Bu aralar ne kadar acayip insan varsa beni buluyor.
Salı günü Londra'nın Soho'yla birlikte en gay semti olan Vauxhall'da bir gay bar'da tek başıma oturmuş içkimi içiyordum. Yanımdaki masaya takım elbiseli bir adam oturdu, göz göze geldik, gülümsedi, gülümsedim. Sonra adam yanıma geldi ve "Çok sarhoşum, arkadaşlarımı kaybettim, oturabilir miyim" dedi. Oturabileceğini söyledim. Adamın iş arkadaşlarıyla içmeye gittiği, sonra arkadaşlarından ayrıldığı ve karşısına çıkan ilk pub'a giren hetero biri olduğu ortaya çıktı. Muhabbeti de oldukça eğlenceliydi. Daha sonra bana sarılıp "Çok güzelsin" falan filan demeye başladı. 30 kere falan aynı şeyi tekrarladıktan sonra beni Ascot'a at yarışı izlemeye davet etmesinin üzerine "Gay barda olduğunun ve benim de gay olduğumun farkındasın değil mi" dedim adama. Zavallım nasıl üzüldü, nasıl şaşırdı anlatamam. Özür diledi ve kalktı gitti. Oysa ben gitmesini falan söylememiştim. Çok da iyi adamdı. Bir yandan gay olduğum açıklamasını "Ama nasıl olur, sen çok güzelsin" gibi önyargılı ve saçma bir tepkiyle karşılamasına sinir oldum, bir yandan da kendini kötü hissetmesine neden olduğum için üzüldüm. Bir yanım ise bir pub'a adım atalı 10 dakika geçmeden güzel bulduğu birinin masasına giderek onunla tanışma cesaretine sahip olmasına imrendi. Hayatımda hiçbir zaman öyle bir şey yapmadım, ne zaman birilerinden hoşlansam sadece bol bol bakıyor ve onların adım atmasını bekliyorum. Ve %99.9 ihtimalle atmıyorlar, kalkıp gidiyorlar ve onlarla birlikte bir şeyler olması potansiyeli de gidiyor. Onu geçtim, birinin benden hoşlandığını anlama konusunda tam bir odunum. Ne zaman birilerinin benden hoşlandığını düşünsem sadece arkadaşça davranıyor çıkıyorlar. Ve şu anki sevgilimden öğrendiğime göre insanlar benden bariz şekilde etkilendiğinde de ruhum duymuyor. Neredeyse umutsuz vakayım yani.
**
Geçen cumadan beri üçüncü kez otobüs durağında alakasız herifler tarafından rahatsız edildim. Bunların üçü de saat 23.00 civarı Londra'nın en canlı, merkezi bölgesindeydi. Otobüs durağında tanımadığı kadınların yanına gidip "Çok güzelsiniz bik bik bik" yapmak, aynı otobüse binip aynı durakta inmeye kalkmak, ısrarla konuşma başlatmaya çalışmak nasıl bir taktiktir? İşe yaradığı görülmüş müdür? Bunları yapanlar gerçekten taciz ettikleri insanı elde etme şansları olduğuna inanıyorlar mı? Bu neyin kafası cidden?
Çok sinirleniyorum.
**
Yarın BBC'nin düzenlediği Hackney Weekend'e gideceğim. Biletleri bedava olan ama bulmak için bilmem kaç deveye hendek atlatmak gereken, über bir festival. Line-up mükemmel, ama nasıl olsa ikisini de izledim diyerek Lana Del Rey ve Florence and the Machineli Pazar gününe bilet almadığıma yanıyorum (herkesin tek bir güne bilet alma hakkı vardı).
Lana Del Rey takıntım geçen hafta canlı izlediğimden beri abartı boyutlara ulaştı. Evimde yaşasın istiyorum.
Saturday, 23 June 2012
Wednesday, 20 June 2012
anyone who lives within their means suffers from a lack of imagination
Üç saatlik bir alışveriş çılgınlığı sonucu keyfim yerine geldi. Bo Derek'in sözleriyle:
"Whoever said money can't buy happiness simply didn't know where to go shopping."
İşte benimle birlikte eve gelen güzeller:
Marc by Marc Jacobs yüzük
Marc by Marc Jacobs kolye
Marc by Marc Jacobs çanta
House of Holland külotlu çorap
MICHAEL Michael Kors elbise
Selfridges sonrası Mango Frappuccino'mu alıp Hyde Park'ta güneşin tadını çıkarmayı planlıyordum, ama hazır oraya kadar gitmişken Marc by Marc Jacobs'a uğrayayım dedim. Tabii ki indirim yoktu, ama aşağıdaki gay ötesi şapkayı görünce (£11) kendimi tutamadım.
UPS bir aksaklık yapmazsa iki senedir arayıp bulamadığım ve sonunda İtalya'daki bir mağazanın internet sitesinde denk geldiğim Marc by Marc Jacobs güneş gözlükleri yarın gelecek. Yaşasın!
Tuesday, 19 June 2012
with a heavy heart
Manchester sonrası başlayan depresif ruh halimi havanın bombok oluşuna ve PMT çılgınlığı yaşayan hormonlarıma vermiştim, ancak bu faktörlerin ortadan kalkmış olmasına rağmen "Kalbimde bir ağırlık var"dan başka şekilde tanımlayamadığım bir duygu içindeyim. Hava günlük güneşlik ve ben bütün gün sadece yiyecek/içecek bir şeyler almak ve tuvalete gitmek için yataktan çıkıyorum, onun dışında tüm zamanım nette geçiyor; kendimi dışarı çıkmaya zorladığımda aklım evde oluyor, bir an önce dönesim geliyor. Sürekli uyuyasım var. Ev arkadaşım gitti, birkaç hafta yalnızım. Sevgilim sevgili ailesiyle bilmem nereye tatile gitti ve süper zaman geçiriyor. Günde sadece birkaç kez mesajlaşabiliyoruz ve bir daha ne zaman doğru düzgün görüşebileceğimiz belli değil. Güzelim Haziran günlerini geçmesini dileyerek, bir bok yapmadan ve tadını çıkarmadan geçirmek sinirime dokunuyor. Çok, çok yalnız ve boktan hissediyorum. Ve bu hissin iki haftadır geçmemiş oluşu depresyonum geri mi dönüyor korkusu uyandırıyor içimde. Tüm bunların üzerine dün gece Facebook'ta arkadaşlarımdan birinin şu fotoğrafı like'ladığını gördüm. Fotoğrafa mı üzüleyim, sayfanın adına mı bilemedim.
"Don't make someone a priority if they only make you an option." Bu bir işaret mi acaba?
Beni mutlu edecek ve kafamı içinde bulunduğum gittikçe ruh emici hale gelen ilişki durumundan uzaklaştıracak birileriyle zaman geçirmeye ciddi halde ihtiyacım var.
"Don't make someone a priority if they only make you an option." Bu bir işaret mi acaba?
Monday, 18 June 2012
no fear of the homophobe
En son yazımın üstüne yine bir sürü şey oldu.
D'nin annesinin durumunun kötüye gitmesi üzerine haftasonu planlarımız iptal oldu. Sadece dün öğle yemeği için buluşabildik. Bugün D, T ve çocukları birlikte tatile gidiyorlar. Cuma günü tatil dönüşü D direk annesinin yanına gidecek, yine görüşemeyeceğiz. Tam ben ondan sonraki haftasonunu birlikte geçiririz diye kendimi avutuyordum ki, o haftasonunu T ile ilişkilerini düzeltme amacıyla baş başa geçirmeyi planladıklarını öğrendim. Bizim haftasonumuz iptal olduğu için o haftasonu o planı iptal edip benimle olmak istediğini ve T ile konuşacağını söyledi, ama T'nin uyuzluk yapacağını tahmin ediyorum. Bu durumda Haziran ayı boyunca bir tek günü bile baş başa geçirememiş ve sadece haftada bir öğle yemeği için buluşmuş olacağız.
Görüşemiyor olmamızın kesinlikle onun suçu olmadığının farkındayım, ve içimdeki bencil çocuğu tüm gücümle bastırmaya çalışıyorum, ama yine de bir parçam tüm bu olanlara fena halde içerliyor. Manchester ve sonrasında olanlardan sonra onunla iki gün de olsa yalnız zaman geçirmeye ve ilişkimizi sorgulamaya başlayan iç sesimi susturmaya ihtiyacım vardı. Onu göremedikçe Büyük Manchester Drama Rüzgarları sonrası ortaya çıkan o ses daha da güçleniyor ve ona olan hislerimden şüphe duymaya başlıyorum. Ya da yanlış oldu, hislerimden değil de, ilişkimizin geleceğinden diyelim. Geçen hafta T'nin Manchester'da yaptığı ve haberim olmayan birkaç şeyi daha öğrendim, gerçekten kimsenin sevdiği birine yapmayacağı leş hareketler. Kadının D ile tamamen çocuğunu tek başına büyütemeyeceği için maddi amaçlı birlikte olmak istediği ve aralarında artık aşk maşk kalmadığı çok belli (T işsiz, çalışmak gibi bir isteği de yok, hem onun hem de çocuğun her masrafını D karşılıyor). D de bunun farkında. Bunu bilmesine ve T'nin kendisini bilmem kaç kez aldatmış olmasına, daha bir sürü pislik yapmasına rağmen hala o ilişkiyi sürdürmekte kararlı olması benim D'ye olan saygımın azalmasına neden oluyor. D'nin ortada sırf bir çocuk var diye böyle leş bir insanla zamanının %90'ını geçirmesine, benim her zaman kıyıda köşede kalmama ve bana bunun değişeceğine dair en ufak bir izlenim vermemesine ciddi içerlemeye başladım. Ayrılmak istemiyorum, ama 5 sene sonra hala onu arada bir haftasonları gören, akşamlarını sevgilisiyle romantik bir yemek yiyerek geçireceğine tek başına evde şarap içerek geçiren yalnız kadın modeli olma düşüncesi bu aralar kafamı fena halde rahatsız etmeye başladı. O yüzden başka insanlarla görüşmeye karar verdim. D ile başkalarıyla birlikte olmak istediğimde bunu ona söyleyeceğim ve kurallar belirleyeceğimiz konusunda anlaşmıştık, ama bu kadar şeyin ortasında "Ha bu arada, ben bana verdiğin zamanın yetmediğine ve başkalarıyla da birlikte olmak istediğime karar verdim" demenin zaten hassas olan dengemizi daha da bozacağından korkuyorum. O yüzden ikinci bir sevgili bulma çabalarım şu anda ondan habersiz devam ediyor.
**
Haftasonu Lovebox'taydım. Hot Chip, Crystal Castles, Lana Del Rey, The Rapture, Patrick Wolf ve Mika'yı canlı izleme fırsatım oldu. Lana Del Rey takıntım gittikçe büyüyor; sesine, şarkılarına, güzelliğine, tavırlarına, her şeyine bayılıyorum.
Düne kadar gay olduğunu bilmediğim Patrick Wolf'un Bermondsey Street'in şarkı sözlerini "Love knows no boundaries, no fear of the government, no fear of the homophobe" olarak değiştirmesi de aklımda yer etti.
Sahnede onun kadar komik ve şirin olan çok az insan var. Siz de benim gibi işsiz güçsüzseniz konser kayıtlarına bir göz atın.
Wednesday, 13 June 2012
i knew that you meant it
Tam hayatımda her şey normale döndü ve yoluna girdi derken D'nin annesi yoğun bakıma alındı. İyi olmasını, ameliyatının iyi geçmesini ne kadar istiyorum anlatamam. Bu konu o kadar daraltıyor ki beni, yazmak bile istemiyorum. Belki daha sonra.
Geçen gün D benden kendisine mektup yazmamı istedi. Aklımdan geçen her şeyi kağıda döküp dört sayfalık bir mektup yazdım. Mektubu okurken karşımda oturuyor olacağını bilmekten mi, yoksa email yazar gibi her yazdığımı silememekten mi bilmiyorum, ama emaille asla olamayacağım kadar dürüst oldum. Davranışlarının bana nasıl hissettirdiğini, onu 2. plana alma kararı verdiğimi, sonra bu kararımdan vazgeçtiğimi, her şeyi yazdım. Teker teker hepsi hakkında konuştuk. İletişim kopukluğumuz giderilince ve herkes düşüncelerini ve hislerini sakin kafayla açıklayınca ortada bir sorun kalmadı.
Onunlayken bir balon içinde yaşıyormuşuz, dünyada bizden başka kimse yokmuş ve hiçbir şey kötü gidemezmiş gibi hissediyorum. Birlikte zaman geçirdiğimizde sıradan bir pub'da sıradan bir öğle yemeği bile yiyor olsak hayatımın en önemli anlarından birini yaşıyormuş gibiyim, ama o anın geçmişte kalacak olduğunu düşünmek içimi sinir bozucu bir hüzünle dolduruyor ("This memory will fade away and die"). Hangi insan hayatının en mutlu anlarından biri olarak tanımlayabileceği bir şeyi yaşarken "Yarın bu an geçmişte kalacak ve bir daha bunu yaşamayacağım" diye hüzünlenir? Görünüşe bakılırsa ben, Brian Molko ve Chris Carrabba.
Aşk kesinlikle acayip bir kafa. Üç ay geçti, böyle mükemmel birinin bana aşık olduğuna inanmakta hala güçlük çekiyorum.
Çok fena emoluk edecek ve bu şarkının sözlerini paylaşacağım. İstesem hislerimi o kadar güzel ifade edemem çünkü.
Breathe in for luck,
Breathe in so deep,
This air is blessed,
You share with me.
This night is wild,
So calm and dull,
These hearts they race,
From self control.
Your legs are smooth,
As they graze mine,
We're doing fine,
We're doing nothing at all.
My hopes are so high,
That your kiss might kill me.
So won't you kill me,
So I die happy.
My heart is yours to fill or burst,
To break or bury,
Or wear as jewelry,
Whichever you prefer.
The words are hushed, let's not get busted;
Just lay entwined here, undiscovered.
Safe in here from all the stupid questions
"Hey did you get some?"
Man, that is so dumb.
Stay quiet, stay near, stay close they can't hear
So we can get some.
My hopes are so high that your kiss might kill me.
So won't you kill me, so I die happy.
My heart is yours to fill or burst,
To break or bury, or wear as jewelry,
Whichever you prefer.
Hands down this is the best day I can ever remember,
Always remember, the sound of the stereo,
The dim of the soft lights,
The scent of your hair that you twirled in your fingers
And the time on the clock when we realized it's so late
And this walk that we shared together.
The streets were wet and the gate was locked so I jumped it,
And let you in.
And you stood at your door with your hands on my waist
And you kissed me like you meant it.
And I knew that you meant it, that you meant it,
That you meant it, and I knew,
That you meant it, that you meant it.
#containyourself
Yaz indirimi sezonu açıldı. Harvey Nichols, Matches ve Liberty indirimleri bugün başladı; Selfridges'de ise indirim yarın başlayacak. En heyecanla beklediğim indirim Selfridges'inki, ama yine kendimi tutamayarak indirim sezonunu Selfridges'den önce açtım. İşte bu hafta elime geçirdiğim güzel şeyler (Aquascutum etek maalesef kalçasız insanlar için tasarlandığı için geri dönecek):
Sonia Rykiel Velour Heart Tank £206 £33
Balenciaga RH Murier Day £745 £207
Aquascutum Askham Smart Skirt £175 £35
DKNY Navy Polo £50 £14
Bu da böylece 4. Balenciaga çantam oldu. Çok, çok güzel bir çanta ve satış fiyatının çok altına aldım, ama yine de vicdan azabı duyuyorum. O yüzden ilk Balenciagam olan Calcaire Box'u satma çabalarım yeniden başladı. Bana 2 yıl önce ödediğim fiyatı ödemeyi kabul eden birini buldum, ama nakit ödeme istediğimi söyleyince kadın ortadan kayboldu.
Bu aralar sıkıntıdan fena halde The Purse Forum bağımlısı oldum. Üç yıldır üye olmama rağmen kırk yılda bir alacağım çantaların sahte olup olmadığını onaylatmak dışında pek girmediğim bir siteydi. Eğer internetten alışveriş yapan biriyseniz ve vaktiniz varsa sitenin eBay forumundaki en çok cevap yazılan konuları okumanızı tavsiye ederim. Macera filmi/Brezilya dizisi kıvamında gerçekten. Birkaç gündür günde en az 4-5 saatimi onları okuyarak geçiriyorum, bağımlılık yaptı cidden. Chanel çanta satın alıp "Kutu boş çıktı" diyerek Paypal'den parasını iade alanlar, aynı çantayı 50 kişiye satanlar, gerçek çantayı teslim alıp sahtesiyle değiştiren ve "Satıcı bana sahte çanta gönderdi" diye eBay'e şikayet edenler, çantayı aldıktan sonra "Gelmedi" diyerek bankalarını arayıp kredi kartlarından çekilen parayı geri aldıranlar, her türlü sahtekarlık öyküsüne denk geldim. Paypal'in bariz sahtekar olsa bile hep alıcıyı koruduğunu gördükten sonra kesinlikle satıcı olarak Paypal ile muhatap olmak istemediğime karar verdim. Çok korkunç gerçekten. Sadece nakit, almayan almasın.
Friday, 8 June 2012
disillusioned
Pazartesiden beri her günüm bütün gün yorganımın altında ağlama isteğiyle geçiyor. Ciddi anlamda 24 saat uyumak ve sadece beklediğim birkaç mail geldiği zaman uyanmak, onlara cevap verip geri uyumak istiyorum. Yıllar önce bilmem kaç sene antidepresan kullanmamı gerektirecek kadar ağzıma sıçan o depresyondan beri bunun gibi günler süren ve hiç düzelmeyen ağır bir ruh halinde olmamıştım.
Şu anda 'sevgili' olarak tanımlamanın içime sinmediği insanın bana her hafta içi bir gün akşam yemeği zamanı ayırması teklifimi reddetmesi ve sonuç olarak benim tüm özsaygımı bir kenara bırakarak şu anki durumu kabul etmem üzerine her şey daha da bombok oldu. Normalde sabahtan akşama sürekli iletişim içinde olduğum insan ona en çok ihtiyaç duyduğum zamanda bana günde bir kez "Umarım günün süper geçer" türü mesajlar atan biri haline dönüştü. Hem kendi hislerimi, hem onun hislerini, hem de sahip olduğumuzu düşündüğüm bağı sorgulamaya başladım. Onu kaybetmemeyi, ama hayatımdaki yerini küçültüp başkalarına yer açabilmeyi istiyorum. Bunu nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
Şu anda 'sevgili' olarak tanımlamanın içime sinmediği insanın bana her hafta içi bir gün akşam yemeği zamanı ayırması teklifimi reddetmesi ve sonuç olarak benim tüm özsaygımı bir kenara bırakarak şu anki durumu kabul etmem üzerine her şey daha da bombok oldu. Normalde sabahtan akşama sürekli iletişim içinde olduğum insan ona en çok ihtiyaç duyduğum zamanda bana günde bir kez "Umarım günün süper geçer" türü mesajlar atan biri haline dönüştü. Hem kendi hislerimi, hem onun hislerini, hem de sahip olduğumuzu düşündüğüm bağı sorgulamaya başladım. Onu kaybetmemeyi, ama hayatımdaki yerini küçültüp başkalarına yer açabilmeyi istiyorum. Bunu nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
Wednesday, 6 June 2012
post-conference blues
Bugünlerde içinde bulunduğum üçgen şeklindeki ilişki nedeniyle sinir stres içindeyim. Sürekli bir hıçkıra hıçkıra ağlama hissiyle geziyorum. Birilerine aklımdan geçenleri anlatmak istiyorum, ama benimle aynı durumda bulunmuş birini tanımıyorum ve yaşanmadan anlaşılabilecek bir şey değil bu. Bugün artık frustration'dan (hüsran diyeceğim ama, biraz da kızgınlık içeren bir ruh hali bana göre frustration) patlamak üzereydim ki, kendimi dışarı atmaya karar verdim. Ne zaman moralim bozulsa, bir şeye canım sıkılsa gittiğim South Bank'e gittim. Şu manzaraya karşı bir banka oturmak ve eğlenen, gezen turistlerin arasına karışmak ne kadar dengem bozulmuş hissetsem bile bana inanılmaz iyi geliyor. Ayaklarım yeniden yere basmış gibi oluyorum, zihnimi ele geçiren o ağırlık azalıyor ve problemlerimin çözülemez olmadığına inanmaya başlıyorum.
Sonra eve gelip hoşlanmadığım bir mail görüyorum ve moralim yine bozuluyor. Sevgilim bana yeterince zaman ayırmıyor gibi hissetmeye başladım iyice. Daha fazla ilgi görmek istiyorum, kötü bir şey olup ona ihtiyaç duyduğumda görüşebilmek için günlerce beklemek zorunda kalmayayım istiyorum, en azından hafta içleri görüştüğümüz bir günümüz olsun istiyorum. Bunu da ona söyledim. Eğer "Eşim, çocuğum vs" bahanesiyle teklifimi reddederse ne yapacağımdan emin değilim. Hayatım boyunca ilişkiler konusunda asla vazgeçmediğim tek inancım "Eğer biri beni gerçekten söylediği kadar çok seviyorsa beni görmek için zaman yaratacaktır" olmuştur. Bu inanç benim için diğer tüm yönlerden kusursuz olan ve deliler gibi sevdiğim, zaman problemi dışında her ihtiyacımı karşılayan biriyle ilişkimi bitirmek için yeterli olmalı mı sizce? Emin olamıyorum. Bana istediğim kadar zaman ayıramadığı için haksızlık ettiğini düşündüğünü ve istersem diğer insanlarla da birlikte olabileceğimi söyledi, ama başka birileriyle görüşmek gerçekten hiç içimden gelmiyor şu an.
Sonra eve gelip hoşlanmadığım bir mail görüyorum ve moralim yine bozuluyor. Sevgilim bana yeterince zaman ayırmıyor gibi hissetmeye başladım iyice. Daha fazla ilgi görmek istiyorum, kötü bir şey olup ona ihtiyaç duyduğumda görüşebilmek için günlerce beklemek zorunda kalmayayım istiyorum, en azından hafta içleri görüştüğümüz bir günümüz olsun istiyorum. Bunu da ona söyledim. Eğer "Eşim, çocuğum vs" bahanesiyle teklifimi reddederse ne yapacağımdan emin değilim. Hayatım boyunca ilişkiler konusunda asla vazgeçmediğim tek inancım "Eğer biri beni gerçekten söylediği kadar çok seviyorsa beni görmek için zaman yaratacaktır" olmuştur. Bu inanç benim için diğer tüm yönlerden kusursuz olan ve deliler gibi sevdiğim, zaman problemi dışında her ihtiyacımı karşılayan biriyle ilişkimi bitirmek için yeterli olmalı mı sizce? Emin olamıyorum. Bana istediğim kadar zaman ayıramadığı için haksızlık ettiğini düşündüğünü ve istersem diğer insanlarla da birlikte olabileceğimi söyledi, ama başka birileriyle görüşmek gerçekten hiç içimden gelmiyor şu an.
Tuesday, 5 June 2012
drama llama
Hayatımın en acayip haftasonunu geçirdim. Dün akşam eve gelmiş olmama ve tüm olan bitenin üstüne derin bir uyku çekmeme rağmen hala ruhsal ve duygusal dengemi bulabilmiş değilim.
Cuma günü sevgilim, ben ve birlikte yaşadığı, partneri mi, sevgilisi mi diyeyim, eşi mi diyeyim, ne diyeyim bilemediğim insan birlikte Manchester'a bir konferansa gittik. Kafa karışıklığını önlemek için sevgilimden D, diğer insandan T olarak bahsedeceğim. Neyse, konferansa D'nin arabasıyla gideceğimiz ve benim sabah 9'da onlarla evlerinde buluşacağım konusunda anlaşmıştık. Saat 8'de tam evden çıkmama 10 dakika kala D'den "T yine her zamanki gibi vaktinde hazırlanamayacak, yarım saat ertelesek olur mu" diye bir mesaj geliyor. Londra'nın über kuzeyindeki evlerine gitmek için sabahın köründe kalkıp bir saat fazladan yol gidecek olmama rağmen ben geç kalmıyorum, işsiz güçsüz bütün gün evde internete girmekten başka şey yapmadığı için çantasını önceden hazırlamamış olan T geç kalıyor, herkes planlarını ona göre değiştirmek zorunda kalıyor. Buna fena halde sinir oluyorum. Gittiğimde T bütün planların içine ettiği için bir özür bile dilemiyor. Anında ön koltuğa kuruluyor, ister istemez arka koltuğa oturtulmam bende bir hiyerarşi izlenimi uyandırıyor. Neyse, yoldayız, gidiyoruz, T bana arada ufak ufak laf sokuyor, D tatsızlık çıkmasın diye fena halde stres modunda. Kraliçe'nin tahta çıkma yıldönümü kutlamalarına denk geldiğimiz için otoyol fena halde kalabalık, araba ilerlemiyor, üç buçuk saatlik yolu 6 saatte gidiyoruz. Tüm bu süre boyunca ön koltukta T bağıra çağıra şarkı söylüyor, D ikimize de biraz uzak davranmaya başlıyor, ben arkada birbiri ardına cin tonik deviriyor ve yolculuğun bir an önce sona ermesini diliyorum. D'nin ilk geceyi T ile, sonraki iki geceyi ise benimle geçireceğini önceden kararlaştırmış olmamıza rağmen T bu durumdan memnun olmadığını belirtir imalarda bulunuyor. Tüm bu stresten sonra otelimize ulaşıyoruz, birlikte check-in yaptığımız için odalarımızı yan yana veriyorlar. Yukarı çıkıp odalara bakıyor ve yataklarımızın baş başa gelecek şekilde konumlandırıldığını fark ediyoruz. Bunun fazla garip olacağına karar veriyoruz, onlar odalarını değiştiriyor. Akşam yapılacak olan müzayededen önce 3 saatimiz var, yemek yemeye gidiyoruz. D arabayı park ederken T bana D hakkında ne hissettiğimi soruyor. Ben kara kara ne diyeceğimi düşünürken D geliyor, cevap vermekten kurtuluyorum. T yemeğini hızla yiyip hazırlanmaya gidiyor, D ve ben hazırlanmamız 2 saat sürmeyeceği için ağırdan alıyoruz. Sonuç olarak T erken hazırlanmaya başlamış olmasına rağmen tabii ki yarım saat geç kalıyor, geç gelenler müzayedeye alınmayacağı için stres ve sinir oluyorum, D ikimizin de takma kirpiklerine, bilmem nesine yardım etmek için odadan odaya koşuşturduğu için stres oluyor, böyle bir ruh halinde müzayedeye gidiyoruz. D'ye ortamıza oturmasını öneriyorum, ama ısrarla benim yanıma oturuyor, ben ortada kalıyorum. Müzayede boyunca D ile omuzlarımız birbirine değiyor, normalde birlikte olduğumuz her an eline, bacağına vs. dokunan biri olmama rağmen haftasonu boyunca T'nin yanında ona dokunmaktan çekiniyorum. O da çok gergin, ikimize de dokunmuyor ve çok suskun. İyi zaman geçirmediği çok bariz. Üç saat sonra müzayede bitiyor, T kazandıklarını almaya gidiyor, D ve ben ilk kez koşuşturmacasız, doğru düzgün baş başa kalmanın tadını çıkarıyor ve şakalaşıyoruz. T suratsız ötesi bir şekilde geri geliyor, ben arkadaşlarıma hoşçakal demeye gittiğim sırada "Bütün gece benimle konuşmadın, ben gittiğim an gülüşmeye başladınız" şeklinde D'nin ağzına sıçıyor. Otele dönüyoruz, bu sırada T 10 metre önümüzde yürüyüp fena halde trip atıyor. Odama gidiyorum, sonradan D'den öğrendiğime göre onlar tartışıyor. T biraz D ile baş başa zaman geçirmek istediğini söylüyor, ertesi akşam birlikte yemek yemeye karar veriyorlar, biraz gıcık olmama rağmen kabul ediyorum.
Cumartesi sabahı T'nin alışverişe gitmesi gerekiyor, D ile kahvaltı ediyor ve onunla konferans mekanında buluşuyoruz. T insanlara bizi "Bu partnerim D, bu da zerofeelings" şeklinde tanıştırıyor. Benim de D'nin en az onun kadar partneri olduğumu göz ardı etmesine çok sinirleniyorum. Hepimiz aynı workshop'lara gidiyoruz. Bu kez T çokeşlilik konulu workshop'ta D'den "My wife" olarak bahsediyor. Evli falan olmamalarına rağmen benim olduğum ortamda ondan "wife" diye bahsetmesine çok sinir olduğum kendisine D tarafından önceden iletildiği halde böyle bir muhabbete girmesini kasıtlı buluyor ve daha da sinirleniyorum. O gün D biriyle tanışıyor, akşam gideceğimiz partide birlikte takılmaya karar veriyorlar. T D'ye yeni tanıştığı S ile ne yapacaklarını konuşmak için 10-15 dakikaya ihtiyacı olduğunu söylüyor. D ile ben otele dönüyoruz, T'nin 10 dakikası 1 saate dönüştüğünden onların yemek planı iptal oluyor. D, T'nin ondan baş başa zaman istemesine rağmen böyle bir şey yapmasına sinir oluyor. Saat 7.45'te çıkmayı kararlaştırıyoruz. 7.30 ve ben hazırım. D takma kirpiklerime yardım etmeye geliyor. 7.45 oluyor, T hala ortada yok. Sonunda hazır olduğunda saat 9'da geliyor. Ben yine sinirleniyorum. D'nin arabasıyla yarım saat uzaklıktaki parti mekanına gidiyoruz. Mekan umduğumuzdan çok daha küçük, tek bir odadan oluşuyor. Ne D ve ben T ve S'yi, ne de onlar bizi iş pişirirken görmek istemediğinden önce onların ne bok yiyeceklerse yemelerini, daha sonra D ve benim o odaya gitmemizi kararlaştırıyoruz. Biz dışarıda oturup sıkıntıdan patlarken 3 saat geçiyor, T ve S hala ortada yok. Zaman geçtikçe ikimiz de sinirleniyoruz, parti sona yaklaşıyor ve o akşam bir şey yapacak fırsatımız olmayacağını anlıyor, arabada beklemeye karar veriyoruz. Araba anahtarlarının T'de olduğu ortaya çıkıyor, ama yaptıklarını bölmek istemediğimizden gidip alamıyoruz. Sonunda yukarı geliyorlar, D bu sırada sinirden patlamak üzere. Tam bir sessizlik ve awkwardness içinde Manchester'a geri dönüyoruz. S'yi bırakıyor ve otele geliyoruz. Kendisine çok sinirlendiğimizi anlayan T, D'ye "10 dakika konuşabilir miyiz" diyor. Geceyi benimle geçirecek olan ve akşamın daha da mahvolmasını istemeyen D, daha fazla zamanımızdan çalmasını istemediği için "Yarın konuşalım" diyor. Bu sefer buna sinirlenen T çekip gidiyor. D de peşinden gitmek zorunda kalıyor. Tartışıyorlar, D odama geliyor, geceyi benimle geçiriyor.
Ertesi sabah konferans mekanına gidiyoruz, herkes ana salonda ama T ve S yoklar. Onları alt katta bir köşede el ele tutuşmuş konuşurken buluyoruz. Zaten sinirli olan D daha da sinirleniyor. S peşimizden geliyor ve benim yüzüme dahi bakmadan D'den laf olsun diye özür diliyor. Ama gerçekten üzgün olmadığı o kadar belli ki, D ona ters davranıyor. T D'ye "Yalnız konuşabilir miyiz" diye bir mesaj atıyor, gideceğimiz workshop'un başlamasına 20 dakika var, D kısa keseceğine söz vererek onun yanına gidiyor. Workshop başlıyor, D'den "Ben workshop'a gelmiyorum, biraz yalnız olmaya ihtiyacım var, özür dilerim" diye bir mesaj geliyor. T'nin yaptığı şeylerin acısını benden çıkarıyor gibi hissediyor ve sinirleniyorum. Otele dönüyorum, biraz sonra D geliyor, bütün gün kavga ettiklerini ve ayrılmak üzere olduklarını anlatıyor. Onu teselli etmeye çalışıyorum. Tüm bu olanlara rağmen yine de o akşamki partiye gitmeye ve biraz kafa dağıtmaya çalışmaya karar veriyoruz. Parti boyunca T ve ben birbirimizi tamamen görmezden geliyoruz, D biraz yalnız kalmak istediğini söyleyerek beni yalnız bırakıyor, moralim iyice bozulmaya başlıyor. D yanıma geldiği sırada otele dönmek istediğimi söylüyorum, T'ye gideceğimizi söylemek için gidiyor, 15 dakika geçiyor ve hala yok. Çıkarken niye geç kaldığını soruyorum, yine tartıştıklarını söyleyerek bana patlıyor, hemen özür diliyor. Otele gidiyoruz, geceye dair aylardır yaptığımız tüm planlar tamamen alt üst, D ağlamaya başlıyor. Sabahın köründe uyanıp uyku tutmadığını, biraz yürüyüşe çıkmak ve kendi kendine zaman geçirmek istediğini söylüyor. Beni uzaklaştırıyormuş gibi hissediyorum. Geri geliyor, yine ağlıyor, yine onu teselli etmeye çalışıyorum, check out zamanı geliyor. Trenime 6 saat var. O 6 saatin en azından bir kısmını benimle geçirmeyi önereceğini beklerken o öğleden sonra T ile buluşup ayrılma/ayrılmama konusunda konuşacaklarını ve ondan önce yalnız olmak istediğini söyleyip arabasına atlıyor ve gidiyor. Bu noktada fena halde yalnız hissediyorum, benden iyice uzaklaşmış ve ilişkimiz her an bitecek gibi geliyor. Akşam bana mesaj atıyor, çok sarhoş olduğunu ama neler olduğunu anlatmak istemediğini söylüyor, havadan sudan konuşuyoruz. Hala neler oldu bilmiyorum ve bu beni çok rahatsız ediyor, daha da moralim düşüyor. Hala kendime gelemedim.
Workshop'lar, partiler ve ortam süperdi, ama bu kadar dramayı düşmanım için dilemem gerçekten.
Cuma günü sevgilim, ben ve birlikte yaşadığı, partneri mi, sevgilisi mi diyeyim, eşi mi diyeyim, ne diyeyim bilemediğim insan birlikte Manchester'a bir konferansa gittik. Kafa karışıklığını önlemek için sevgilimden D, diğer insandan T olarak bahsedeceğim. Neyse, konferansa D'nin arabasıyla gideceğimiz ve benim sabah 9'da onlarla evlerinde buluşacağım konusunda anlaşmıştık. Saat 8'de tam evden çıkmama 10 dakika kala D'den "T yine her zamanki gibi vaktinde hazırlanamayacak, yarım saat ertelesek olur mu" diye bir mesaj geliyor. Londra'nın über kuzeyindeki evlerine gitmek için sabahın köründe kalkıp bir saat fazladan yol gidecek olmama rağmen ben geç kalmıyorum, işsiz güçsüz bütün gün evde internete girmekten başka şey yapmadığı için çantasını önceden hazırlamamış olan T geç kalıyor, herkes planlarını ona göre değiştirmek zorunda kalıyor. Buna fena halde sinir oluyorum. Gittiğimde T bütün planların içine ettiği için bir özür bile dilemiyor. Anında ön koltuğa kuruluyor, ister istemez arka koltuğa oturtulmam bende bir hiyerarşi izlenimi uyandırıyor. Neyse, yoldayız, gidiyoruz, T bana arada ufak ufak laf sokuyor, D tatsızlık çıkmasın diye fena halde stres modunda. Kraliçe'nin tahta çıkma yıldönümü kutlamalarına denk geldiğimiz için otoyol fena halde kalabalık, araba ilerlemiyor, üç buçuk saatlik yolu 6 saatte gidiyoruz. Tüm bu süre boyunca ön koltukta T bağıra çağıra şarkı söylüyor, D ikimize de biraz uzak davranmaya başlıyor, ben arkada birbiri ardına cin tonik deviriyor ve yolculuğun bir an önce sona ermesini diliyorum. D'nin ilk geceyi T ile, sonraki iki geceyi ise benimle geçireceğini önceden kararlaştırmış olmamıza rağmen T bu durumdan memnun olmadığını belirtir imalarda bulunuyor. Tüm bu stresten sonra otelimize ulaşıyoruz, birlikte check-in yaptığımız için odalarımızı yan yana veriyorlar. Yukarı çıkıp odalara bakıyor ve yataklarımızın baş başa gelecek şekilde konumlandırıldığını fark ediyoruz. Bunun fazla garip olacağına karar veriyoruz, onlar odalarını değiştiriyor. Akşam yapılacak olan müzayededen önce 3 saatimiz var, yemek yemeye gidiyoruz. D arabayı park ederken T bana D hakkında ne hissettiğimi soruyor. Ben kara kara ne diyeceğimi düşünürken D geliyor, cevap vermekten kurtuluyorum. T yemeğini hızla yiyip hazırlanmaya gidiyor, D ve ben hazırlanmamız 2 saat sürmeyeceği için ağırdan alıyoruz. Sonuç olarak T erken hazırlanmaya başlamış olmasına rağmen tabii ki yarım saat geç kalıyor, geç gelenler müzayedeye alınmayacağı için stres ve sinir oluyorum, D ikimizin de takma kirpiklerine, bilmem nesine yardım etmek için odadan odaya koşuşturduğu için stres oluyor, böyle bir ruh halinde müzayedeye gidiyoruz. D'ye ortamıza oturmasını öneriyorum, ama ısrarla benim yanıma oturuyor, ben ortada kalıyorum. Müzayede boyunca D ile omuzlarımız birbirine değiyor, normalde birlikte olduğumuz her an eline, bacağına vs. dokunan biri olmama rağmen haftasonu boyunca T'nin yanında ona dokunmaktan çekiniyorum. O da çok gergin, ikimize de dokunmuyor ve çok suskun. İyi zaman geçirmediği çok bariz. Üç saat sonra müzayede bitiyor, T kazandıklarını almaya gidiyor, D ve ben ilk kez koşuşturmacasız, doğru düzgün baş başa kalmanın tadını çıkarıyor ve şakalaşıyoruz. T suratsız ötesi bir şekilde geri geliyor, ben arkadaşlarıma hoşçakal demeye gittiğim sırada "Bütün gece benimle konuşmadın, ben gittiğim an gülüşmeye başladınız" şeklinde D'nin ağzına sıçıyor. Otele dönüyoruz, bu sırada T 10 metre önümüzde yürüyüp fena halde trip atıyor. Odama gidiyorum, sonradan D'den öğrendiğime göre onlar tartışıyor. T biraz D ile baş başa zaman geçirmek istediğini söylüyor, ertesi akşam birlikte yemek yemeye karar veriyorlar, biraz gıcık olmama rağmen kabul ediyorum.
Cumartesi sabahı T'nin alışverişe gitmesi gerekiyor, D ile kahvaltı ediyor ve onunla konferans mekanında buluşuyoruz. T insanlara bizi "Bu partnerim D, bu da zerofeelings" şeklinde tanıştırıyor. Benim de D'nin en az onun kadar partneri olduğumu göz ardı etmesine çok sinirleniyorum. Hepimiz aynı workshop'lara gidiyoruz. Bu kez T çokeşlilik konulu workshop'ta D'den "My wife" olarak bahsediyor. Evli falan olmamalarına rağmen benim olduğum ortamda ondan "wife" diye bahsetmesine çok sinir olduğum kendisine D tarafından önceden iletildiği halde böyle bir muhabbete girmesini kasıtlı buluyor ve daha da sinirleniyorum. O gün D biriyle tanışıyor, akşam gideceğimiz partide birlikte takılmaya karar veriyorlar. T D'ye yeni tanıştığı S ile ne yapacaklarını konuşmak için 10-15 dakikaya ihtiyacı olduğunu söylüyor. D ile ben otele dönüyoruz, T'nin 10 dakikası 1 saate dönüştüğünden onların yemek planı iptal oluyor. D, T'nin ondan baş başa zaman istemesine rağmen böyle bir şey yapmasına sinir oluyor. Saat 7.45'te çıkmayı kararlaştırıyoruz. 7.30 ve ben hazırım. D takma kirpiklerime yardım etmeye geliyor. 7.45 oluyor, T hala ortada yok. Sonunda hazır olduğunda saat 9'da geliyor. Ben yine sinirleniyorum. D'nin arabasıyla yarım saat uzaklıktaki parti mekanına gidiyoruz. Mekan umduğumuzdan çok daha küçük, tek bir odadan oluşuyor. Ne D ve ben T ve S'yi, ne de onlar bizi iş pişirirken görmek istemediğinden önce onların ne bok yiyeceklerse yemelerini, daha sonra D ve benim o odaya gitmemizi kararlaştırıyoruz. Biz dışarıda oturup sıkıntıdan patlarken 3 saat geçiyor, T ve S hala ortada yok. Zaman geçtikçe ikimiz de sinirleniyoruz, parti sona yaklaşıyor ve o akşam bir şey yapacak fırsatımız olmayacağını anlıyor, arabada beklemeye karar veriyoruz. Araba anahtarlarının T'de olduğu ortaya çıkıyor, ama yaptıklarını bölmek istemediğimizden gidip alamıyoruz. Sonunda yukarı geliyorlar, D bu sırada sinirden patlamak üzere. Tam bir sessizlik ve awkwardness içinde Manchester'a geri dönüyoruz. S'yi bırakıyor ve otele geliyoruz. Kendisine çok sinirlendiğimizi anlayan T, D'ye "10 dakika konuşabilir miyiz" diyor. Geceyi benimle geçirecek olan ve akşamın daha da mahvolmasını istemeyen D, daha fazla zamanımızdan çalmasını istemediği için "Yarın konuşalım" diyor. Bu sefer buna sinirlenen T çekip gidiyor. D de peşinden gitmek zorunda kalıyor. Tartışıyorlar, D odama geliyor, geceyi benimle geçiriyor.
Ertesi sabah konferans mekanına gidiyoruz, herkes ana salonda ama T ve S yoklar. Onları alt katta bir köşede el ele tutuşmuş konuşurken buluyoruz. Zaten sinirli olan D daha da sinirleniyor. S peşimizden geliyor ve benim yüzüme dahi bakmadan D'den laf olsun diye özür diliyor. Ama gerçekten üzgün olmadığı o kadar belli ki, D ona ters davranıyor. T D'ye "Yalnız konuşabilir miyiz" diye bir mesaj atıyor, gideceğimiz workshop'un başlamasına 20 dakika var, D kısa keseceğine söz vererek onun yanına gidiyor. Workshop başlıyor, D'den "Ben workshop'a gelmiyorum, biraz yalnız olmaya ihtiyacım var, özür dilerim" diye bir mesaj geliyor. T'nin yaptığı şeylerin acısını benden çıkarıyor gibi hissediyor ve sinirleniyorum. Otele dönüyorum, biraz sonra D geliyor, bütün gün kavga ettiklerini ve ayrılmak üzere olduklarını anlatıyor. Onu teselli etmeye çalışıyorum. Tüm bu olanlara rağmen yine de o akşamki partiye gitmeye ve biraz kafa dağıtmaya çalışmaya karar veriyoruz. Parti boyunca T ve ben birbirimizi tamamen görmezden geliyoruz, D biraz yalnız kalmak istediğini söyleyerek beni yalnız bırakıyor, moralim iyice bozulmaya başlıyor. D yanıma geldiği sırada otele dönmek istediğimi söylüyorum, T'ye gideceğimizi söylemek için gidiyor, 15 dakika geçiyor ve hala yok. Çıkarken niye geç kaldığını soruyorum, yine tartıştıklarını söyleyerek bana patlıyor, hemen özür diliyor. Otele gidiyoruz, geceye dair aylardır yaptığımız tüm planlar tamamen alt üst, D ağlamaya başlıyor. Sabahın köründe uyanıp uyku tutmadığını, biraz yürüyüşe çıkmak ve kendi kendine zaman geçirmek istediğini söylüyor. Beni uzaklaştırıyormuş gibi hissediyorum. Geri geliyor, yine ağlıyor, yine onu teselli etmeye çalışıyorum, check out zamanı geliyor. Trenime 6 saat var. O 6 saatin en azından bir kısmını benimle geçirmeyi önereceğini beklerken o öğleden sonra T ile buluşup ayrılma/ayrılmama konusunda konuşacaklarını ve ondan önce yalnız olmak istediğini söyleyip arabasına atlıyor ve gidiyor. Bu noktada fena halde yalnız hissediyorum, benden iyice uzaklaşmış ve ilişkimiz her an bitecek gibi geliyor. Akşam bana mesaj atıyor, çok sarhoş olduğunu ama neler olduğunu anlatmak istemediğini söylüyor, havadan sudan konuşuyoruz. Hala neler oldu bilmiyorum ve bu beni çok rahatsız ediyor, daha da moralim düşüyor. Hala kendime gelemedim.
Workshop'lar, partiler ve ortam süperdi, ama bu kadar dramayı düşmanım için dilemem gerçekten.
Thursday, 31 May 2012
you've got beautiful eyes, they travel down history
Şu kürtaj muhabbetinde ülkem prehistorik zihinlerinden birbiri ardına saçma sapan laflar geliyor. Gerçekten okudukça depresifleşiyorum. Ciddi anlamda tiksiniyor ve insanların bunun üzerine bile hala patlama noktasına ulaşmamasına hayret ediyorum. Umutsuzlaşıyorum.
**
Dün akşam National Theatre'a Christopher Eccleston'lu Antigone'yi izlemeye gittim. Aylar öncesinden biletler tükenmişti, ama tam iade edilen biletlerin son anda yeniden satıldığı güne denk gelerek en ortada, en önde bir koltuğu çok çok indirimli bir fiyata bulmayı başardım. Tiyatroyu en önden izlemek, her detayı görmek bir başka oluyor.
Oyun öncesi aylardır gitmek istediğim, ama nedense her heveslenişimin kapalı olduğu Pazartesi gününe denk geldiği ve dolayısıyla gidemediğim BFI Mediatheque'e gittim. Eğer Londra'ya yolunuz düşerse mutlaka tavsiye ederim, ücretsiz olarak tüm BFI milli arşivini izleyebiliyorsunuz. Akla gelebilecek her türlü şeyden oluşan binlerce filmlik bir arşiv. 150 videodan oluşan LGBT temalı koleksiyonlarına göz atarken 1992 yapımı bir kısa filme denk geldim. Zaman zaman gittiğim bir barda görüp güzel olduğunu düşündüğüm bir kadının gençlik haline rastladım. Aynı koleksiyon içinde izlediğim alakasız bir başka kısa filmde de o vardı. Dünya gerçekten küçük.
**
Yarın D, diğer kız arkadaşı ve ben Manchester'a gidiyoruz. Geldiğimde nasıl geçtiğini bildireceğim.
**
Dün akşam National Theatre'a Christopher Eccleston'lu Antigone'yi izlemeye gittim. Aylar öncesinden biletler tükenmişti, ama tam iade edilen biletlerin son anda yeniden satıldığı güne denk gelerek en ortada, en önde bir koltuğu çok çok indirimli bir fiyata bulmayı başardım. Tiyatroyu en önden izlemek, her detayı görmek bir başka oluyor.
Oyun öncesi aylardır gitmek istediğim, ama nedense her heveslenişimin kapalı olduğu Pazartesi gününe denk geldiği ve dolayısıyla gidemediğim BFI Mediatheque'e gittim. Eğer Londra'ya yolunuz düşerse mutlaka tavsiye ederim, ücretsiz olarak tüm BFI milli arşivini izleyebiliyorsunuz. Akla gelebilecek her türlü şeyden oluşan binlerce filmlik bir arşiv. 150 videodan oluşan LGBT temalı koleksiyonlarına göz atarken 1992 yapımı bir kısa filme denk geldim. Zaman zaman gittiğim bir barda görüp güzel olduğunu düşündüğüm bir kadının gençlik haline rastladım. Aynı koleksiyon içinde izlediğim alakasız bir başka kısa filmde de o vardı. Dünya gerçekten küçük.
**
Yarın D, diğer kız arkadaşı ve ben Manchester'a gidiyoruz. Geldiğimde nasıl geçtiğini bildireceğim.
Subscribe to:
Posts (Atom)