Wednesday, 30 September 2009

hearts on fire, i reach out to you tonight

Az önce myspace'ime gireyim derken yüreğime iniyordu cidden. Bana bakan bir adet Elly'cik gördüğüm anda kalbimin çılgın atmaya başlaması sıkıcı ötesi geçen günümün tek ilginç şeyi olmuş olabilir. İnsan bu kadar şirin olabilir mi ya, böyle sarılmak sıkmak istiyorum her tarafını yanaklarını.

Yarın Londra'ya First Out'a gidiyorum. Bu aralar favori mekanım orası, Soho'da %80 kadınların gittiği ve genele kıyasla leş insan göremeyeceğiniz bir gay bar. Ayrıca sanırım hayatımda Stacey Q ve Punks Jump Up çaldığını duyduğum ilk yer.

Bu dönem Pazartesi ve Çarşamba günlerim boş. Sadece Cuma sabah 9'da dersim var. Programım çok rahat yani.

Lindsay Lohan Paris'teymiş. Neden tam emin değilim ama Paris fazlasıyla sıktı beni bu son gidişimde. 4 hafta sonra tekrar gidiyorum, eskisi kadar heyecanlı değilim bu konuda. Florence+the Machine ve La Roux'yu küçük ve önde olabileceğim bir mekanda ezilmeden izleyebilmek konusunda heyecanlıyım gerçi.

Bu arada son bilmemkaçyüz post'umun Elly'yle ilgili olduğunu fark ettim şu an.

Halloween yaklaşıyor, kostümüm konusunda kararsızım. The Mighty Boosh'taki The Hitcher olsam mı diyorum, Lisa Old Greg olmayı planlıyor çünkü. Ama o da aşırı zor, yeşil yüz falan. Klişe birşey de olasım yok. Öneriler?

Sunday, 27 September 2009

last night I had a dream about you


Vive la Fete için Paris'teydim bu haftasonu. Cuma gecesi bütün haftasonu için getirdiğim tüm parayı dışarı çıkışımdan 3 saat sonra Le Marais'deki girlbar'larda bitirdikten sonra Barbieturix partisine gittim. Çok büyük beklentilerim vardı o partiyle ilgili, ondan mıdır bilmiyorum ama girişimin üzerinden 1 saat geçmeden sıkıntıdan son derece ayılmış olarak çıkıp otelime geri döndüm. Gecenin geç saatlerine kadar club'ımsı ortamlarda bulunma özelliğimi tamamen yitirmiş olduğum da şüphe götürmez hale geldi böylece. Clubları geçtim, çok çok sevdiğim grupların konserlerindeyken bile eğer saat 12'yi geçmiş ve grup hala sahneye çıkmamış/sahneden inmemişse boşverip mekandan çıkıyorum kendimi ne kadar kalmaya zorlasam da.

Gecenin verdiği hayal kırıklığı hissini üzerimden atan ve sabah aşırı duygusal bir ruh haliyle uyanmama neden olan gece rüyama Elly'nin girmesi oldu. Son derece uzun, konulu ve mutlu sonla biten bir rüyaydı. Gülüşünün sesini ve dudaklarının ne kadar yumuşak olduğunu korkutucu derece net bir şekilde hatırlayarak uyandım sabah. Dediğim gibi, yaşadığım herhangi bir anı kafamda ne kadar netse bu rüya da o kadar net hala. Bu da şunu getirdi aklıma: Hayatta herşey kaçınılmaz olarak geçip birer anı haline geliyorsa, demek ki bizim için önemli olan birşeyi yaşamış olduğumuzu bilmek olmalı. Yani mesela birine aşık olmuşsanız ve ayrıldıysanız bilmemkaç yıl sonra onunla öpüşmenizin anılarından başka şey kalmamış oluyor elinizde, ama bu yeterli sizin için çünkü o insana sahip olmuşsunuz eskiden ve anılarınız hala beyninizde. Bu durumda insan aslında yaşamamış olduğu şeylerin -rüya, hayal, fantezi- gerçek olduğuna kendini inandırıp onları anı olarak görmeyi, böylece kendini ruhsal olarak tatmin etmeyi başaramaz mı? O rüyanın gerçek olduğuna inanıp Elly'nin bir zamanlar bir yerlerde beni o kadar kocaman bir sevgiyle öpmüş olduğunu varsayamaz mıyım (In a parallel universe, it's me you can't resist)? Birşeyin sizin için "gerçek" olması için illa yaşanmış, elle dokunulmuş olması mı gerek? Aşkın mesela? Dijital bir aşk olabilir mi gerçekten, ya da bu durumda zihinsel aşk?

Mükemmel bir rüyayı eliyle tutmaya çalışıp yine de kaçırdıktan sonra sabah gerçek hayata uyanıp herşeyden nefret etmek gibisi yok ayrıca.

The time is right to put my arms around you
You're feeling right
You wrap your arms around too
But suddenly I feel the shining sun
Before I knew it this dream was all gone

Oh I don't know what to do
About this dream and you
I wish this dream comes true

Tuesday, 22 September 2009

i swallow words like a placebo



Bugünlerde mp3 yerine yeniden CD dinler oldum iPod'um dışında. Lisa'nın evi ve benim evim arasındaki 1 saatlik yolda dönüşümlü olarak sadece Florence and the Machine-Lungs, La Roux ve Placebo-Battle for the Sun dinliyoruz. Aşırı dinlemekten baygınlık gelmesin diye ve Placebo'nun eski şarkılarını özlediğim için Once More With Feeling'e geçiş yaptık 2-3 gün önce. Brian Molko'nun 15 yıl önceki halini duyunca insanın içi bir garip oluyor. Şu anda 3. davulcusuyla çalışan grup davulcu değiştirdikçe kendi de tamamen değişmiş sanki. Robert Schultzberg'in gidişiyle o ilk albümdeki genç, canlı, yerinde duramayan Placebo gitmiş (Bruise Pristine'in davulları mükemmel değil mi gerçekten?), Steve Hewitt ile daha olgun bir Placebo gelmiş bariz. Son albümleri ve son davulcuları ile elektronik halleri biraz gitmiş ve daha mutlu bir ruh haline bürünmüşler gibi. Ama yine de bu olgun, ağırbaşlı halleri ilk albümdeki çocuksu ruhlarını aratıyor biraz bana.

I can't sleep without your breathing
And I can't breathe each time you're leaving
And I'll pray you won't stay away
And you come back to me some day.


Brian Molko'yla Without You I'm Nothing söylerken David Bowie'nin "Without you I'm nothing at all" deyişinden nasıl hüzün akıyor ayrıca, her dinleyişimde o kısmına gelince gözlerim doluyor yıllardır.




iPod'umda hala La Roux'dan başka birşey dinlemiyorum. İlginç şekilde loop'a alınmış bir halde aylardır La Roux albümünü dinliyor olmama rağmen en ufak sıkılmıyorum.

Monday, 21 September 2009

I was never faithful and I was never one to trust

İnsanlar ve olaylar karşısındaki tepkilerim/düşüncelerim/fikirlerim o kadar çabuk değişiyor ki, kendimi garipsiyorum bazen. Aynı konu hakkında 3-4 farklı ve birbiriyle çatışan görüşlere sahip olduğumu ve bu görüşlerin bir döngü içerisinde gelip gittiğini fark ediyorum çoğu zaman. Hopeless romantic yönüm bu aralar "mantık ilişkisi" yönümle kavga edip duruyor kafamın içinde.

Sürekli bir münazara içinde yaşıyorum ve her iki tarafın savunmasını da mükemmel şekilde yapabiliyorum sanki. Herkes böyle mi yoksa kesin fikirleri var mı insanların gerçekten?

A tough guy, a helpless dancer,
A romantic, is it me for a moment?
A bloody lunatic, I'll even carry your bags.
A beggar, a hypocrite, love reign over me.

Schizophrenic? I'm bleeding quadrophenic.

Wednesday, 16 September 2009

tous les jour des fêtes

Dün gece Facebook'umda birisi Twat Boutique birisi de Barbi(e)turix'ten olmak üzere 2 invitation buldum ve birden içime süper bir heyecan geldi. Hem Londra'nın (TB) hem de Paris'in (BBX) underground gay ortamının (%90 kadın ağırlıklı) en eğlenceli, en Google'da arayıp bulamayacağınız ve sadece belirli bir kesimin katıldığı partilerini bu 2 grup düzenliyor. ClitoRise, Better Fucking Girls, Wet For Me gibi parti isimleri ve göğüs ucuyla oynayan kadın afişleriyle to-do listemde kendine yer bulan Barbi(e)turix partilerinden birine gitmek çok istemiştim ama hiç denk gelmemişti şimdiye kadar. 26 Eylül'deki Vive la Fête konseri için Cuma'dan Paris'e gidiyordum zaten, partinin Cuma gecesi ve otelimin 1 sokak ötesinde olması mükemmel bir tesadüf oldu.


http://www.myspace.com/barbieturix

Hayatında tatlı ya da köpüklü şarap dışında 2 yudumdan fazla şarap içmemiş bir insan olarak son 3 günüm şarap, şarap ve daha fazla şarap şeklinde geçti tamamen. Floransa ve Toskana'nın üzüm bağlarına yapılan bir gezi ve katılmak zorunda bırakıldığım bir şarap tadımı sonrası kaliteli ve soğuk olması koşuluyla şaraptan tiksinmediğimi, hatta çok sevme potansiyelim olduğunu fark ettim. Belki Jack Daniels'ı azaltma zamanım gelmiştir, hmm?

Reading Festivali sonrası başlayan ve hala geçmeyen, an itibariyle boğaz ağrısı şeklinde devam eden gripimsi hastalığım hala geçmedi. Haftalar olmasına rağmen geçmemesi ve aşırı kalabalık sonrası başlaması bende "Acaba domuz gribi olmuş olabilir miyim" sorusunu yarattı. İngiltere'de tanıdığım bir sürü insanın domuz gribi geçirmiş olması , hiç bir grip ilacının en ufak bir etkisinin olmaması ve domuz gribinin artık aşırı hafif -normal gripten bile daha hafif- seyreder hale gelmesi nedeniyle domuz gribi olmamın gayet yüksek bir olasılık olduğuna karar verdim. Nasıl ya da ne zaman geçer bilmiyorum ama sürekli yaşlı amca gibi öksürmekten sıkıldım fazlasıyla.

Ayrıca Kanye West'in Jay Leno'daki özür diler hali neydi öyle? Kafayı mı yedi adam acaba? Justice'e ödülü kaptırınca sahneye atlamasından sonra ödül törenlerinde sapıtmasına şaşırmıyorum artık da, ilginçti.

Wednesday, 9 September 2009

she's a king i wanna be her queen


Daha Reading konserlerinin üzerinden 2 hafta geçmeden yarın yine La Roux izleyeceğim. Günlerdir deliler gibi eBay'de bilet aradıktan sonra sonunda buldum dün gece -hem de normal bir fiyata-. La Roux çılgınlığı aşırı boyutlara ulaşmış durumda İngiltere'de, 11 pound'a satışa çıkan biletler anında sold out olup eBay'de tanesi 50 pound'a satılıp gayet de alıcı buluyor. Benim de Elly manyaklığım official stalker'lık seviyesine hızlı adımlarla yaklaşmakta. Tam evinden emin değilim ama yaşadığı caddeyi buldum ve ciddi olarak boş bir günümde gidip sabahtan akşama turlamayı falan düşünüyorum. Yarın bu saatlerde Elly'le aynı çatının altında olacağımı bilmek kalp atışlarımı kulaklarımda hissettiriyor bana. Kasım'da biri Paris biri Londra olmak üzere 2 konserlerine daha gidiyorum. Ve yetmiyor.

I see her on the cover of a magazine
All dressed up and her hair has caught a healthy sheen
And no one knows, she's got all the things I wanna be
In my dreams, she's the king I wanna be her queen

In my life, all the ladies want a piece of me
But all I want is a baby on a tv screen


She's got cookie little brown eyes.

Monday, 7 September 2009

can you see the real me? can ya?


Cumartesi Brighton'a Quadrophenia müzikalini izlemeye gittik. Normalde müzikallerle alakası olmayan ve hayatımın-en-sıkıcı-saatlerini-geçireceğim modunda girdiğim müzikalden oha şeklinde çıktım. Koltuklarımız en öndeydi, oyuncuların üzerimize tükürük saçabileceği kadar -literally- yakındaydık ve defalarca sıkılmadan izleyebileceğim kadar mükemmeldi, hayatımda çok az şeyden bu kadar etkilendiğimi hatırlıyorum. Bittikten sonra salonun çoğunu oluşturan 60 yaşında Fred Perry'li amcaların ayağa fırlayıp "We are the Mods!" diye bağırmaya başlamaları ilginç bir görüntüydü gerçekten.



Friday, 4 September 2009

cosmic love

The stars, the moon, they have all been blown out
You left me in the dark
No dawn, no day, I'm always in this twilight
In the shadow of your heart

And in the dark, I can hear your heartbeat
I tried to find the sound
But then it stopped, and I was in the darkness,
So darkness I became


I took the stars from our eyes, and then I made a map
And knew that somehow I could find my way back
Then I heard your heart beating, you were in the darkness too
So I stayed in the darkness with you.


Both are sensitive, imaginative water signs. Pisces is drawn to the nurturing air of Cancer, and the promise of something enduring in romance. Cancer understands when Pisces drifts off, tuning into some far-off melody. Pisces has a tendency to escape in fantasy or addictions, and Cancer, wanting to protect and give of themselves, can become like the harried Mother to the Pisces little girl lost. Cancer is a cardinal sign, but with confidence problems and sensitivities of its own to manage. This is a sea of love, and both could end up drowning. Both can fall into deep depressions, and have to guard against the relationship becoming stagnant. As long as the beautiful pools of sentiment don't turn to swamps, this relationship is a definite love connection.

Wednesday, 2 September 2009

burning with desire for a kiss


Reading'deydim bu haftasonu ve fark ettim ki çok, çok yaşlı hissediyorum kendimi. Yaşıma göre hiç normal olmayan bir blasélik var üstümde eğlenmek konusunda. Neden bilmiyorum, ama festival/konser ortamlarında kendi yaşımda hatta benden 10 yaş büyük insanları sabahın köründe içmeye başlayıp bütün gün sarhoş sarhoş dans edip tepindikten sonra sabaha kadar ayakta gördükten sonra ne zaman gün boyunca sadece diyet kola içip akşam 10'da çadırına gidip uyuyan biri haline geldim merak ediyorum. Özellikle kalabalık ortamlar dayanılmaz hale geldi bir süredir. Geçen kış Justice'i izlemeye gidip daha başlamadan insanların arasında ezilmeye başladıktan sonra "Nefes alamıyorum ben, gidelim" yapmıştım ve o biletleri bulabilmek için nerelerimi yırttığım konusunda bir dakika bile düşünmeden izlemeden çıkmıştık. Bu sene La Roux'da başıma geldi bu neredeyse. Reading'in oha line-up'ı arasında daha fazla izlemek istediğim bir grup yoktu, bütün haftasonu o anı bekledikten sonra 1,5 saat önceden La Roux'nun çıkacağı ve nedense festivalin en küçük çadırı olan sahneye gittik ve Lightspeed Champion sahneden inene kadar gayet normal bir sıkışıklık derecesi vardı, ah en öndeyiz falan modundaydım, sonra birden nasıl olduysa her taraftan milyonlarca insan ittirmeye başladı ve kendimi In for the Kill'den başka şarkı bilmeyen, "Ginger Twat" falan deyip durmalarından anladığım kadarıyla grubu seviyor bile olmayan, felaket sarhoş ve kocaman İngiliz holigan adamlarının arasında buldum. Elly sahneye çıktı, konser başladı, o anda siktir diye geçirdim aklımdan, ve hayatımda o kadar ezildiğim, gerçekten bir an yere düşüp üstüme basılarak ölsem kimsenin birşey yapmayacağını fark ettiğim hiç bir an olmamıştı. Yok artık dedirten bir mosh pit başladığında dışarı çıkabilme ihtimalimin de kalmadığını anladım, bitsin diye dua ettiğim rezalet bir tecrübeydi kısacası. Duyabildiğim kadarıyla La Roux mükemmeldi, Elly'nin sahnede o kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim. Evet, konser bittikten sonraki 2 saati "F-ing wankers, I hope they die" diye sinirimden hıçkıra hıçkıra ağlayarak geçirmiş olabilirim. Uygarlıktan nasibini almamış insanlara zaten sinir oluyorum, ama hayatımda 12 yaşımdayken ilk kez Placebo dinlediğimden beri yaşamamış olduğum kadar aşırı bir takıntıyla tapıyor olduğum La Roux'yu benden başka kimse izlesin istemiyorum, kıskanıyorum, SİNİRİM BOZULUYOR.

Bütün haftasonu boyunca tamamen ayıktım, garip bir tecrübeydi. Herşeyin tamamen farkında olmak ve hepsini hatırlamak süper birşey. Kings of Leon'un yarısında çıkıp Billy Talent izlemeye gitmemiz, tam o anda Line & Sinker çalmaya başlamaları, o bitince tuvalete doğru yürürken Lisa'nın "Hep en uzun boylu herifler benim önümde oluyor, sinir oluyorum" muhabbeti yapması, "Hiçbiri Placebo'daki Stefan kadar uzun boylu olamaz" cevabını vermem, 10 saniye geçmeden birinin yanımdan geçerken bana çarpması üzerine kafamı kaldırıp bakınca o birinin Stefan olduğunu görmem, eşzamanlılık ve tesadüfler oha dedirtiyor bazen bana kesinlikle, ilahi bir gücün varlığına dair düşüncelere falan dalıyorum sonra.

Bu aralar favori pubım olan Wotever'ın dün Vauxhall'a taşınması, Vauxhall'un Londra metrosunda Brixton'la arasında tek bir durak bulunması, Elly'nin Brixton'da yaşıyor olması bu gücün varlığına dair bir kanıt olabilir mi acaba? Stalker olduğum için tutuklanırken "God made me do it" diyebilir miyim? İnsan nasıl stalker olur? Ünlü birinin ev adresi nasıl öğrenilebilir? Gerçekten aşırı derece bu konuya kafa yoruyorum Pazar gecesinden beri, hatta tek düşündüğüm şey denebilir. Şu ana kadar Brixton'da yaşadığını öğrenebildim sadece -I love Google-, Brixton'ın en zengin sokaklarında sabahtan akşama gezinsem olur mu acaba? Elly'le karşılaşsam, "Tonight out on the streets I'm gonna follow you, I'm gonna give you all you want" diye Tigerlily söylesem ona. Ciddi olarak düşünüyorum bunu. Şu takıntı seviyem benim için bile çok fazla.

I'm obsessively, insanely, uncontrollably in love with Elly and she doesn't even know I exist. I can't stop thinking about how much I just want to hold her and tell her everything will be okay. That I would never leave her. How fucked up is that?

I know you better than this
I could be here when you call
I'll make you top of the list
And in the crush of the dark
I'll be your light in the mist
I can see you burning with desire for a kiss
Psychobabble all upon your lips

"Have you ever felt like you're being followed?
Or watched the ones that held your stare?
Turned around to see who's behind you to find there's no one there?
Lurking in the dark
There's someone who breathes you night and day
There's a friend who wants so much more
And if they can't have you
They'll never let you walk away"


Ayrıca dünyadaki en şirin gülümsemeye sahip insan olarak I don't do smiles modunda olmamalı kesinlikle.

Monday, 31 August 2009

sometimes in the cold night my phone rings, but it's not you

Kiss me and comfort me, my sweet
Come over, I just got the new OC
And if they can sort their problems out
Why can't I get out of the house?
For mango, Frescato or tea

Sometimes in the cold night
My phone rings but it's not you
And even when the buzzer
To my pager rings, it's still not you

And a stranger on the night bus
With the checked coat is not you
And your warm hands hold me so close
But deep down it's not you..