Tuesday, 25 December 2007

how to love

National Geographic'in aşkın bilimsel yönüyle ilgili bir belgeseli olduğunu öğrendim nette dolaşırken. Daha izlemedim, ama konu ilgimi çekti.

-Yeni biriyle tanıştığımızda onunla ilgilenip ilgilenmediğimize ilk 90 saniye-4 dakika arasında karar veriyormuşuz. Bunu etkileyen faktörlerin %55'i vücut dili, %38'i ses tonu ve konuşma hızı, ve yalnızca %7'si söyledikleri şeyler oluyormuş. Yani aslında ne dediklerini pek umursamıyoruz. Sonuç olarak potansiyel the one'ımız bize gelip 'Love is in the air bebeğim hadi evlenelim' dese bile yanlış pozisyonda ve yanlış ses tonuyla konuşuyorsa, tüm şansını kaybediyor. Ne hoş.

-Aşık olma süreci 3 bölüme ayrılıyormuş:

1-Cinsel istek: Adından da anlaşılacağı üzere cinsel olarak etkilenme süreci olan bu kısım, testosteron ve östrojen hormonlarının etkisiyle gerçekleşiyor.

2-Etkilenme: Bu da hoşlandığınız kişiyi aklınızdan çıkaramadığınız, görünce ya da konuşunca heyecandan bir garip olduğunuz dönem oluyor. Adrenalin, dopamin ve serotonin hormonlarınız son hız görevlerini yapıyorlar da diyebiliriz. Birine aşık olma sürecinin ilk evreleri vücudunuzda strese karşı verilen tepkilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Kanınızdaki adrenalin seviyesi artıyor. Kalbiniz daha hızlı atmaya başlıyor ve terliyorsunuz. Dopamin seviyesinin artmasıyla, daha enerjik hissediyor ve daha kolay konsantre olabiliyorsunuz. Aşık olduğunuz kişiyle ilgili en ufak detay bile sizi çok heyecanlandırıyor. (Dopamin aynı zamanda kokain kullanımı sonucunda da artıyormuş bu arada.) Bir anda bütün düşüncelerinizi o kişinin kaplamasının nedeni ise serotonin. Yapılan bir araştırmaya göre, biri yeni aşık olan kişilerden, biri de obsesif kompülsif bozukluğu olanlardan oluşan 2 grup deneğin kanlarındaki serotonin seviyesinin birbirine çok yakın olduğu görülmüş. Yani, takıntılı davranışlarınızın nedeni gayet biyolojik.

3-Bağlanma: Çiftlerin birbirine bağlanmasında oksitosin ve vasopresin hormonları etkili. Oksitosin, orgazm sırasında salgılanan ve seks sonrası çiftlerin daha yakın hissetmelerine neden olan hormon. Ayrıca doğum sırasında salgılanıp anne ve bebeğin bağlanmasında da etkili oluyor. Vasopresin de seks sonrası salgılanıyormuş. Seks olmadan bağlılık olamıyor mu yani? Gerçekten mi?

Ayrıca gerçekten bazı bilimadamları oturup nasıl aşık olunacağını araştırmışlar. Çıkan sonuda göre, tanımadığınız biriyle 30 dakika boyunca hayatınızın en gizli detaylarını paylaşıp daha sonra 4 dakika boyunca hiç konuşmadan birbirinizin gözlerinin içine bakınca aşık oluyormuşsunuz. Yani 34 dakika sonunda cidden aşık oluyormuşsunuz. Oha ama. Ve bu deneye katılan 2 çift, daha sonra evlenmiş. Evlilikleri kaç dakika sürdü merak ediyorum.

letters to you-- i miss you so

Son günlerde geçmişi daha çok düşünüyorum. O kadar çok özlüyorum ki eskiyi, şu an hayatımda olan hiç bir insan, yer ya da şey bana yetemiyor artık. Geçmişimin özlediğim insanlarından hala hayatımda olanların ne kadar değiştiğini düşünmek sinirime dokunuyor. Ne yaparsam yapayım, asla ne onlar, ne ben, ne de paylaştıklarımız eskisi gibi olmayacak. İşte buna gıcık oluyorum. Yılbaşı gecesini pek sevmem, çünkü yılda en yalnız hissettiğim gecedir. Geçen yılbaşını birlikte geçirdiğim insanların yarısını aylardır görmedim, bir kısmını tanımıyorum, benim için en önemli olanları ise artık hayatımda değiller. Bu yıl tek başıma evde oturmak istiyorum yılbaşı gecesi, çünkü kiminle birlikte olursam olayım, büyük olasılıkla ilerleyen bir yılbaşında yanımda olmayacak ve benim geçmişte kalmış, düşünmesi acı veren mutluluklarıma bir anı daha eklenmiş olacak uzun vadede.

Yine uyuyamıyorum, geçmişten bahsetmişken aklıma 2 yıldır dinlememiş olduğum bir Silverstein şarkısı takılıyor.

I can see it in your eyes
You're broken down, your hands are tied

Uzun süre farkında olmadan şarkının o kısmını mırıldandıktan sonra, açıp sözlerine bakıyorum. Aklımdan geçen şeyler benden önce yazılmış gibi hissediyorum. "This may be the closest thing that you'll ever receive to an apology" derken, aklıma günlerdir özür dilemek istediğim ama karşısına çıkacak gücü bulamadığım, benim için önemli birisi geliyor. Bir kez daha zamanın insanları değiştirmesine sinirleniyorum.
Silverstein severdi sanırım o da.

This gaping hole in my chest is filled with deceit. I fear that all my cries fell upon deaf ears. This november swallows me whole. And this may be the closest thing that you'll ever receive to an apology. I close my eyes and I can see you dead.

Bu konuda düşündükçe daha da daralıyorum. Yazıyorum, belki rahatlıyorum, ama okuması gerekenler bunları hiç görmüyorlar. Kimse cevap vermiyor.

It's empty tonight and I'm all alone, get me through this one. Do you notice I'm gone? Where do you run to so far away? I want you to know that I miss you, I miss you so. I'm writing again these letters to you, aren't much, I know. But I'm not sleeping and you're not here. The thought stops my heart.

Do you notice I'm gone?

Monday, 24 December 2007

strangelove

there'll be times when my crimes will seem almost unforgivable
i give in to sin because you have to make this life livable
but when you think i've had enough from your sea of love
i'll take more than another riverful and i'll make it all worthwhile
i'll make your heart smile

strangelove
strange highs and strange lows
strangelove
that's how my love goes
strangelove
will you give it to me
will you take the pain i'll give to you
again and again
and will you return it

prisoners of ourselves

Yarınki TKL finalim için okumuş olmam gereken, ancak şu ana kadar yarısına bile gelmemiş olduğum kitap Prisoners of Ourselves (Essays on the Psychology of Totalitarianism in Everyday Life) hakkında yazmak istedim. Çoktan uyumuş olmam gerekirken normal uyku saatim olan 8de kalkacak olmamın verdiği rahatsızlık nedeniyle uyuyamayışımın vicdan azabını engellememin tek yolu bu.

İşte 272 sayfadan oluşan kitabın okumuş olduğum 58 sayfasından ulaştığım sonuçlar:

-Totaliter güçler, gece uykudadırlar. Okullar da dahil olmak üzere devlet ve kurumları gece uykudadır. Bu nedenle, bizim de gece uykuda olmamızı isterler. Gece uyanık kalıp gündüz uyumanın normal olmadığı aklımıza kazınmıştır çünkü kontrol edilebilmemizin tek yolu budur. Peki ama neden ben gece uyuyup sabahın köründe okula gidip bu kitap hakkında sınav olmak zorundayım? Çok çelişkili bir durum.

-Totalitarizmin toplumu kontrol altında tutmasının bir diğer yolu da kelimelerdir. Duygularımızı içine sığdırmak zorunda bırakıldığımız yaratılmış kavramlar olan kelimeler, hislerimizi kendimize saklamamız ve kısıtlı iletişim kurabilmemiz içindir. Sessizlik ise, tüm duyuların duygulara açık ve onları algılar durumda olduğu tek durumdur.

-Cennete giriş, başkalarının yargılarına tabidir. Cehennem, sadece yargılanmayı kabullenenler için kötüdür. Özgürlük cehennemdir. Bu cennet/cehennem işi beni daraltıyor olsa da, hacı hoca takımıyla cennette takılmak istemezdim.

-Delilerden herkes korkar, çünkü beklenmedik şeyler yapma ihtimalleri vardır. Duygu ve düşüncelerini belirtirken tereddüt etmez, içlerinden geleni yaparlar. Artık deli olma özgürlüğü bile yoktur insanın. Deli olduğunuzu psikiyatristlere kanıtlamak zorunluluğunuz vardır. Deli, ve dolayısıyla beklenmedik olmanız, kontrol edilebilir olmanız yolunda bir engeldir. Bu nedenle devlet delileri sevmez. Psikiyatristler, Formula 1'deki pit stoplar gibidir. Gittiğinizde sizi onarır ve yarışa tekrar yollarlar. Yarışın kendisi asla sorgulanmaz, psikiyatristlerin tek sorguladıkları yarışı sorgulayanlardır.

-Yarın sınavım ve daha okumam gereken 200 sayfa var. Eğitim sisteminin totaliter yapısı hakkında bir bölüm daha eklenmeli bence o kitaba.

Sunday, 23 December 2007

i've been dying to reach you

I have saved every piece of paper
Like grocery lists & note cards
To do lists & race scores
So just in case you change your mind
& come back, I've kept everything safe

While you're gone away
Where there isn't a telephone wire
Still I wait by the phone
You don't even write to say goodbye
Goodbye

Get me out, get me off
This is a ride going nowhere
But somewhere that I despise
Going nowhere to end up with a tearful
I don't wanna go on
With these pieces of paper
That you've left behind

the sweet delays we used to have



As we grow up, we learn that even the one person that wasn't supposed to let us down probably will.
You'll have your heart broken, probably more than once, and it's harder every time.
You'll break hearts too, so remember how it felt when someone broke yours.
You'll fight with your best friend and maybe even fall in love with them.
You'll blame a new love for things an old one did.
You'll cry because time is passing too fast and you'll eventually lose someone close to you.
So take too many pictures, laugh too much and love like you've never been hurt because every 60 seconds you spend angry or upset is a minute of happiness you'll never get back.

Beynime kazımak için yazma gereği duydum bir kez daha.

angelique, i swear

Uykusuz gecelerin insanı olmaktan kurtulamayan ben, "2 gündür iyiyim nasıl olsa" diyerek doz artırma sürecimi yarıda bırakmaya karar vermiştim ki; Brokeback Mountain izleme hatasına düşerek bu kararımın ne kadar yanlış olduğundan fazlasıyla emin oldum. Önümüzdeki 3 yıl boyunca doz azaltma ya da bırakma işine gireceğimi bile hiç sanmamaya başladım hatta. Kovboy filmlerinden, maço erkeklerden ya da Heath Ledger'ın tipinden nefret ediyor olmama rağmen, çok uzun zamandır bu kadar etkilendiğim bir film olmamıştı. Hatta sonunda deliler gibi ağlamaktan altyazıları okuyamaz hale geldiğim tek filmdi diyebilirim. Homofobik pisliklere (buraya o ve ç ile başlayan 2 kelimeden oluşan bazı küfürleri de yerleştirebilirsiniz aslında pislik yerine) olan inanılmaz nefretim mi, duygularını içinde tutmaya kararlı insanlara olan sinirim mi, yoksa asla birbirine kavuşamamış aşıkların hayatta en içimi acıtan konsept olması mıydı bunun nedeni bilmiyorum; ancak filmin son 1 saati tamamen ağzıma sıçtı. Tipsiz Heath Ledger'ın oynadığı sevgili odun gay'imiz Ennis Del Mar'a seslenmek istedim bir an: "Sen 20 yıllık sevgiline duygusallığını göstermemek cool'luk yapmak için kasarken, adamcağız onu sevdiğini hiç bilemeden öldü lan. Öküzsün sen, pişman olursun tabi şimdi.". Siz siz olun, öküz olmayın sevgili okuyucular. Sonra "Jack, I swear" diye ağlarsınız.

Wednesday, 19 December 2007

love, my ass

i believe in happiness and in love that never fails but the longer i wait here,
the more they seem like a fairy tale. i need you to save me.


Frustration and heartache #385721. Bu kadarından sonra alışır sanıyor insan. Ama hiç alışamıyorsun. En dandik olanı da hayatta en yetenekli olduğum konunun her zaman en hak etmeyen insanlara itinayla değer vermek olması.

İstanbul'u seviyorum. En iğrenç insanlar bile, iğrençlikleriyle gurur duyar ve her fırsatta belli ederler. Pisliklerini dürüstçe yaparlar. Arkadaşınız olan hiç kimsenin aslında umrunda olmadığınızı bilirsiniz. Kendinizi göstermek için dışarı çıkar, 3-5 tane yanında görünmek isteyebileceğiniz insan bulur, içer, salak şeylerden konuşur, evinize dönersiniz. Ölseniz cenazenize gelmeyecek insanlardan oluşan İstanbullu arkadaşlarınız, işlerine gelmeyen bir durumda size pislik yapabileceklerini asla inkar etmezler. Herkes mal bir insan oluşuyla barışık haldedir. "Sana değer veriyorum"ların, iyi aile çocuğu maskelerinin arkasına gizlenip tuvalete gittiğinizde arkanızdan konuşan insanlar değildir onlar. Herkes kimin ne mal olduğunu bilir. Bu yüzden İstanbul'dayken eve kapanıp dünyayla tüm iletişimi kesmek, insana iyi gelir.

Monday, 17 December 2007

when i dream, i dream of your fists

Bugünlerde DVD formatında rüyalar görüyorum. Hem uzunluk, hem ayrıntı, hem görüntü kalitesi, hem de senaryonun garipliği bana kesinlikle Avrupa sineması içinde kaybolmuşum gibi hissettiriyor. Önceki gece İstanbul'daki İtalyan Lisesi'yle alakası olmayan, deniz kıyısında bulunan 5-6 katlı 19. yüzyıldan kalma tarihi bir bina olan İtalyan Lisesi versiyonumun içinde saatlerce dolaşıp durdum. Neden olduğunu bilmiyorum ama o bina beni o kadar çok etkilemişti ki, içeri girebilmek için rüyadayken duyduğum isteği şu an bile tamamen hatırlayabiliyorum. Görünmez de olabiliyordum üstelik, fark edilmeden içeride dolaşabilmek için. Dün gece ise çok daha X-Men'vari bir rüya gördüm. Garip kısmı ise bu kez rüyada herhangi birinin yerinde olmamam, sadece uzaktan film izler gibi izliyor olmamdı. Süper güçleri olan kahramanlar, üstünüzü kapladıklarında şekil değiştirdiğiniz örümcekler -ki hayatta en tiksindiğim canlılardır-, benim-süper-gücüm-seninkini-döver şeklinde kavgalar ve onun gibi şeylerle dolu bir adet Amerikan çizgi roman uyarlaması izledim gece boyunca. Ondan önceki gece ise, siyah uzun dalgalı saçlı ve 25 yaşlarında taş gibi bir kadın olan ben, gece dışarı çıkmaya hazırlanıyordum. Siyah daracık bir pantolon, siyah topuklu ayakkabılar, beyaz bir gömlek ve siyah yelekten oluşan görüntüme aynada baktıktan sonra, birden papyon takmaya karar verdim. Sabah uyandığımda "papyon almalıyım evet" cümlesi yankılanıyordu kafamda.

Sunday, 16 December 2007

wave lunacy goodbye

Maybe we could have pretended we were riding in the woods, riding horses. Mine would have been black and yours would have been white. It could have been all peaceful and silent as we had wanted it to be. Imagine the most peaceful scene ever. Imagine you're there. We could have been there. We could have been anything anyone could ever dream of being. We would have hugged each other to sleep while we both knew we weren't gonna sleep at all. We would have listened to Misread all night while we tried to fall asleep in your bed. It would have felt much better than any king size bed could ever feel. It would have been alright because we knew we'd wake up to endless possibilities. I hated instability, I hated uncertainty but I never complained because it was you. If it were anyone else, I would have told them to fuck off and shove their attitude up their asses, but I never said a word to you, not ever. Even when you used me, even when you took advantage of me, even when you took me for granted, I was always there for you. I did everything for you so that maybe then, just maybe then, you would care for me as much as I cared for you. Just one single word from you could have changed my world. You always knew it. You knew the power you had over me. You have no idea but you totally, literally, absolutely fucked my life up. If there's anything that's wrong with me right now, it's because of you. You're the reason I do nothing all day and watch tv. You're the reason all my relationships fail. You're the reason I need pills everyday. You do not have the right to hurt me. In fact, you owe me. You do not have the right to tell me that I don't care because not even one person in the entire world could have cared any more than I do. There's nothing else I can give you. You have taken everything. I'm truly sorry I had to leave you tonight but there was nothing else I could have done. I can't do it anymore. I'm sorry. I won't call you, but I want you to know that if you ever wanna talk, you'll find a way and reach me. I wish there was another way.