmak için televizyonu açtım, evet 7 yaşındaki veletler bile benden erken kalkabiliyorlardı nasıl oluyorsa. Dizimax ve E! arasında gidip gelerek geçirmeyi planladığım günüm için yapmış olduğum planlar doluştu birer birer aklıma, ve söz verdiğim insanlar. Son günlerde vücudumun ortasında kocaman bir boşluk varmış ve hayatıma giren herkes oradan çıkıp gidiyormuş hissinden ibaret olan ruh halim, iyice bir sıkıntıyla doldu. Öfleyerek yastığıma gömüldüm, yorganıma sarıldım, ve saatlerce dizi izledim. Telefonum çaldı defalarca, kimin aradığına bakmadım. "Uyuyordum" diyebilirdim her zaman, ve benim tembelliğime alışmış olan insanlar buna genelde inanırlardı saat kaç olursa olsun. "Hastayım"dan daha yaratıcı bahaneler üretmeliydim artık ektiğim insanlar için. Neden doğruyu söylemedim hiç, bilmiyorum, ama söylesem inanırlar mıydı, anlarlar mıydı ki? "Evde oturup ruhumu öldürüyorum ben, günlerdir evden çıkmıyorum, çıkamıyorum, kendi seçimim değil bu, ama böyle olmak zorunda, yataktan kalkacak gücü bulamıyorum kendimde." Ne ailem, ne hocalarım, ne psikiyatristim, ne de arkadaşlarım, hiçbiri inanmamıştı. Cansu inanmıştı bir tek, o da denemiş ama dayanamamıştı zamanla, onu da kaybetmiştim böylece. Hiçbiri bilmemişlerdi, elimden gelen birşey kalmamıştı ki. Ben de bilememiştim, 10 ay sonra güneşli İzmir'de mutlu bir yaz gününde geçmişe baktığımda o zaman en mutsuz zamanım sandığımın aslında en mutlusu olduğunu anlayacağımı, hala pişman olacağımı, o günü yazarken aylardır gelmeyen gözyaşlarımın geleceğini. Kendime mi kızsam, "en azından o anları yaşadım, o insan girdi hayatıma artık olmasa da" diye avunsam mı, yoksa anıları silsem, düşünmesem mi bilemiyorum. Bilen var mı?

1 comment:

ynep. said...

and all that you know,
is written in stone.