I'll live for you, I'd die for you. Do what you want me to, I'll cry for you. My tears will show that I can't let you go. It's not over, not over yet. You still want me, don't you? It's not over, not over yet cause I can see through you. It's not over, not over yet. Don't let me down. Don't make a sound. Don't throw it all away. Remember me, so tenderly. Don't let it slip away. It's not over, not over yet. You still want me, don't you?
Mutluluğum yaklaşık 1 saat sürdü. Şimdi mutlu değilim. Kafam karışık, kararsızım. Ezgi'yle konuştum, bye bye deyip kapattı. Belki o soğuk konuşmamıştı, bana öyle geldi, ama yine de beklediğim gibi değildi. Çarşamba günü çok güzeldi, neden böyle oldu bilmiyorum. Daha fazla ne verebilirim bilmiyorum, ona güvenemedikçe kendimi açamıyorum, hissetmemeye zorluyorum kendimi, Cansu'dan sonra bir kalp/hayal kırıklığı daha kaldıramam çünkü. Yine aynı hataları yapmak istemiyorum.
Saturday, 10 May 2008
the lovecats
We're so wonderfully wonderfully wonderfully wonderfully pretty!
Dünya üzerindeki en mutlu insan olarak uyandım sanırım. I'm so glad to be able to finally move on yazmak istedim, ama moving on fiilinin Türkçe karşılığını bulamadım. Yok galiba. Neyse. Sonunda yeni ufuklara yelken açma isteğimi kendimi yeni sevgilime karşı birşeyler hissetmeye zorlayarak değil, onu düşündüğüm anda heyecandan içim bir fena olup salak salak gülümsemeye başlayarak gerçekleştirdiğim için mutluyum. Bugün güzel bir gün, ve ben mutluyum. Dışarıda güneşli bir gün var, ben evimdeyim, mutluyum. Cumartesi günlerini seviyorum. Huzurluyum. İstanbul'daki son olmasa bile sona yaklaşan günlerim. Umutsuz değilim. Pembe ojelerimi, yeşil elbisemi, kızıl saçlarımı, pembe yatağımı ve odamı, Digiturk'ümü, parayı sorun etmem gerekmemesini, ailemi, kedimi, Bağdat Caddesi'nde oturmayı ve dışarı çıkmaya karar verirsem eğer, Starbucks kahveleriyle Cadde'de gezen güzel insanları ve güneşi göreceğimi bilmeyi seviyorum. Ezgi'nin hayatımda olmasını, çok şirin ve mükemmel birşeyin başlangıcı olması olasılığını seviyorum. Mutlu halimi seviyorum.
I haven’t got a clue if you’re the one
But I like you
And oh I like how you make me feel
I wanna do this right
Don’t wanna waste this night
But I’m drowning
Drowning in your love
Bring me flowers
And talk for hours
And oh I like you
And oh I like how you make me feel
Kiss my face
Your warm embrace
And oh I like you
And oh I like how you make me feel
I’m a little scared to hold you close
Cause I just might never ever let you go
Caught up in your smile
I’m happy as a child
But I’m still drowning
Drowning in your love
Bring me flowers Ezgi? :)
Dünya üzerindeki en mutlu insan olarak uyandım sanırım. I'm so glad to be able to finally move on yazmak istedim, ama moving on fiilinin Türkçe karşılığını bulamadım. Yok galiba. Neyse. Sonunda yeni ufuklara yelken açma isteğimi kendimi yeni sevgilime karşı birşeyler hissetmeye zorlayarak değil, onu düşündüğüm anda heyecandan içim bir fena olup salak salak gülümsemeye başlayarak gerçekleştirdiğim için mutluyum. Bugün güzel bir gün, ve ben mutluyum. Dışarıda güneşli bir gün var, ben evimdeyim, mutluyum. Cumartesi günlerini seviyorum. Huzurluyum. İstanbul'daki son olmasa bile sona yaklaşan günlerim. Umutsuz değilim. Pembe ojelerimi, yeşil elbisemi, kızıl saçlarımı, pembe yatağımı ve odamı, Digiturk'ümü, parayı sorun etmem gerekmemesini, ailemi, kedimi, Bağdat Caddesi'nde oturmayı ve dışarı çıkmaya karar verirsem eğer, Starbucks kahveleriyle Cadde'de gezen güzel insanları ve güneşi göreceğimi bilmeyi seviyorum. Ezgi'nin hayatımda olmasını, çok şirin ve mükemmel birşeyin başlangıcı olması olasılığını seviyorum. Mutlu halimi seviyorum.
I haven’t got a clue if you’re the one
But I like you
And oh I like how you make me feel
I wanna do this right
Don’t wanna waste this night
But I’m drowning
Drowning in your love
Bring me flowers
And talk for hours
And oh I like you
And oh I like how you make me feel
Kiss my face
Your warm embrace
And oh I like you
And oh I like how you make me feel
I’m a little scared to hold you close
Cause I just might never ever let you go
Caught up in your smile
I’m happy as a child
But I’m still drowning
Drowning in your love
Bring me flowers Ezgi? :)
Sunday, 4 May 2008
hitler went to heaven because there is no other place to go
I only want to love you. It's not because I need to, but because I want to. To me, you are perfect, and you deserve all my love. In my eyes, you can do no wrong, and to love you is something I have to, need to and want to do. I will always be with you. I will only be a breath away when you whisper my name. I will be everything you need, a helper in your times of need, a friend when you need a shoulder to cry on, a guide when you need advice and always your lover. I will never refuse when you call. And even if you refuse, I will always be within your reach. I cannot leave you because of my promise. I swore by the rainbows after the rain, to never get angry at you no matter what you've done, what you do and what you will do. You will always be perfect to me. You deserve only the best. I am delighted in you, and my love pours out to you and those around you. I want to help you. I want to make all the wrongs in your life right. I will give you only the best and hold you dear, apart from everyone else, because you are special to me. I don't need anything from you. I just want you to be happy, always. Whatever your weaknesses or mistakes, they don't bother me. Because I can see deep inside your soul and I know. I know, so I don't and will never ask. You can only do one thing for me. What makes me happy is for you to let me love you, to see you at peace, happy, whole and complete. Let my love do this for you. Let me make you happy. Always. People will say things about you, bad things will happen around you, your feelings of depression, doubt, insecurity and worry will surround you, but I will never let them come near you.
I will not leave you, I cannot leave you, for you are my creation and my product, my daughter and my son, my purpose and my... Self. Call on me, therefore, wherever and whenever you are separate from the peace that I am. I will be there. With Truth. And Light. And Love.
Neale Donald Walsch'un Conversations with God kitabının ona ihtiyacınız olduğu zaman hayatınıza girdiğine dair bir rivayet varmış. Doğru mudur bilemiyorum, ama hayat grafiğimin en düşüşe geçip dibe vurmuş döneminde televizyonu açıp Conversations with God'ın filminin yeni başladığını görmem, Cuma sabahından itibaren hayatıma giren ve yıllardır tanıdığım çok yakın arkadaşlarımın bile yapamadığı şekilde beni çok mutlu eden 3 insan, Perşembe gecesi ve öncesinin tamamen kafamdan silinmiş oluşu, Kurtulacaksın Hissim'i aradığımı buraya yazmamın ertesi günü bana hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettiren biriyle tanışmam bence tesadüf olamaz. Tanrı ya da benden çok daha büyük bir enerji, ya da belki eşzamanlılık, ne bilmiyorum, ama tesadüf değil.
I will not leave you, I cannot leave you, for you are my creation and my product, my daughter and my son, my purpose and my... Self. Call on me, therefore, wherever and whenever you are separate from the peace that I am. I will be there. With Truth. And Light. And Love.
Neale Donald Walsch'un Conversations with God kitabının ona ihtiyacınız olduğu zaman hayatınıza girdiğine dair bir rivayet varmış. Doğru mudur bilemiyorum, ama hayat grafiğimin en düşüşe geçip dibe vurmuş döneminde televizyonu açıp Conversations with God'ın filminin yeni başladığını görmem, Cuma sabahından itibaren hayatıma giren ve yıllardır tanıdığım çok yakın arkadaşlarımın bile yapamadığı şekilde beni çok mutlu eden 3 insan, Perşembe gecesi ve öncesinin tamamen kafamdan silinmiş oluşu, Kurtulacaksın Hissim'i aradığımı buraya yazmamın ertesi günü bana hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettiren biriyle tanışmam bence tesadüf olamaz. Tanrı ya da benden çok daha büyük bir enerji, ya da belki eşzamanlılık, ne bilmiyorum, ama tesadüf değil.
Friday, 2 May 2008
kurtulacaksın hissi
Yeni hayatımın ilk günü oldukça garip bir şekilde başladı. Kapı çaldı, açtığımda 20 yaşlarında şirin bir kız duruyordu karşımda. "Merhaba, birşey sorabilir miyim?" dedi gülümseyerek. "Sor" diye cevapladım. "Bu arada çok güzelsiniz" dedi. Teşekkür ettim. Daha sonra da öğrenci olduğunu ve harçlığını çıkarmak için oda parfümü sattığını, denemek isteyip istemediğimi sordu. İstemediğimi söyledim. Gitti. O kadar apartman arasında bizimkini bulması, ve apartmanda sormak için beni seçmesi garip geldi. Harçlık ihtiyacı olan bir tipe de benzemiyordu. Bence o benim Kurtulacaksın Hissi'mdi.
Kurtulacaksın Hissi: perihan mağden'in iki genç kızın romanı kitabında çok fazla bahsi geçen, bir insanın bir diğer insanda kurtuluşunu bulması olarak tanımlanan his. ancak insan beyni kötü zamanlarda hep bu hisse tutunmaya bir süre sonra bağışıklık geliştirdiğinden asla kurtulamama hissi gibi bir ümitsizlik kaynağı da olabilmektedir zamanla.
(slackerbitch, 21.10.2003)
14 yaşındayken Kurtulacaksın Hissi başlığına yazdığım entry. 5 yıldır aradığım, hep bulduğumu sanıp daha da kurtarılamaz hale geldiğim, çok uğraşıp hiç kimsede olduramadığım hissim.
KURTULACAKSIN HİSSİ : Hissin adı, bu. Bir şeyler olacak. Üç vakte, beş vakte, yedi vakte kadar bir şeyler. Çok üzüldün. Çok bekledin. Dur şimdi bu bedende. Gitme bir yere. Sana çok güzel bir şey gelecek. Çok güzel, iyi, tatlı bir şey.
Başı dönüyor. Evden hemen, hemen çıkmalı. Otobüs geldi. Atladı otobüse. TAKSİM. Evet orası iyidir. Orayı biliyor zaten.
Evden çıkarkenki Kurtulacaksın Hissi’ni hatırlamaya çalışıyor. İyi gelsin içine. Bugün, artık bugün iyi olmak istiyor.
Aklına Çiğdem geliyor. Beşiktaş’taki dershanenin önünde buluşacaklardı. Bu yıl işte, aynı okulu bitirdiler. Aynı liseyi. Süper Kız Lisesi. Gidip bir Sarıyer minibüsüne atlıyor Behiye. Dershanenin tam önünde iniyor.
Dershaneye çıkan merdivenin oralarda yok Çiğdem. Dershanenin kapısında da yok. Hemen girişte soldaki kayıt bürosuna girip bakınıyor biraz. Derken bir kız görünüyor. Ona doğru gülümseyerek geliyor. Allahım bu ne güzel bir yaratık! Behiye’ye doğru geliyor! El sallıyor Behiye’ye. Behiye’nin yüzünü allar basıyor. Sıcaklıyor.
Bu bebek hırkalı kız onu nerden tanıyor ki? Bacakları orta yerinden kesildi. Tir tir titriyorlar. Birbirine vuruyor bacakları. Çok heyecanlandı. Neden ki? ‘’Merhaba Behiye’’ diyor bebek hırkalı kız.
Kurtulacaksın Hissi ayaklarından pompalanmış gibi alnının tepesine kadar çıkıyor. İnanılmaz bir sevincin ruhunu istila edişini kaydediyor Behiye. Teslim alışını. Onun adı : Handan. Onun adı : KURTULACAKSIN HİSSİ. Beni kurtarmaya geldi. Daha göreli beş dakika olmadı kızı. Delirdin galiba sen. Kucakladığı gibi, kaçırmak geliyor içinden. Saçmalama Behiye. Kendine gel. Ama gülümsemesine engel olamıyor işte. Burnu kırış kırış; nasıl da sevinçli, mutlu. Durduğu yerde zıplamak geliyor içinden. Bağırmak geliyor bas bas.
Bir mutluluk çemberinde Behiye. Artık kimse girip kıramaz bu çemberi. Yarın görecek Handan’ı. YARIN ve her gün. Artık her Allah’ın günü, her Allah’ın günü Handan’ı görecek. Artık Handan’sız bir gün dahi geçmeyecek. Bunu biliyor adı gibi. Adı gibi biliyor Behiye.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Oturmuş 14 yaşındayken çok sevdiğim bir şarkıyı dinliyor, o zamanlar hayatımı değiştiren kitabı okuyor, hala Kurtulacaksın Hissi'mi arıyorum.
bil ki sen sevmek istersen
her şeyi kurtarırsın
orda durma, eğer beklersen
hiçbir şey olmaz
gerçek uzak koş, koş geç kalma sakın
tokken hiç doymadın sen, dur artık
önünde bir hayat var
gücün yettiği kadar
yaşa artık istersen
zaman tükendi artık
Biri bana bağırarak bu sözleri söylesin.
Kurtulacaksın Hissi: perihan mağden'in iki genç kızın romanı kitabında çok fazla bahsi geçen, bir insanın bir diğer insanda kurtuluşunu bulması olarak tanımlanan his. ancak insan beyni kötü zamanlarda hep bu hisse tutunmaya bir süre sonra bağışıklık geliştirdiğinden asla kurtulamama hissi gibi bir ümitsizlik kaynağı da olabilmektedir zamanla.
(slackerbitch, 21.10.2003)
14 yaşındayken Kurtulacaksın Hissi başlığına yazdığım entry. 5 yıldır aradığım, hep bulduğumu sanıp daha da kurtarılamaz hale geldiğim, çok uğraşıp hiç kimsede olduramadığım hissim.
KURTULACAKSIN HİSSİ : Hissin adı, bu. Bir şeyler olacak. Üç vakte, beş vakte, yedi vakte kadar bir şeyler. Çok üzüldün. Çok bekledin. Dur şimdi bu bedende. Gitme bir yere. Sana çok güzel bir şey gelecek. Çok güzel, iyi, tatlı bir şey.
Başı dönüyor. Evden hemen, hemen çıkmalı. Otobüs geldi. Atladı otobüse. TAKSİM. Evet orası iyidir. Orayı biliyor zaten.
Evden çıkarkenki Kurtulacaksın Hissi’ni hatırlamaya çalışıyor. İyi gelsin içine. Bugün, artık bugün iyi olmak istiyor.
Aklına Çiğdem geliyor. Beşiktaş’taki dershanenin önünde buluşacaklardı. Bu yıl işte, aynı okulu bitirdiler. Aynı liseyi. Süper Kız Lisesi. Gidip bir Sarıyer minibüsüne atlıyor Behiye. Dershanenin tam önünde iniyor.
Dershaneye çıkan merdivenin oralarda yok Çiğdem. Dershanenin kapısında da yok. Hemen girişte soldaki kayıt bürosuna girip bakınıyor biraz. Derken bir kız görünüyor. Ona doğru gülümseyerek geliyor. Allahım bu ne güzel bir yaratık! Behiye’ye doğru geliyor! El sallıyor Behiye’ye. Behiye’nin yüzünü allar basıyor. Sıcaklıyor.
Bu bebek hırkalı kız onu nerden tanıyor ki? Bacakları orta yerinden kesildi. Tir tir titriyorlar. Birbirine vuruyor bacakları. Çok heyecanlandı. Neden ki? ‘’Merhaba Behiye’’ diyor bebek hırkalı kız.
Kurtulacaksın Hissi ayaklarından pompalanmış gibi alnının tepesine kadar çıkıyor. İnanılmaz bir sevincin ruhunu istila edişini kaydediyor Behiye. Teslim alışını. Onun adı : Handan. Onun adı : KURTULACAKSIN HİSSİ. Beni kurtarmaya geldi. Daha göreli beş dakika olmadı kızı. Delirdin galiba sen. Kucakladığı gibi, kaçırmak geliyor içinden. Saçmalama Behiye. Kendine gel. Ama gülümsemesine engel olamıyor işte. Burnu kırış kırış; nasıl da sevinçli, mutlu. Durduğu yerde zıplamak geliyor içinden. Bağırmak geliyor bas bas.
Bir mutluluk çemberinde Behiye. Artık kimse girip kıramaz bu çemberi. Yarın görecek Handan’ı. YARIN ve her gün. Artık her Allah’ın günü, her Allah’ın günü Handan’ı görecek. Artık Handan’sız bir gün dahi geçmeyecek. Bunu biliyor adı gibi. Adı gibi biliyor Behiye.
Ne yapacağımı bilmiyorum. Oturmuş 14 yaşındayken çok sevdiğim bir şarkıyı dinliyor, o zamanlar hayatımı değiştiren kitabı okuyor, hala Kurtulacaksın Hissi'mi arıyorum.
bil ki sen sevmek istersen
her şeyi kurtarırsın
orda durma, eğer beklersen
hiçbir şey olmaz
gerçek uzak koş, koş geç kalma sakın
tokken hiç doymadın sen, dur artık
önünde bir hayat var
gücün yettiği kadar
yaşa artık istersen
zaman tükendi artık
Biri bana bağırarak bu sözleri söylesin.
Monday, 28 April 2008
la musique
Geçen Cuma iPod'umun şarj aletini İzmir'de unuttuğumu fark ettim. Ve aynı zamanda ne kadar iPod bağımlısı bir insan olduğumu. Müzik olmadan asla yürüyemeyen ben, sigara almak için 2dk yürümem gereken yolu yürürken sıkıntıdan krizler geçirdim. Cuma akşamı sipariş verdiğim iPod şarj aleti Cumartesi akşamı hala elime ulaşmamış olduğundan, akşam Taksim'e giderken yolda dinleyebileceğim birşeyler bulmam gerekiyordu. Bütün odamı arayıp eski Discman'imi bulduktan sonra, birisi giderken dinleyeceğim geceye-hazırlanıyorum-bebeğim modu şarkılardan, diğeri de bir-cumartesiyi-daha-geride-bıraktım-elime-hiçbişey-geçmedi-ve-ağlayasım-var şarkılarından oluşan 2 cd yapmaya karar verdim. Sevgili Vaio laptopımın ilk 5 cd'yi yazdırırken hata vermesinin ve benim sinir krizleri geçirmemin ardından, laptopla mantık çerçevesi içinde sakin sakin konuşmaya karar verdim. "Bak canım" dedim ona, "seni çok seviyorum, ama senin ağzına sıçarım, ona göre". İkna edici olan şey kibar tavrım mıydı yoksa içten dualarım mıydı bilmiyorum ama laptop bu kez cd'yi hata vermeden yazdı. -Sigara alıp geliyorum- Geldim. Sonuç olarak saçım başım felaket bir halde geç-kaldımmmm şeklinde evden çıkıp dolmuşa bindim. Çılgın dolmuşçu sayesinde yarım saatte karşıya geçtik, böylece sadece fashionably late olarak durumu kurtardım.
Yol boyunca düşündüğüm şeylerden birisi "şarj aleti" kelime öbeğiydi. Normalde alet ya da cihaz yerine makine kelimesini kullanan biz insanlık, neden konu şarja gelince alet ya da cihazı tercih ediyorduk acaba? Pek tabii şarz diyen cehalet kurbanları da vardı aramızda, o halde alet kabul edilebilir bir ayrıntıydı.
Diğer kafama takılan şey ise yarım saat boyunca kafamda yankılanan "thank god there's music" cümlesiydi. Britanya'nın köpeği olduğumdan İngilizce düşünüyorum, evet. Gün içinde kendi kendime konuşurken İngilizce konuşur, rüyalarımı bile bazen İngilizce görürüm. Bir yerime birşey olduğunda ouch der, bardak kırınca oh shit tepkisini veririm. Konuya dönersek, müzik olmadan tek bir saat bile geçiremediğimi fark etmiş oldum bu sayede. Ayrıca mp3 player'ım adaya düşsem götüreceğim üç şeyden biri olurdu kesinlikle. Tanrı iPod'u korusun!!
Yol boyunca düşündüğüm şeylerden birisi "şarj aleti" kelime öbeğiydi. Normalde alet ya da cihaz yerine makine kelimesini kullanan biz insanlık, neden konu şarja gelince alet ya da cihazı tercih ediyorduk acaba? Pek tabii şarz diyen cehalet kurbanları da vardı aramızda, o halde alet kabul edilebilir bir ayrıntıydı.
Diğer kafama takılan şey ise yarım saat boyunca kafamda yankılanan "thank god there's music" cümlesiydi. Britanya'nın köpeği olduğumdan İngilizce düşünüyorum, evet. Gün içinde kendi kendime konuşurken İngilizce konuşur, rüyalarımı bile bazen İngilizce görürüm. Bir yerime birşey olduğunda ouch der, bardak kırınca oh shit tepkisini veririm. Konuya dönersek, müzik olmadan tek bir saat bile geçiremediğimi fark etmiş oldum bu sayede. Ayrıca mp3 player'ım adaya düşsem götüreceğim üç şeyden biri olurdu kesinlikle. Tanrı iPod'u korusun!!
Friday, 25 April 2008
always been an introvert, happily bleeding.
In psychology, anhedonia is an inability to experience pleasure from normally pleasurable life events such as eating, exercise, and social or sexual interaction.
Dysthymia is a mood disorder characterized by chronic mildly depressed or irritable mood often accompanied by other symptoms:
-disruption in eating habits-poor appetite or overeating;
-disturbed sleeping pattern insomnia;
-low energy or fatigue;
-low self-esteem;
-poor concentration or difficulty making decisions;
-a feeling of hopelessness.
-lack of social, occupational or academic functioning
Dysthymia is a disorder that can be treated through anti-depressants and psychotherapy. The essential symptom involves the individual feeling depressed almost daily for at least two years, but without the criteria necessary for a major depression. Sufferers have often experienced dysthymia for many years before it is diagnosed. People around them come to believe that the sufferer is 'just a moody person'.
People with avoidant personality disorder are preoccupied with their own shortcomings and form relationships with others only if they believe they will not be rejected. Loss and rejection are so painful that these individuals will choose to be lonely rather than risk trying to connect with others.
-hypersensitivity to criticism or rejection
-self-imposed social isolation
-extreme shyness in social situations, though feels a strong desire for close relationships
-avoids interpersonal relationships
-feelings of inadequacy
-low self-esteem
-mistrust of others
-extreme shyness/timidity
-emotional distancing related to intimacy
-highly self-conscious
-self-critical about their problems relating to others
-problems in occupational functioning
-lonely self-perception
-feeling inferior to others
-chronic substance abuse/dependence (alcohol, drugs etc.)
-investment in fixed fantasies
D – Difficulty making everyday decisions
E – Excessive lengths to obtain nurturance and support from others
P – Preoccupied with fears of being left to take care of self
E – Exaggerated fears of being unable to care for himself or herself
N – Needs others to assume responsibility for his or her life
D – Difficulty expressing disagreement with others
E – End of a close relationship is the beginning of another relationship
N – Noticeable difficulties in initiating projects or doing things on his or her own
T – “Take care of me” is his or her motto
Dysthymia is a mood disorder characterized by chronic mildly depressed or irritable mood often accompanied by other symptoms:
-disruption in eating habits-poor appetite or overeating;
-disturbed sleeping pattern insomnia;
-low energy or fatigue;
-low self-esteem;
-poor concentration or difficulty making decisions;
-a feeling of hopelessness.
-lack of social, occupational or academic functioning
Dysthymia is a disorder that can be treated through anti-depressants and psychotherapy. The essential symptom involves the individual feeling depressed almost daily for at least two years, but without the criteria necessary for a major depression. Sufferers have often experienced dysthymia for many years before it is diagnosed. People around them come to believe that the sufferer is 'just a moody person'.
People with avoidant personality disorder are preoccupied with their own shortcomings and form relationships with others only if they believe they will not be rejected. Loss and rejection are so painful that these individuals will choose to be lonely rather than risk trying to connect with others.
-hypersensitivity to criticism or rejection
-self-imposed social isolation
-extreme shyness in social situations, though feels a strong desire for close relationships
-avoids interpersonal relationships
-feelings of inadequacy
-low self-esteem
-mistrust of others
-extreme shyness/timidity
-emotional distancing related to intimacy
-highly self-conscious
-self-critical about their problems relating to others
-problems in occupational functioning
-lonely self-perception
-feeling inferior to others
-chronic substance abuse/dependence (alcohol, drugs etc.)
-investment in fixed fantasies
D – Difficulty making everyday decisions
E – Excessive lengths to obtain nurturance and support from others
P – Preoccupied with fears of being left to take care of self
E – Exaggerated fears of being unable to care for himself or herself
N – Needs others to assume responsibility for his or her life
D – Difficulty expressing disagreement with others
E – End of a close relationship is the beginning of another relationship
N – Noticeable difficulties in initiating projects or doing things on his or her own
T – “Take care of me” is his or her motto
loving annabelle
Love is difficult. For one human being to love another human being: that is perhaps the most difficult task that has been entrusted to us, the ultimate task, the final test and proof, the work for which all other work is merely preparation. That is why young people, who are beginners in everything, are not yet capable of love: it is something they must learn. With their whole being, with all their forces, gathered around their solitary, anxious, upward-beating heart, they must learn to love.
-Rainer Maria Rilke
Wednesday, 23 April 2008
release me from the heatwave
-a pretty sweet blonde, an illusion of the heatwave
Bugünlerde İstanbul'u fena bir sıcak dalgası ele geçirdi. Geçen hafta bugünlerde üşüyor olduğumu düşünürsek, kötü niyetli sıcak hava dalgasının tüm İstanbul halkını birkaç gün içinde öldürebileceği yönündeki varsayımım pek de imkansız değil. Klimanın insanın yaşamını sürdürebilmesi için ne kadar gerekli bir icat olduğuna dair inancımın sonsuz boyutlara ulaştığı bugünlerde, hayat olabildiğince sıkıcı. Kışın depresif ve gri havasının gitmesiyle içimdeki hüzün sadece bomboş bir sıkıntıya dönüşerek hayata olan zayıf bağımı yaz yaklaşırken Nesfit yemeye başlayan kadınlar moduna sokup iyice zayıflatıyor. Yaz geliyor ve ben geçen yazı, İzmir'de olduğum 3 ay boyunca nasıl gittikçe daha kötüye gittiğimi hatırlıyorum. Hala üzerimden atamamış olduğum o kötülüğün İzmir'e döndüğümde daha da artmasından korkuyorum, nedense orada ruh halim daha bir intihara meyillileşiyor. İstanbul'daki odamı seviyorum. Çok ilginç bir şekilde odama aşırı bağlıyım. Mekanların sahip oldukları enerji ve insanlara olan etkileri konusuna inanmıyor olsaydım bile, bu odada yaşamaya başladığım andan itibaren kesinlikle inanırdım. Odam ve ben o kadar uyum içindeyiz ki, burada kendimi herşeyden uzak ve güvende hissediyorum. Odamda olduğum sürece kimsenin hiç bir saçmalığı bana ulaşamaz, biliyorum. Belki de son zamanlarda okula gidemiyor olmamın ve asosyalleşmemin nedeni budur. Kendimi pek asosyal görmüyorum aslında, ortamcı görüyorum bile denilebilir zaman zaman. Ancak psikiyatristimin söylediğine göre çok asosyal ve insan yüzü görmeden yaşıyormuşum, zorla bile olsa dışarı çıkıp insanların arasına karışmazsam yalnızlığım ileride psikolojik sorunlara neden olabilirmiş. "Ama yalnızlıktan ve dışarı çıkmamaktan gayet memnunum" dediğimde ise bana hoşuma giden herşeyin kendim için en iyisi olmayabileceğini söyledi. Haklı olabilir, ama insanlardan mümkün olduğunda uzak durmayı tercih ederim yine de. Bunu ona söylediğimde, bana en iyi arkadaşlarımla bile görüşmek istemememin sebebinin ne olduğunu sordu. Bilmiyorum ki, onlara bunların hiçbirini anlatmıyorum bile. "Belki de en iyi arkadaşların değillerdir" dedi sonra. Haklı olabilir.
Bugünlerde İstanbul'u fena bir sıcak dalgası ele geçirdi. Geçen hafta bugünlerde üşüyor olduğumu düşünürsek, kötü niyetli sıcak hava dalgasının tüm İstanbul halkını birkaç gün içinde öldürebileceği yönündeki varsayımım pek de imkansız değil. Klimanın insanın yaşamını sürdürebilmesi için ne kadar gerekli bir icat olduğuna dair inancımın sonsuz boyutlara ulaştığı bugünlerde, hayat olabildiğince sıkıcı. Kışın depresif ve gri havasının gitmesiyle içimdeki hüzün sadece bomboş bir sıkıntıya dönüşerek hayata olan zayıf bağımı yaz yaklaşırken Nesfit yemeye başlayan kadınlar moduna sokup iyice zayıflatıyor. Yaz geliyor ve ben geçen yazı, İzmir'de olduğum 3 ay boyunca nasıl gittikçe daha kötüye gittiğimi hatırlıyorum. Hala üzerimden atamamış olduğum o kötülüğün İzmir'e döndüğümde daha da artmasından korkuyorum, nedense orada ruh halim daha bir intihara meyillileşiyor. İstanbul'daki odamı seviyorum. Çok ilginç bir şekilde odama aşırı bağlıyım. Mekanların sahip oldukları enerji ve insanlara olan etkileri konusuna inanmıyor olsaydım bile, bu odada yaşamaya başladığım andan itibaren kesinlikle inanırdım. Odam ve ben o kadar uyum içindeyiz ki, burada kendimi herşeyden uzak ve güvende hissediyorum. Odamda olduğum sürece kimsenin hiç bir saçmalığı bana ulaşamaz, biliyorum. Belki de son zamanlarda okula gidemiyor olmamın ve asosyalleşmemin nedeni budur. Kendimi pek asosyal görmüyorum aslında, ortamcı görüyorum bile denilebilir zaman zaman. Ancak psikiyatristimin söylediğine göre çok asosyal ve insan yüzü görmeden yaşıyormuşum, zorla bile olsa dışarı çıkıp insanların arasına karışmazsam yalnızlığım ileride psikolojik sorunlara neden olabilirmiş. "Ama yalnızlıktan ve dışarı çıkmamaktan gayet memnunum" dediğimde ise bana hoşuma giden herşeyin kendim için en iyisi olmayabileceğini söyledi. Haklı olabilir, ama insanlardan mümkün olduğunda uzak durmayı tercih ederim yine de. Bunu ona söylediğimde, bana en iyi arkadaşlarımla bile görüşmek istemememin sebebinin ne olduğunu sordu. Bilmiyorum ki, onlara bunların hiçbirini anlatmıyorum bile. "Belki de en iyi arkadaşların değillerdir" dedi sonra. Haklı olabilir.
we could get so wasted
Istanbul Fashion Film Festival konulu blog yazımızda İlke'nin "şaka 2" ve "hmm" fotolarında görebileceğiniz bitik karıyla dün karşılaştık. Fazlasıyla kafası güzel halde sızmış olan arkadaşımı 2 dk koltukta bırakıp tuvalete gittim, ve döndüğümde Bitik arkadaşımı kucağına yatırmış saçlarını okşuyordu. Ben arkadaşıma "iyi misin" diye sormaya çalıştığımda da bana "gitsene ya" falan şeklinde triplere girdi.
Bitik: Gitsene ya gitsene
Ben: Sen kimsin ki sen gitsene asıl
Bitik: Gitsene
Ben: Bırak arkadaşımı
Bitik: *orta parmak*
Ben: *orta parmak*
Bitik: İyi tamam gidiyorum
Anlıyoruz ki kendisi bitik ve şaka olmasının yanında aynı zamanda varoşların prensesi mahalle karısı mizacına da sahip bir insanmış.
Bitik: Gitsene ya gitsene
Ben: Sen kimsin ki sen gitsene asıl
Bitik: Gitsene
Ben: Bırak arkadaşımı
Bitik: *orta parmak*
Ben: *orta parmak*
Bitik: İyi tamam gidiyorum
Anlıyoruz ki kendisi bitik ve şaka olmasının yanında aynı zamanda varoşların prensesi mahalle karısı mizacına da sahip bir insanmış.
Sunday, 20 April 2008
if i can't dance, i don't want to be part of your revolution
Evlilik insan doğasına aykırıdır, esas olarak kadınları baskı altında tutmaya yarar ve bir kurum olarak kadınların cinselliklerini özgürce yaşamalarını engeller.
Kıskançlık ise, aşkın meyvesi olmaktan ziyade, erkeklere seks tekeli kurmayı sağlayan bir bahanedir.
Teizm insan zihnine bir hakaret, ateizm ise hayatın, güzelliğin ve insan bilincinin en güçlü biçimde ve ebediyen onanmasıdır.
Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.
Anarşizm insanın ufkunu açıp onu özgürleştiren bir güçtür; insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi, tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimizin özgür olamayacağını öğretir.
Kıskançlık ise, aşkın meyvesi olmaktan ziyade, erkeklere seks tekeli kurmayı sağlayan bir bahanedir.
Teizm insan zihnine bir hakaret, ateizm ise hayatın, güzelliğin ve insan bilincinin en güçlü biçimde ve ebediyen onanmasıdır.
Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.
Anarşizm insanın ufkunu açıp onu özgürleştiren bir güçtür; insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi, tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimizin özgür olamayacağını öğretir.
Subscribe to:
Posts (Atom)