Wednesday, 4 June 2008

my INFP true love- i know you're out there!!

About Your Personality Type

Imagine a deep lush valley, caressed by flowers and trees that eternally blossom, inhabited by animals that serve as gentle companions and by people who spend their days loving, creating, and selflessly serving humanity. This is the world of the rare (only about 3 percent of the population) Idealistic Philosopher: the person who is forever striving to live in a perfect world where love and harmony abound.

INFP when in love

As an idealistic Philosopher, you believe that love requires a profound emotional and spiritual connection. You may also believe that, to attain this desired state, you will have to endure a great deal of pain and sacrifice. Yet all the suffering will be worth it once you find your perfect love. When that blessed day comes, you will be a complete person, as you and your partner will work together to make the world a better place. In the beginning of a relationship, you tend to idealize your mate as the greatest person in the world; you'd easily give up your life for him or her. Later, when reality intrudes, you may find yourself disappointed as you realize that no real human being can match the fantastic images of love and romance you created in your imagination. Fortunately, despite your disillusionment, you somehow recover and begin to accept the flaws of your partner, ever so slowly, while still wishing you could change him or her into the perfect image you had when you first fell in love.

INFP where to meet

Where can you meet an Idealistic Philosopher? Idealistic Philosophers love writing, psychology, the arts, and relationships, and are drawn to activities that involve a crusade or mission. You can bump into them at bookstores, especially in sections related to the preceding topics. You can also find Idealistic Philosophers at the theater, art galleries, and museums - often walking slowly, by themselves, lost in their thoughts.

**Bir INFP olarak bundan sonra INFP olmayan hiç kimse benim sevgilim olamaz, gidin bir kişilik testi yapın bana öyle gelin. Yeter artık uğraşamam yoksa.

Sunday, 1 June 2008

i cherish you

Lise 2 anılarım aklıma geldikçe geriye dönmek istemişimdir hep. Gerçi Lise 2'deyken de orta son anılarıma dönmek isterdim. 2 yıl sonra da bugüne dönmek isteyeceğim. Hayatın garipliklerinden biri de bu, her zaman içinde bulunduğu durumu beğenmez ve geçmişe dönebilmek ister insan, şu anki durumunu da gelecekte özleyeceğini bilmeden. Lise 2 benim için ilginç bir dönemdi. Thrice-Trust dinlerdim o zamanlar çok.

Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, yeah the margin of error is slight. Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, yeah you know that you could save my life. There is a risk, there’s a risk when you're dealing with love. You could snap my neck, any speed you drive can be dangerous. Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, cause I know what betrayal can mean. When this frame fails me, will I trust you to carry me through? I know there’s no such thing as safety, but I know what a promise can do. Will I trust you, will I trust you to carry me through? I will trust you, cause I know what a promise can do.

Hayatımda birisi orta son, birisi lise 2 ve birisi de şu sıralar olan 3 duygusal aşırılık döneminden biriydi o. Sözlere, güvendiğim insanların sonsuza kadar olmasa da uzun yıllar hayatımda olacağına inanırdım. Şu anda hiç biri hayatımda olmayan bu insanlarla ilgili ilginç şey, o zamanlar sevgimden öleceğimi sanırken şu anda umrumda bile olmamaları. Zaman mıydı, fiziksel uzaklık mıydı bilmiyorum, onlar sözlerini tutmadılar, zaten ben de tutmalarını istememiştim belki de yeterince. Son kullanma tarihlerini dolduran insanlar yenileriyle değiştirilmek üzere hayatımdan çıktılar, benim yerimi doldurdular. Sonuç olarak şu anda buradayım, mutsuz olmak istemiyorum aslında. Hayatımdaki her şey süper gidiyor şu anda, süper bir sevgilim var, evimi çok seviyorum, okulum bitti, İngiltere'ye gideceğim, bütün yaz hiç bir sorumluluk olmadan aklıma nasıl eserse öyle davranma özgürlüğüm var. Neden hala mutlu değilim? Neden hala vücudumun orta yerinde kocaman bir delik varmış ve hayatımdaki her şey o delikten geçip gidiyormuş gibi hissediyorum? Daha da önemlisi, o boşluk bir gün dolacak mı? Bilmiyorum.

Violey Gray hanfendinin bloguna baktım. Lise 2 dönemimin bir başka sevilen şarkısı olan Short Stories With Tragic Endings'i gördüm. Hayatımın trajik bir şekilde sonuçlanan kısa hikayelerle dolu olduğunu fark ettim. Ama ben mutsuz sonları sevmezdim ki? Tüm hikayeler mutlu sonla bitmeli bence, artık mutsuz biten filmleri izlemiyorum ben. Herkes mutlu olsun, aşık olduğu kişiyle sonsuza dek mutlu yaşasın, tek isteğim bu evet.

did you ever look
did you ever see that one person?
and the subtle way that they do these things and it hurts so much?
so much like choking down the embers of a great blaze
it's that moment when your eyes seem to spread aspersions
and to scream confessions at the insipid sky parting clouds
you let this one person come down at the most perfect moment

standing so close knowing that it kills me to breathe you in
standing so close knowing that it kills me to breathe you in
but this table for one has become bearable

i now take comfort in this, in this, i cherish you
i cherish you
i cherish you

just say that you would do the same for me
just say you would do the same
just say you would do the same for me
for as much as i love autumn
i'm giving myself to ashes

Saturday, 31 May 2008

emotional rollercoaster

10 dakika önce deli gibi, rahatsız edici derecede mutluydum. Çarşamba gününden beri mutluluktan midem bulanıyordu, heyecandan uyanık durmaya dayanamıyordum, aşırı sevinç ve coşku beynimin içinde zıplıyordu, uyumak istedim, mutluluğumu düşünmezdim böylece. Bugün sabah eve dönerken takside Dalgalandım da Duruldum çalmaya başladı. Cadde'de aşırı trafik vardı, araba ilerlemedi dakikalarca, şarkının sözlerine odaklandım ben de. "Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni" dedi sonra kim olduğunu bilmediğim güzel sesli adam. Bugünlerde içindeki arabesk esintiler gün ışığına çıkmış olan ben, bu cümleyi duyunca pek bir duygulandım. Eve geldiğimde çoktan bunu unutmuştum. Biraz önce aklıma geldi ve o sesin kime ait olduğunu bulmalıydım, Google sağolsun kendisinin Gripin'in vokali olduğunu öğrendim. Evet, Gripin daha önce pek dinlememiştim, cahilim bu konuda. Daha sonra aynı sesin başka bir şarkısını da eskiden çok seviyor olduğumu hatırladım. Aradım, buldum şarkıyı. Emre Aydın adlı sesine bir türlü ısınamadığım adamla birlikte yapılan Sensiz İstanbul'a Düşmanım adlı aşk acısının 4 dakika 38 saniyeye sıkıştırılmış halini dinledikten sonra içim bir fena oldu. Zaten başlı başına yürek burkan cümlelerden oluşan sözler (Paramparça ne varsa kadınım/ Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın/ Ne olur, gel, gel, gel, gel/ Ben sensiz İstanbul'a düşmanım) Gripin'in vokalinin sesinden duyunca çok daha incitici oluyormuş evet. "Ne olur" lafı benim için yalvarmanın, çaresizliğin son noktasıdır, asla gereksiz yere kullanmam, bunu da not düşeyim. Ve böylece mutsuz oldum, şarkıyı dinledim, ağlar gibi oldum 10 dakika boyunca, bunu yazmaya başladım, yazının ortalarına geldiğimde hüzün gitmişti. Ruh hallerimin hızına yetişemiyorum.

LiLo Joins the Club

Son 1 yıldır neredeyse her hafta 30 yaşındaki DJ kankası Samantha Ronson ile lezbiyen bir ilişki yaşadığına dair haberlere konu olan Lindsay Lohan, bu kez dedikoduların gerçek olduğunu kanıtlamış gibi görünüyor. İkili Cannes Film Festivali'ndeyken P.Diddy'nin yatında verdiği bir partide öpüşürken görülmüşler. Uzun süre öpüşüp koklaştıktan sonra da el ele yattan ayrılmışlar. Ayrıca ikisinin taktıkları yüzüklerin nişan yüzüğü olduğu, Temmuz ayında evlenmeyi planladıkları konuşuluyor.

Yakın zamanda evleneceklerini sanmıyor olsam da bu ikisinin sevgili oldukları yarım bir beyne sahip olan herhangi bir insan için oldukça barizdi zaten. Şu anda ne kadar mutlu olduğumu anlatamam sevgili okuyucu.



Thank God Lindsay Lohan turned out to be a lesbian!!




I had a gay kid say to me the other day, "Men and women on death row can marry
people on the outside. They’re allowed to get married. And gays want the same
rights as people on death row." I thought that was pretty good thinking.
-Liz Smith, bisexual columnist

Monday, 26 May 2008

tell me why we act so stupid, the games we're playing

Deniyorum, bu ruh halini durduramıyorum. İstediğim olmadan bitmeyecek sanırım.
Ayrıca kendimi öldürecek olsaydım, bana acı veren insanları da beraberimde götürürdüm. Ben öleceksem onlar da ölsün.
Çok sinirleniyorum, birşeyler yapasım var. Çok sinirliyim.

Sunday, 25 May 2008

it's the last call

Sen kazandın, buna daha fazla devam edemem. Bunun olmasını beklediğini biliyorum, umarım mutlu olursun. Kolay birşey değil bu, ama yaşamamı gerektirecek hiçbirşeyin kalmadığı bir noktadayım. Bana göstereceğin en ufak sevgi herşeyi değiştirebilirdi, ama sen birşey yapmamayı seçtin.

Gerçekten çok denedim, ama sanırım hayatta benim için önemli olan hiçbirşeyi doğru düzgün yapamıyorum. Başarısızlıktan başka hiçbirşey yok. Kimseyi hayatımda tutamıyorum. Sevdiğim insanlara problem yaratmaktan başka şey yapamıyorum. Böyle yarım yamalak yaşayamam.

Haftalardır iyi olmadığımı defalarca söyledim herkese, ama anlaşılan hepsi çok meşgul. Dersleri, arkadaşları, sevgilileri, eğlenceleri benden daha önemli. Varlığım ya da yokluğum sizin için fark etmiyorsa, var olmak için bütün bunlara katlanmaya çabalamaya gerek duymuyorum.

Tüm yaşamımı film gibi dışarıdan izliyorum. Uyuyabilmek istiyorum, uyanıkken huzurlu olamıyorum artık. Birisi birşey yapsın, düşüncelerimi alsın ve içimi boşaltsın isterdim, böyle olmaktan çok yoruldum. Elimde değil bu, düzelebiliyor olsaydım bunu yapardım. Uyku hapları olmadan bu ağırlıkla başa çıkamıyorum. Çok yalnızım. Ağlamaktan vücudum acıyor, haplarımı içmek istiyorum, eğer onları içmeye başlarsam duramayacağımdan korkuyorum.

Kalbimi kırdığını hiç bilmemiş ya da buna hiç inanmamış olan onlarca insanın hiç birini affetmediğimi, eğer varsa vicdanlarının asla rahat olmaması gerektiğini, buna neden olduklarını ve bana döktürdükleri tüm gözyaşlarının bedelini ödemelerinin son dileğim olduğunu bilmelerini istiyorum. Eğer umursamış olsaydınız böyle olmayacaktı.

Biri birşeyler yapsın?

Friday, 23 May 2008

i've crossed oceans of wine to find you

The day you went away you had to screw me over, I guess you didn't know. All the stuff you left me with is way too much to handle, but I guess you don't care. You don't need to preach, you don't have to love me all the time. Whatever on earth possessed you to make this bold decision, I guess you don't need me. While whispering those words I cried like a baby hoping you would care. You don't need to preach, you don't have to love me all the time.

sing me something soft, sad and delicate

You would kill for this,
just a little bit,
just a little bit..


23 gün 24 gece sürdü yağmur. Cehennem sıcağında benim odamı sel bastı. Birlikte sinemada izlediğimiz reklamdaki gibi, yüzmeye başladı eşyalar. Kaçmak istedim, odamın kapısını açtım, Hamamböceği Osman'la göz göze geldim o anda. Ya aşkımın gözyaşlarında boğularak ölecektim pembe yatağımda, ya da Osman öldürecekti beni. Osman giremesin diye kapıyı kapattım. Boğularak ölmenin ne kadar kötü olacağından bahsetmiştik Salı günü seninle. Ölümümün ilaçlarımdan olacağını söylemiştin. Evet, öyle de olmalıydı zaten, ölümümü sana ithaf edebilirdim böylece. Aslında aşk zehirlenmesinden ölmek isterdim, Love Is In The Air son düşüncem olabilirdi böylece, ama bu da idare ederdi. Aşkında boğularak ölen ilk insan olurdum belki, Isobel Hastalığı literatüre geçerdi bizim sayemizde. Eskiden seninle sarılarak uyuduğumuz pembe yatağıma yattım, uyku haplarımı bulamadım. Sanırım bitmişlerdi. Seroquel içtim birkaç tane. Sonra öldüm.

Moving in slow like the smoke from your cigarette,
Every step closer's a step that we both will regret,
Keeping a tally, but who can keep track?
Your overreacting is taking me back to a time better left alone

Holding onto the phone,
Holding onto this glass,
Holding onto the memory of what didn't last.
Waiting for better words,
They'll never come.
So dry your eyes,
It's better now it's done...

I never lost so much.

Wednesday, 21 May 2008

artık gel nerdeysen





4 gün 4 gece ağladım ben
4 gün 4 gece yağdı yağmur
Yaşlarımı saydım içimden
Hiç haber yok ki senden

4 gün 4 gece bekledim ben
4 gün çıkmadım hiç evimden
Ölür gibi yapınca acım diner mi sence?

Artık gel nerdeysen
Bu uğursuz yağmur dursun
Artık gel nerdeysen
Bu yürek huzur bulsun

Monday, 19 May 2008

life is unfair

Yeni blog. Yeni başlangıçlar. Yeni mutluluk.

http://littlegourmets.blogspot.com