Monday 18 June 2012

no fear of the homophobe

En son yazımın üstüne yine bir sürü şey oldu.

D'nin annesinin durumunun kötüye gitmesi üzerine haftasonu planlarımız iptal oldu. Sadece dün öğle yemeği için buluşabildik. Bugün D, T ve çocukları birlikte tatile gidiyorlar. Cuma günü tatil dönüşü D direk annesinin yanına gidecek, yine görüşemeyeceğiz. Tam ben ondan sonraki haftasonunu birlikte geçiririz diye kendimi avutuyordum ki, o haftasonunu T ile ilişkilerini düzeltme amacıyla baş başa geçirmeyi planladıklarını öğrendim.  Bizim haftasonumuz iptal olduğu için o haftasonu o planı iptal edip benimle olmak istediğini ve T ile konuşacağını söyledi, ama T'nin uyuzluk yapacağını tahmin ediyorum. Bu durumda Haziran ayı boyunca bir tek günü bile baş başa geçirememiş ve sadece haftada bir öğle yemeği için buluşmuş olacağız.

Görüşemiyor olmamızın kesinlikle onun suçu olmadığının farkındayım, ve içimdeki bencil çocuğu tüm gücümle bastırmaya çalışıyorum, ama yine de bir parçam tüm bu olanlara fena halde içerliyor. Manchester ve sonrasında olanlardan sonra onunla iki gün de olsa yalnız zaman geçirmeye ve ilişkimizi sorgulamaya başlayan iç sesimi susturmaya ihtiyacım vardı. Onu göremedikçe Büyük Manchester Drama Rüzgarları sonrası ortaya çıkan o ses daha da güçleniyor ve ona olan hislerimden şüphe duymaya başlıyorum. Ya da yanlış oldu, hislerimden değil de, ilişkimizin geleceğinden diyelim. Geçen hafta T'nin Manchester'da yaptığı ve haberim olmayan birkaç şeyi daha öğrendim, gerçekten kimsenin sevdiği birine yapmayacağı leş hareketler. Kadının D ile tamamen çocuğunu tek başına büyütemeyeceği için maddi amaçlı birlikte olmak istediği ve aralarında artık aşk maşk kalmadığı çok belli (T işsiz, çalışmak gibi bir isteği de yok, hem onun hem de çocuğun her masrafını D karşılıyor). D de bunun farkında. Bunu bilmesine ve T'nin kendisini bilmem kaç kez aldatmış olmasına, daha bir sürü pislik yapmasına rağmen hala o ilişkiyi sürdürmekte kararlı olması benim D'ye olan saygımın azalmasına neden oluyor. D'nin ortada sırf bir çocuk var diye böyle leş bir insanla zamanının %90'ını geçirmesine, benim her zaman kıyıda köşede kalmama ve bana bunun değişeceğine dair en ufak bir izlenim vermemesine ciddi içerlemeye başladım. Ayrılmak istemiyorum, ama 5 sene sonra hala onu arada bir haftasonları gören, akşamlarını sevgilisiyle romantik bir yemek yiyerek geçireceğine tek başına evde şarap içerek geçiren yalnız kadın modeli olma düşüncesi bu aralar kafamı fena halde rahatsız etmeye başladı. O yüzden başka insanlarla görüşmeye karar verdim. D ile başkalarıyla birlikte olmak istediğimde bunu ona söyleyeceğim ve kurallar belirleyeceğimiz konusunda anlaşmıştık, ama bu kadar şeyin ortasında "Ha bu arada, ben bana verdiğin zamanın yetmediğine ve başkalarıyla da birlikte olmak istediğime karar verdim" demenin zaten hassas olan dengemizi daha da bozacağından korkuyorum. O yüzden ikinci bir sevgili bulma çabalarım şu anda ondan habersiz devam ediyor.

**

Haftasonu Lovebox'taydım. Hot Chip, Crystal Castles, Lana Del Rey, The Rapture, Patrick Wolf ve Mika'yı canlı izleme fırsatım oldu. Lana Del Rey takıntım gittikçe büyüyor; sesine, şarkılarına, güzelliğine, tavırlarına, her şeyine bayılıyorum.

Düne kadar gay olduğunu bilmediğim Patrick Wolf'un Bermondsey Street'in şarkı sözlerini "Love knows no boundaries, no fear of the government, no fear of the homophobe" olarak değiştirmesi de aklımda yer etti.

Sahnede onun kadar komik ve şirin olan çok az insan var. Siz de benim gibi işsiz güçsüzseniz konser kayıtlarına bir göz atın.


No comments: