Monday, 15 March 2010

play together


Foucault ödevimi sonunda teslim ettikten sonra içime inanılmaz bir rahatlama geldi. En süper kısmı da akşam Delphic konserine gidiyor olmam ve alt grubun Chew Lips olması. Eğer dinlemediyseniz kesinlikle dinleyin, özellikle Delphic çok iyi. Geçen sene La Roux'nun gittiğim konserlerinden birinde alt gruptular ama o zamanlar albümleri çıkmamış olduğundan ve şarkılarını bilmediğim grupların konserlerinde eğlenemediğimden + La Roux heyecanında olduğumdan pek dikkat etmemiştim, ama en ön benim gibi onları takmayan ve La Roux'yu bekleyen insanlarla dolu olduğu ve bunu bildikleri halde çocukcağızlar efendi efendi çalmışlardı. Götü kalkık olmayan grupları seviyorum.

Geçen gün Lisa'yla Chew Lips'in vokali olan kız gay midir değil midir muhabbeti yapıyorduk, ben "evet öyle" diyorum, o "hayır değil" diyor. Geçen hafta National Student Pride'da çalmış olmaları ve orada sahneye çıkan grupların %90'ında gay birilerinin olması, ayrıca da bugünkü konserin yapılacağı yer Heaven'ın Londra'nın ünlü gay mekanlarından biri olması bu inancımı pekiştiriyor kesinlikle. Ayrıca şu videoyu izleyin nolur, öyle bir vibe almıyor musunuz siz de? Yorumları bekliyorum.




Geçen hafta aldığım Luella Margo elime az önce ulaştı ayrıca. O nasıl şeker bir metalik pembe öyle, yerim. Bu aralar aldığım çantaların hepsi çok küçük olduğundan okula giderken çoğunu kullanamıyor ve sinir oluyordum, artık sinir olmama gerek kalmadı çünkü Margo KOCAMAN!! Cabin size bavul boyutunca kocaman hatta neredeyse.



Laptopumun ekranı 15.4 inch ve çantanın yarısı montumdan görünmüyor.

Thursday, 11 March 2010

gay homophobes?

Milliyet'teki "Eşcinsel karşıtı senatör, eşcinselmiş" başlıklı habere denk geldim az önce.

"Ashburn, eşcinsel hakları tasarılarına karşı çıkmasını ise, “Görev başındayken, kendi görüşlerimi değil, seçmenimin görüşlerini yansıtmam gerektiğini düşündüm” sözleriyle açıkladı. Ashburn, ayrımcılık karşıtı yasaların genişletilmesi, başka eyaletlerde yapılan eşcinsel evliliklerinin tanınması ve öldürülen eşcinsel hakları eylemcisi Harvey Milk’in anısına bir özel gün ilan edilmesi tasarılarını reddetmişti."

Politikacının kendi görüşlerine ters bile düşse seçmeninin görüşlerini yansıtması her ne kadar hoş olsa da son derece ütopik bir durum malesef. California'da ülkenin geri kalanına kıyasla çok daha fazla eşcinselin olduğu düşünülürse insanların Harvey Milk'i anmayı kabul etmeyecek olduklarını sanmam, gerçi eşcinsel evliliklere California'da bile izin verilmemesine çok şaşırıyorum aynı nedenden dolayı. Amerika gibi liberalizm, özgürlük, insan hakları, eşitlik gibi kavramları temel taşlarından biri olarak gören bir ülkede eşcinsellerin hala eşit haklar için savaşıyor olmaları son derece ironik ve içler acısı bir durum. Onu geçtim de, bence burada "kendi görüşlerine ters bile düşse" durumu söz konusu değil, bu adam en az beyaz heteroseksüel erkek seçmenleri kadar homofobik. İnsanın gay olması homofobik olmasını engellemiyor malesef, Cemil İpekçi gibi tiplerin "Muhafazakar eşcinselim, Türkiye'de eşcinsellere yönelik ayrım yok, bence burada Avrupa'dan çok daha özgürler" gibi birbirinden saçma laflar etmelerinden belli olduğu üzere. İnsanın kendi kendinden bu kadar nefret etmesi ne kadar korkunç bir şey.

Denyonun teki de "Her ne kadar kendi de eşcinsel olsa da bunun yanlış olduğunun kendi de farkındaymış. . . !" diye bir yorum yapmış haberin altına. Pes yani, gerçekten pes. Bence böyle insanların karmik bir şekilde başlarına bu nefret dolu düşünceleri yüzünden saat başı taş yağmıyor olmasında bir yanlışlık var.

Wednesday, 10 March 2010

the ballad of maxwell demon//luella margo

Uzun zamandır wishlist'imde yer alan metalik pembe Luella Margo'yu sonunda ele geçirmiş bulunuyorum. Metalik renklere karşı aşırı bir zaafım var kesinlikle.

PS: Fotoğrafı başka yerde bulamadığım için eBay'den aldım o yüzden o etiket orada duruyor, etiketle gezdiğimden değil yani.

Got tired of wasting gas living above the planet
Mister, show me the way to earth
The boys of Quadrant 44 with the vicious metal hounds
Never come around here no more

Sometimes I wonder if I'm still alive
Six feet down at age 25
Maxwell leather demon rock hand jive

I came down like water
For the age of solar
Hail to the father
Kiss your sons and daughters
Goodbye, goodbye

Steam steady roller
Lady tongue controller
Ten feet tall, better walk it back down

mbmj denim slingbacks


UPS'in "Pardon 19 yerine 17 yazmışız" diye araması sonucu 19 numaradaki amcadan MbMJ ayakkabılarımı alabildim sonunda. Pazartesi Delphic ve Chew Lips konserine gidiyorum ve o güne kadar Foucault ve discourse konulu essayimin bitmesi gerekiyor. Foucault okuyan bir insan yok mu aranızda, nolur?

Tuesday, 9 March 2010

female chauvinist pigs

İtalya'dan getirttiğim Marc by Marc Jacobs ayakkabılarım UPS tarafından sanırım kaybedildi. Dün akşam kapımın önünde UPS'in bıraktığı "Geldik ama yoktunuz o yüzden pakedinizi 17 numaradaki David'e bıraktık" notunu gördükten sonra az önce sokağa çıkıp bakınca fark ettim ki yaşadığım sokakta bir 17 numara yok. David falan zaten tanımıyorum. Royal Mail internet sitesinden de kontrol ettim, 16-18-19-20 şeklinde gidiyor numaralar. Karşıdaki tadilatta olan evde çalışan işçilerden birinin pakedimi almış olabileceğinden şüpheleniyorum. Neden başkasının kargosunu gayet random insanlara bırakırlar aklım almıyor, yeniden getirmeye üşendiklerinden herhalde. UPS'e atmış olduğum pakedimi bulun serzenişli maile henüz cevap gelmedi.

Sevgili ülkemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf'ın ettiği "Eşcinsellik hastalıktır" konseptli lafları belki duymuşsunuzdur (Duymadıysanız da kendisini Aşk-ı Memnu'daki birbirinden erotik (!) sahnelerden "irite" olan insan olarak tanıyor olabilirsiniz). Kavaf'ın Hürriyet'e ettiği laflar beni benden aldı gerçekten:

"Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var."

Bu konuda kendisine en kısa zamanda homofobi tedavisi dilemekten başka şey bulamıyorum diyecek, zaten daha önce bu tip zihniyetler hakkındaki görüşlerimi belirttim burada bir çok kez. Oral Çalışlar'ın yazısı düşüncelerimi gayet iyi ifade etmiş.

"Hiç fiziksel şiddet görmedim. Ama mesela bunu o kadar ileriye götüren STK’lar ya da anlayışlar var ki mesela işte eşin erkeğin karısına “evde yemek var mı?” diye sormasını bile bir psikolojik baskı unsuru, şiddet olarak algılıyorlar."

Kadından sorumlu bakanımızın feminizm hastalığından bihaber olduğu gayet ortada. Kadın dediğin yemek var mı diye sordurmadan yemeği kocasının önüne koyacak.

"Aşkı Memnu dizisindeki öpüşme sahnelerini gazeteciler sorduğunda “Avrupa’da, Amerika’da o tip programlar kontrollü yayınlanır. Şifresi vardır, isteyen satın alır” demiştim. “Sansürcü bakan şifre istedi” diye çarmıha gerdiler. Reyting kaygısıyla böyle kontrolsüz bir yayıncılık anlayışını doğru bulmuyorum. O sahne 45-50 yaşındakiler için önemli olmayabilir dejenerasyon anlamında. Ama 4-10 yaşındakilerde farklı etki yaratabilir. Ben Kurtlar Vadisi’ni seyrediyorum sadece. Doğru yanlış bilemem ama verilen mesajlar ilgimi çekiyor."

Aşk-ı Memnu'daki sahneler adeta soft porno gerçekten, bakanımız çok haklı. Kurtlar Vadisi izleyip vurduyu kırdıyı, şiddeti, "bilader"liği marifet zanneden 4-10 yaşındakiler daha tercih edilesi.

Yarattın bari takip et diyoruz.

Sunday, 7 March 2010

toefl, özel okullar ve ingilizce

En son ekşi sözlük'te TOEFL başlığına "özel okulda İngilizce derslerinde uyumayan ve Amerikan filmlerini altyazısız anlayabilen insanların gayet geçebileceği, o kadar da zor olmayan sınav" şeklinde bir entry yazmama insanlar nedense pek bir sinir oldular. Yok "Ben özel okula gidemiyorum hiç girmeyeyim bari TOEFL'a boşuna", "Hollywood filmi izlesem geçerim kesin o zaman", "O kadar TOEFL kursu boşuna mı var" falan filan şeklinde cevaplar. Kesinlikle elitist bir şekilde yazmadığım "özel okul" muhabbeti tamamen yanlış anlaşıldı kısacası.

Hem özel okul, hem de devlet okulunda okumuş bir insan olarak ikisinin İngilizce eğitimi konusunda karşılaştırmasını yapabiliyorum ve son derece emin olarak söyleyebilirim ki Türkiye'de devlet okullarında yabancı dil eğitimi yerlerde sürünüyor. İzmir'in en iyi Anadolu liselerinden birinde okumuş olmama rağmen İngilizce derslerimiz %50 boş geçerdi ve boş geçmediğinde de senaryo aynen şöyle olurdu: Felaket bir telaffuzu olan ve hata üstüne hata yapan hoca; özel okuldan gelmiş ve hazırlık atlamış, dolayısıyla hocanın hatalarını fark eden 1-2 öğrenci; arkada batak oynayan 5-6 kişi; hatası kendisine söylenince "Sen bana ukalalık mı yapıyorsun" diyen aynı hoca ve en basit cümleleri present simple ile bile doğru düzgün kuramayan sınıfın geri kalanı.

Özel okullardaki İngilizce dersi deneyimim: Genelde yabancı, bazen Türk (ve Türk ise yine bazen hata yapabilen ama telaffuzuyla daha az dalga geçilen) hoca; sürüyle verilen ve potansiyel batak oyuncusu tiplerin bile sesini çıkarmadan yapmak zorunda kaldığı ödevler; kısmen daha ciddi bir sınıf ortamı; hayatı boyunca kolejde okumuş olmasına rağmen hala 2 cümleyi bir araya getiremeyen 4-5 kişi; ortalama İngilizce sahibi 15 kişi ve herkesin "bunun Türkçesi neydi kesin sen bilirsin" diye sorduğu 1-2 kişi.

Özel okulların bütçeleri dolayısıyla daha iyi bir yabancı dil eğitimi verdiklerinin farkındayım, ama bu gerçeği "özel okula gidemeyenler napsın" şeklinde aşağılık kompleksli Emrah edebiyatlarıyla değiştirmek mümkün değil malesef. Evet bazı insanlar daha yetenekli oluyorlar ama bu her konuda geçerli. Bilmemne hukuğu dersimden 293429 saat çalışsam da 50 ancak alabilmemle aynı mantıkta şu anda TOEFL'ı gayet kolay bir sınav olarak görmem. Hukuğa yeteneğim yok, İngilizce'ye var; ama İngilizcem de şu anki haline vahiy yoluyla inerek gelmedi. İlkokuldan beri haftada Türkçe dersinden fazla saat İngilizce dersleri görmüş ve yurtdışına çok çıkma imkanı olmuş; ve aynı zamanda 14-15 yaşından beri aklına estikçe Fransız Kültür'e başlayıp 2 kur gidip bırakan bir insan olarak biliyorum ki insanda dil yeteneği ne kadar çok olursa olsun dil çalışmakla olan bir şey. İngilizce'ye 7 yaşımdan beri zamanımın çoğunu harcadım, Fransızca kitaplarımı ders bittikten sonra bir daha açmadım, İngilizcem şu an Türkçem'e yakın seviyede, Fransızcam menü okuma seviyesinde. Devlet okulunda okuyanların İngilizce için çoğunlukla okulun dışında olmak üzere bir sürü çaba harcaması gerektiğinin farkındayım, ama aynı çaba o kadar aşırı olmasa da özel okullarda da gerekli. En sinir olduğum insan tiplerinden biri olan "Çocukluğumdan beri İSTEK kolejlerinde okudum ama Yeditepe'de hazırlık okuyorum şimdi" insanlarından da görebileceğimiz gibi insanda çaba olmadıkça beynine beynine yıllarca soksan da olmuyor bazı şeyler. Entry'mde "özel okulda derste uyumayan insanlar"dan bahsetme nedenim de bu insanlara gönderme yapmak içindi tamamen, elitist bir insan olduğum için değil. Şu ana kadar özel okulda hep burslu okumuş biri olarak elitist davranmam saçma olurdu zaten.

TOEFL konusuna gelince; evet, o kadar da büyütülecek bir sınav değil. İnsanın İngilizce seviyesinden çok sabrını ölçüyor hatta, o kadar iç bayıcı bir sınav. İngilizce kadar kolay (tek "the" artikelli, objeler maskülen/feminen vs. olmayan, şahıs çekimleri I come/you come falan şeklinde değişmez olan) bir dil için insanlar neden TOEFL kurslarına yıllarca gidiyorlar aklım almıyor gerçekten, o kadar zor bir dil değil İngilizce. Kimse kusura bakmasın ama en "Herkes benim imkanlarıma sahip değil" şeklinde düşünmemle bile İngilizce o kadar zor bir dil değil; kendi adam gibi çalışmayıp TOEFL geçememişliğinizi ya da kendi maddi yetersizliğinizi başkalarından çıkarma ihtiyacınızı bana yöneltmeyin mümkünse.

Ve Hollywood filmi/dizisi izlemek insanın dilini geliştiriyor gerçekten + altyazısız izleyebilen herkes de TOEFL'dan doğru düzgün puan alır. Hayatın gerçeklerinin hoş olmaması benim suçum değil.

Friday, 5 March 2010

i'll rise but i refuse to shine

Herşeyin ters gittiği günlerden birini yaşıyorum bugün. Birkbeck'teki Gender Sexuality and Culture master programı için mülakata gittim sabah Londra'ya, ve bu kadar önemli bir günde bu kadar mı şey ters gider sevgili okurlar..

Herşey sabah netbook'umun kılıfını bulamamamla başladı. İğrenç dağınıklığımın içinde aradığım herşeyi rahatlıkla bulabilen bir insan olarak Lisa'nın topladığı odamda söz konusu kılıfı artık nereye koyduysa bulamadım. Geç kalmamak için boşverip evden çıktım, tren istasyonuna erken geldiğim için kahve almaya karar verdim. Daha sonra o kahvenin yarısı üzerimdeki krem rengi kazağa döküldü. Üzerimde lekelerle mülakata gideceğim için sinir olmuşken trenin London Bridge yakınlarında hareket etmeden duruyor olduğunu fark ettim, normalde saatinden şaşmayan trenin bu sabah gecikeceği tuttu. Sonunda Londra'ya varıp metroyla mülakatın yapılacağı yere gittim ve metrodan çıktıktan sonra gayet kaybolduğum için geç kaldım. Yine de benden önceki insanın mülakatı daha bitmemişti, ve mülakatım da sanırım gayet iyi geçti. Dönüş treni yarım saat gecikti, sonunda trene binebildiğimde ise netbook'umun pilinde bir sorun olduğunu ve bütün sabah boşuna taşımış olduğumu fark ettim. Daha sonra tren yolun yarısında bozuldu, 15 dakika falan bekledikten sonra yoluna devam etti, 10 dk gidip yine bozuldu, yine 15 dakika bekle falan filan derken sonunda eve ulaşabildim 3 gibi. Yarın sabah Lisa'yla Brighton'a National Student Pride'a gidiyoruz Chew Lips izlemek için + Harry Potter'ın babasını oynayan aktör de konuşmacıymış yarın, ilginç. Şu an Lisa'ya gitmem gerek ve trenlerdeki sorun hala düzelmediyse, yine bozulursa sinir olma ihtimalim çok yüksek.

Wednesday, 3 March 2010

justice as fairness

İnsan yapması gereken bir sürü iş varken ve son anda paçasının tutuşacağını bildiği halde neden internette zaman öldürmeye devam eder?

Yarına John Rawls'un adalet teorisine Okin'in feminist eleştirisini özetlemem gerekiyor. Cuma sabahı MA Gender, Sexuality and Media için başvurduğum Birkbeck'e görüşmeye gidiyorum. Hayattaki amaç/hedeflerim 1 ay sonrasından öteye pek gitmediğinden olası sorulara ne tür yanıtlar vermem gerektiği konusunda endişeliyim. Pazartesi identity ve discourse'un Amerikan dış politikasındaki rolü konulu bir sunumum var ve sunumu birlikte yaptığım kız dünya üzerinden silindi sanırım. Cumartesi Brighton'a gidiyorum ve haftasonu büyük ihtimalle okulla ilgili bir şeye el atmayacağım. Ondan sonraki hafta discourse ve Foucault konulu bir essay ve ilerleyen 2 haftada da ABD dış politikası, feminizm ve popüler kültürde post feminizm konseptli 3 essay daha yazmam gerek. Neden buradayım? Bilmiyorum.

Okin'in Rawls üzerine olan makalesini okumuş olan var mı acaba?

Monday, 1 March 2010

neutral evil

Sıkıntıdan yaptığım bir teste göre alignment'ım Neutral Evil çıktı.

A neutral evil villain does whatever she can get away with. She is out for herself, pure and simple. She sheds no tears for those she kills, whether for profit, sport, or convenience. She has no love of order and holds no illusion that following laws, traditions, or codes would make her any better or more noble. On the other hand, she doesn’t have the restless nature or love of conflict that a chaotic evil villain has. The criminal who robs and murders to get what she wants is neutral evil. Some neutral evil villains hold up evil as an ideal, committing evil for its own sake. Most often, such villains are devoted to evil deities or secret societies. The common phrase for neutral evil is "true evil." Neutral evil is the most dangerous alignment because it represents pure evil without honor and without variation.

Neutral Evil is called the "Malefactor" alignment. Characters of this alignment are typically selfish and have no qualms about turning on their allies-of-the-moment. They have no compunctions about harming others to get what they want, but neither will they go out of their way to cause carnage or mayhem when they see no direct benefit to it. They abide by laws for only as long as it is convenient for them. A villain of this alignment can be more dangerous than either Lawful or Chaotic Evil characters, since he is neither bound by any sort of honor or tradition nor disorganized and pointlessly violent.



O kadar evil bir karakterim olduğunu sanmıyorum aslında. Bari Lawful olsaymışım. pfh.

Luella Agnes

Just got a Luella Agnes in Bourbon.


It's pretty cute actually.