Friday, 22 July 2011

impossible

3 hafta sonra falan 500. kez taşınıyoruz. Şu ana kadar hem kedi koltukların kenar ve üstlerini tırnak törpüleme tahtası olarak kullandığından, hem de eski eşyalarımızı atmaya kıyamadığımızdan hiç bir taşınmamızda yeni eşya almamıştık eve (öyle ki, salon mobilyaları falan benden yaşlı). Ama bu kez taşındığımız evde uzun süre oturacağız gibi göründüğü için yeni eşyalar almaya karar verdik. Odamı nasıl dekore etsem diye stres oluyorum o yüzden günlerdir. Önce duvar kağıdı istemiştim, sonra hiç bir yerde doğru düzgün desen bulamayınca vazgeçip boyada karar kıldım. Canlı ve koyu bir orman yeşili istiyorum, ama hiç bir boya markasında koyu, canlı renk yok bordo dışında. Filli Boya'da yakın bir renk buldum, bakacağım ilk fırsatta.

Bir de antika görünümlü aynalı bir tuvalet masası arıyordum uzun zamandır. 30 yere falan baktıktan sonra Tepe Home ve Bellona'da bulabildim sadece istediğim gibi bir şey, ama fiyatlar 800TL'den başlıyordu. Minik bir masaya o kadar para vermeyi tam bir saçmalık olarak gördüğümden Decortie'de bulduğum mega şirin bir çalışma masasını alıp üstüne ayna ekleyerek tuvalet masasına dönüştürmeye karar verdim. Odam için diğer eşyaları da oradan aldım. Eski eşya bir tek İstanbul'dan beri benimle gezip duran ve üstünde hayatımın en önemli anlarını yaşadığım yatağım, ve değişiklik olsun diye zebra deseniyle kaplayacağım gardrobum kalacak.

Salon için hala kedinin tırnaklamayacağı bir koltuk takımı arıyoruz. Kedisi olan ve bu problemi çözebilmiş olan varsa tavsiyelere açığım.

**

Go.Go Festival videoları sonunda Vimeo'ya konmuş, mutlu oldum.

Wednesday, 20 July 2011

a liquid cure for my landlocked blues

Bugün itibarı ile 22'yi doldurup 23'e ucundan dokunmuş bulunuyorum. Günün şarkısı Bright Eyes - Landlocked Blues olsun mu?

And the world's got me dizzy again
You'd think after 22 years I'd be used to the spin
And it only feels worse when I stay in one place
So I'm always pacing around or walking away


Aynı şehirde uzun süre duramayan, hayatını oradan oraya sürüklenerek geçiren biri olarak bu şarkının sözlerini çok uyduruyorum kendime. Özellikle de 22 olduğum için.

PS. Bu sizce de kusursuz doğumgünü pastası değil mi?


Tuesday, 19 July 2011

anger management

Son birkaç haftadır fena bir sinir içindeyim. İlk başlarda PMT yüzünden böyle olduğumu düşünüyordum, ama takvime bakınca PM olmama daha haftalar olduğunu fark ettim. Ve düşündüm ki; babamın en hoşlanmadığım huyu olan ota boka gereksiz yere sinirlenme huyu bende de ortaya mı çıkmaya başladı ne? Öyle ufak tefek şeylere çok sinirlenip ortalığı birbirine katan insanları geçinilemez ve o moda girince yanına yaklaşılamaz bulduğumdan aşırı sinir semptomları sergiliyor olmamdan rahatsızım.

Özellikle regl öncesi dönemimde (ve bir de o dönem dolunaya denk geldiğinde) ortalığı birbirine katıyorum. Şu aralar da tam o moddayım. Dün mesela Forum'a yemeğe gittik. Gün içinde sabah geç gelen, 10 dakikada bir mola verip evin içinde sigara içen, kedinin huzurunu kaçıran, işleri de doğal olarak geç biten temizlikçi beni zaten iyice germişti. Ülkem trafiği hakikaten de babamın ifadesiyle "dangoz" dolu olduğundan arabayı kullanan ben olmamama rağmen daha da bir sinirlendim yolda. Sonra boş park yeri olmayışı ve annemin mırın kırın edip dar park yerlerine girmek istemeyişinin yine arttırdığı sinir katsayımla birlikte üst kattaki tavukçuya oturduk. "7 TL'ye Efes bira mı olur" diye bir sinir olduktan sonra tavuklu fajita söyledim. Biraz sonra fajitam gayet cızırdamayarak ve tortillası eksik bir şekilde geldi. "Bunun tortillası nerede" diye garsona söyledikten 5 dakika sonra "Buyrun" diye önüme bir adet kocaman dürüm ekmeği koydular. "Bu ne ya" diye baya yüksek sesle söyleniyordum o sırada. Annemin "Neyse artık, bunu ye bir daha buraya gelmeyiz" ısrarıyla "fajita"mı yemeye koyulduktan sonra bir de sour cream'in bildiğimiz sarmısaklı yoğurt - krema karışımı uyduruk bir şey olduğunu ve tavukların aşırı pişirilmekten sert ötesi hale geldiğini fark ettim. Önlü arkalı bir şikayet formu doldurduktan sonra anneme "Niye bahşiş bıraktın ki, hak etmiyorlar" serzenişlerim eşliğinde ayrıldık.

Bugün de kırk yılda bir Yemeksepeti'nden Burger King sipariş vereyim dedim. Siparişim 5 dakikalık yolu 45 dakikada geldi, 11 TL tutmuştu, 20 verdim adama, bozuğu olmadığını ve hemen bozdurup geleceğini söyleyip gitti. 2 saat geçip hala gelmeyince Yemeksepeti'ne mail attım (Burger King TR sayfasında tabii ki ulaşım için bir email adresi yoktu), adam ancak o zaman geldi.

İşini doğru düzgün yapmayan insanlara sinir oluyorum.

Bazen bana bu sinirin fazla Gordon Ramsay programı izlemekten geçtiğinden şüpheleniyorum.

stonewall

İngiltere'nin en büyük LGB örgütü Stonewall LGB öğrenciler için hazırlanan üniversite rehberi Gay by Degree'nin 2012 versiyonunu yayınlamış. Rehberde İngiltere'deki bütün üniversitelerde ve bulundukları şehirlerdeki gay sosyal yaşamla ilgili bilgilerin yanında okullarda LGB derneklerinin bulunup bulunmaması, LGB çalışan ağları olup olmaması, çalışanlara zorunlu LGB konuları üzerine eğitim verilip verilmemesi, LGB öğrenciler için kariyer danışmanlığı ve kişisel danışmanlık gibi imkanların olup olmaması gibi konulara da yer verilmiş. Rehber İngiltere'deki her iki okulumu da (Kent ve Goldsmiths) LGB hayat açısından doğru yansıtıyor, eğer İngiltere'de okumayı düşünen LGB biriyseniz mutlaka bakmanızı tavsiye ederim. Özellikle okulda doğru düzgün işleyen bir LGB derneği olması okul seçiminizi etkilemesi gereken bir faktör bana göre, bir de kayda değer gay hayatı olmayan küçük bir şehirde yaşıyorsanız diğer LGB öğrencilerle buluşabilmek ruh sağlığınızı koruma açısından ne kadar yardımcı oluyor anlatamam. Rehbere mutlaka bir göz atın.

Her ne kadar zaman zaman transfobik ve türevi uyuz davranışlarıyla beni ve çoğu insanı sinir eden bir dernek olsa da Stonewall süper işler yapıyor bazen. Yaptıkları birbirinden yararlı araştırmaların sonuçlarını şirin kitap ve kitapçıklar haline getirip internetten verdiğiniz siparişler üzerine bedava evinize yolluyorlar mesela. Bir sürü poster, sticker ve türevleri de bedava olarak mevcut.

Türkiye'ye dönmeden bir dünya sticker, poster, ve işime yarayabileceğini düşündüğüm her türlü yayını sipariş vermiştim. Starting Out Guide adlı LGB recruitment rehberleri gay-friendly işyeri arayışıma çok iyi gelecek gibi görünüyor. Şahsen asla cinsel yönelimimi gizlememi gerektirecek, ya da homofobinin tolere edildiği bir işyerinde çalışmak istemiyorum.

Siz de İngiltere'de iş arayan bir L, G ya da B iseniz rehbere buradan bakabilirsiniz.

PS. İngiltere'den kastım UK, ama siz anladınız.

Wednesday, 13 July 2011

undercover martyn

Kuzenimle yarın Bodrum üzerinden Kos'a gideceğiz. Direk bizden gidelim diye bize geliyor bu akşamdan, ve ben akşam için plan yapmak için aradığını sanarken Harry Potter'ın vizyona girdiğini söylemek için aradı az önce. Hemen biletlerimizi ayırttık, bu gece son Harry Potter filmini izleyeceğiz. İlk kitabı ilkokuldaki Kanadalı İngilizce öğretmenim Joan'ın tavsiyesi üzerine okuduğum günü hala hatırlıyorum. Aldığım gün bitirmiştim. Harry Potter'ı özleyeceğim.

**

Bugünlerde herkesin dilinde bir "panpişlerim" lafı. "Panpa"dan da, bundan da fena halde tiksiniyorum. Lütfen ben duyma/görme mesafesindeyken böyle lafları kullanmasın çevremdeki insanlar. Yoksa korkarım içimdeki kusma mekanizmasını engelleyemeyeceğim.

**

Bir diğer sinirime dokunan laf da "Hepimiz x'iz". O lafı edince x kişi ya da grubunun yaşadığı sorunları, çektiği acıları deneyimlemiş ya da anlayabilmiş mi oldunuz? Fena halde paternalist bir laf öbeği. Hoşlanmıyorum hiç.

**

Blog'uma birbirinden sinir bozucu şeyleri aratarak geliyor bazen insanlar. Saçma salak lezbiyen fantezilerinin peşine takılan hetero erkekler, "kıllı am" ya da "pussy" falan diye aratanlar ve türevi sıradan şeylerden sonra "tecavüz ve imovane" diye arattığını gördüm birinin bugün.

1,5 yıl önce yine benzer bir arama üzerine şunu yazmışım:
Asıl bahsetmek istediğim gerizekalının tekinin "sarhoş etmek için İMOVANE" diye aratıp benim uyku ilacım Imovane'dan bahsettiğim yazıya gelmiş olması. Birincisi i harfi büyük olduğunda noktalı olmuyor, I oluyor, hala öğrenemiyor insanlar sinirleniyorum. İkincisi insanların uyuyabilmesi için üretilmiş bir hapı tecavüz hapı olarak kullanmayı akıl eden zihniyetten (Imovane kesinlikle "hadi kafa olalım" şeklinde alınacak etkiyi yapan bir hap olmadığından amaç bu sanıyorum ki) de tiksiniyorum ayrıca, her kim aradıysa bir zahmet gidip kendini öldürsün lütfen. Ya da ilaç dolabımda kutular dolusu Imovane var, hepsini yutturup gecenin bir yarısı Tarlabaşı'nın ortasına bırakayım kendisini. Buraya bak sen: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=allah%C4%B1m+madem+yaratt%C4%B1n+takip+et
Bir kere, nasıl daha kolay tecavüz edebilirim diye Google'da arama yapan insanların kafasına sıçayım. Dünyadaki rezaletin, bokluğun %90'ı sizin gibi oksijen israfı yapan insan müsveddelerinden kaynaklanıyor. Hak ettiğinizi bulursunuz umarım hepiniz.

İkinci olarak, Imovane kimseyi bayıltmaz, bunu da belirteyim. Şu ana kadar aldığım hiç bir uyku ilacı dozunu aşmış bile olsam beni öyle bayıltmadı, uykusu geliyor insanın ama uyku açıcı bir şeyler hakkında düşünmeye başlarsanız, yani kendinizi o uykunun ellerine bırakmazsanız gayet kaçıyor ona rağmen. Öyle ki, 2009'a girerken yılbaşı gecesinde Ritalin yerine yanlışlıkla Imovane içmiştim, ona rağmen ve deliler gibi alkol almama rağmen hiç de ayılıp bayılmadım, uykum gelmedi bile. Dediğim gibi, insan uyku ruh halinde değilse ilaç milaç uyku zaten kaçıyor.

**

Doğumgünüm için mekan bakıyorum bugünlerde. Koca Alsancak'ta doğru düzgün internet sitesi olan, ve menüsünü fiyatlarıyla birlikte internet sitesine koymuş bir mekan olmadığını biliyor muydunuz? Varsa da ben 2 saat falan Google'da arayıp bulamadım. Menüsü olmayan mekanlardan hoşlanmıyorum. Mekanda tam olarak ne satıldığını, hangi marka içkilerle kokteyl hazırlandığını, içkilerin fiyatlarını görmeden içmekten hoşlanmıyorum. Ve Alsancak'ın ortasında 2011 senesinde bar açıp "Menü var mı" deyince çok acayip bir şey söylemişim gibi suratıma bakan garsonları iyice garipsiyorum. Ne biçim işletmeciler var ülkemde, gerçekten hakkını vererek iş yapmasını beceremiyor çoğu. Bir internet sitesi açıp, mekanının fotoğraflarını koymak, tanıtmak, menünü koymak çok mu zor? Londra'da en dandik sokak pub'larının bile websitesi varken ülkemde 10 liraya bira satmasını bilen yerlerin bile kendilerine ait bir sayfası yok. Facebook hesaplarını bulursanız şanslısınız.

İnternet sitesinde menüsünü ve görünüşünü/havasını görmeden bir mekanda doğumgünü kutlamak istemiyor oluşum çok mu anormal bir durum gerçekten? Sene 2011 dediğim gibi. İlla kalkıp bu sıcakta Alsancak'a gidip teker teker mekan mı gezmem gerekiyor?

**

Doğumgünüm için aslında Belçika birası satan bir yere gitmek istiyordum. Ama uzun bir Google araması sonucu hiç bir şey bulamadım. Sanırım İzmir'de öyle bir yer yok. Eğer Alsancak'ta bir mekan açmanın ıvır zıvırına katlanabilecek yapıda olsaydım; İngiliz mahalle pub'ı tarzı yer, bar ve koltukların tahta olduğu, 100 çeşit falan birayı (özellikle Belçika biraları) şişesi çevre mekanların 2 katına satan bir yer açardım. Kalııın bir bira menüm olurdu, biradan başka alkol pek satmazdım hatta. Kokteyl falan hiç satmazdım. Yiyecek de sadece incecik patates kızartması, bir sürü ithal peynirden oluşan bir peynir tabağı falan olurdu. Ya da pita bread ve yanında sos olarak tzatziki ile humus. Güzel olurdu diye düşünüyorum.

Monday, 11 July 2011

holy mackerel

Son 15-20 dakikadır karşı apartmanda kadının biri çığlık çığlığa bağırıyor, ve pat küt sesler geliyor. Evdeki temizlikçi teyzeyle birlikte balkona çıkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyor, polisi arasak mı diye düşünüyorduk az önce ki bağıran kadın balkona çıkıp "Ne bakıyorsunuz lan, bok mu var, girin içeri" falan diye bize bağırmaya başladı. Ne idiot insanlar var hakikaten. Böyle tipler "kocalarından" dayak yiyor diye üzülemiyorum hiç. Madem senin bu durumdan bir şikayetin yok, balkona çıkıp "Yardım edin" diye bağıracağına "Bok mu var, siktirin içeri gidin" diye bağırıyorsun, o işi başına kendin açmış olmuyor musun?

**

Subway İzmir'in internet sitesine girdim az önce. Ve girdiğim gibi sitenin gerçekten Subway'e ait olduğundan şüphe duydum; site tasarımı içler acısı, ve ilkokul öğrencisinin yapmaması gereken imla hatalarıyla dolu. Yanlış yazılmış kelimeler, cümle içinde gereksiz yere büyük harflerle başlayan kelimeler falan var. Yanlış kullanılmış üç noktalar, "Artık x'te de hizmetinize sunulmuştur" gibi saçma sapan, hatalı cümleler var. Sitenin hali öyle rahatsız edici ki, mail atıp "Sitenizin milyon tane yazım hatası içerdiğinin farkında mısınız? Bakın, soru ekini ayrı yazdım, bu arada" diyesim var.


"Kazanıcaksınız" nedir bir kere?



Ayrıca "da" ve "mi" ayrı yazılır.





Da ve mi'yi bitişik yazmak benim için o kadar büyük bir turn off ki, anlatamam. Dünyanın en etkileyici kadını gelse, o mi'leri bitişik yazdığını gördüğüm an o iş biter, o derece. Lucy Lawless, Michelle Wolff ya da Katie Sketch için birer istisna yapabilirim ama tabii.

rabiosa

Yine 5-6 günde bir yazar hale geldim, ama elimde değil sevgili blog. Ben depresifken, kızgınken, aşık olduğumu sanarken ya da bir alışveriş maratonu ardından en yaratıcı halimde oluyorum. Mutlu ve huzurluysam, ama mutluluğum belirgin, tek bir ana değil de genel olarak o anki ruh halime bağlıysa pek yazasım gelmiyor. Daha doğrusu yazacak şey bulamıyorum.

İngiltere'den döndüğümden beri kuzenimle Çarşamba ya da Perşembe'den Çeşme'deki yazlığa gidiyor; bütün günü havuz/deniz başında güneşlenip yüzerek, akşamları da Skins falan izleyerek geçiriyoruz. Haftaiçleri de tezimle uğraşıyorum. Ya da uğraşmaya çalışıyorum desek daha iyi olur. Okul bitmiş, Londra'daki okul dönemi evimi boşaltıp İzmir'e taşınmışken bu yaz sıcağında hiç de tez yazılmıyor cidden. Zaten normalde 5 dakika olan attention span'im 2 dakikaya inmiş durumda. Bir sürü Ritalin'le bile okuduğum her paragraftan sonra Facebook ve emaillerime bakmak için önlenemez bir ihtiyaç duyuyorum, bakmasam bile aklım bambaşka yerlere gidiyor. Dönem süresinde 3 günde araştırıp yazacağım şeyi 3 haftada falan yazdım. Ama yine de yazdım, bitti diye mutlu oldum, "Birkaç hafta içinde bana yazıp yolla" demiş olan danışmanıma yolladım. Birkaç saat sonra "Kusura bakma, dönem bittiği için artık bunu okumam mümkün değil, diğer arkadaşlarına haksızlık olur" diye bir cevap geldi. Fena halde sinirlendim.

Danışman;

- Bana "Ben dönem bittikten sonra 1-2 hafta daha buralardayım, 2 hafta sonra görüşelim" diyen, "2 hafta sonra Türkiye'de olacağım" dediğimde, "İyi o zaman, birkaç hafta sonra bana maille yolla" diyen sen değil miydin?

- 3 hafta sonra, dönemin bitişinden 10 gün sonra yolladım işte; 3 hafta "birkaç hafta" değil midir?

- Madem belli bir tarihten sonra bakmayacaktın, neden bana kesin bir tarih söylemedin ki o tarihe yetiştireyim?

- Diğer arkadaşlarımın danışmanları yazdıklarını bu yaz bir kez daha okuyacaklar, yani kimseye bir haksızlık olacağı yok.

Şimdi kadına bir mail atıp bu noktalardan birkaçına değinesim var, ama hangilerine? Okumayı kabul etse bile, zorla okuduğu bir şeye nasıl bir feedback verir? Öf kesinlikle.

Bu Goldsmiths hocaları sorunlu mu gerçekten? Madem yazın danışmanlar kıçını kaldırıp bilgisayar başına geçip 3 sayfa şey okumaya üşenecek, o zaman tez danışmanlığı ve workshop'ları neden Nisan'a kadar başlamıyor? Şunları Şubat'ta, hatta Kasım'da falan başlatsanıza? İkisi dışında hiç biri hayatında tez yazmamış, çoğu İngiliz eğitim sistemiyle ilk kez karşılaşan ve neye uğradığını şaşıran insanların tek başına, doğru düzgün yol gösteren hocalar olmadan tez yazmasını beklemek nasıl bir saçmalıktır?

Süper akademisyenler var ama Goldsmiths'de kimse bir boku düzenlemeyi, yönetmeyi beceremiyor valla. Kent'te herkes ne kadar yardımcı oluyormuş öğrenciye, ne kadar ilgiliymiş, her şey ne kadar rahat yürüyormuş bu sene anladım. Ben bu bölüm sekreterlerinin, başkanlarının, danışmanların, convenor'ların yerinde olsam işimi doğru düzgün yapamadığım için kendimden utanırım şahsen.

**

Bostanlı'ya Schlotzsky's açılmış yokluğumda. Şaşkınbakkal'da yaşarken Schlotzsky's ile besleniyordum haftanın 3-4 günü, ve deliler gibi özlemiştim. O yüzden Bostanlı'ya bir şube açtıklarını duyunca çok mutlu oldum, bu akşam gidip ranch patates ve pesto makarna salatası yemeyi planlıyordum. Gitmeden menüye bakayım dedim Yemeksepeti'nden, pesto makarna salatası yoktu. Menüden kaldırdılar herhalde. Ama o menüdeki en güzel şeylerden biriydi. Yazık olmuş.

Bir de Arby's açsalar İzmir'e, kalori falan demeyip 40 gün 40 gece fast food yiyeceğim.

**

Haftaya Çarşamba doğumgünüm. Plan yapma stresine girdim iyice. Keşke süper arkadaşlarım benden habersiz plan yapsalar, bana sadece gitmesi kalsa.

Tuesday, 5 July 2011

the feminist killjoy

Bugünlerde fark etmiş olabileceğiniz gibi nete pek girmiyorum. Geçen hafta Çeşme-Sakız ikilisindeydim, Pazar eve döndüm ve döndüğümden beri de tezimle uğraşıyorum. Yazmam gereken şey bitene kadar bloguma yazmayacaktım (yarına kadar falan yani), ama Sözlük'te gördüğüm "evlenene kadar cinsel ilişkinin amına koymuş kadın" adlı idiot bir başlık üzerine kendimi tutamadım.

Son 4-5 yıldır yazar sayısı iyice arttığından beri Sözlük'teki gerizekalı sayısı da artışta. Sol frame'deki başlıkların çoğu seksist, homofobik, ırkçı ve türevi kapalı zihinli söylemler içeren entry'lerle dolu. Birkaç yıl önce o tür şeyler yazan insanların mantık çerçevesi içinde düşünmekten ve kendi fikirlerini sorgulamaktan aciz olduğuna inandığımdan beri kendilerini ciddiye alıp onlara laf anlatmaya çalışma zahmetine girmiyorum genelde. Yine de girmeyecek, yakınmamı onlarla muhatap olmadan burada yapacağım.

Başlık altında tahmin edebileceğiniz gibi evlenmeden önce cinsel hayatı olan kadının "orospu" olduğunu iddia eden standart göt beyinli entry'leri çoğunlukta. Bu yaşam formlarına bir şey demeye tenezzül bile etmiyorum artık. O değil de, biri "Evlilik öncesi cinsel hayatı kadını ve kocasını ilgilendirir sadece, size ne?" türü bir şey yazmış. Karı ve koca kelimelerinden tiksindiğimi belirttikten sonra demek istiyorum ki; hayır efendim, öyle değil. "Sadece kadını ve 'kocasını' ilgilendirir" demek cinsel açıdan aktif olan kadına orospu damgası yapıştıran idiotlarla içten içe aynı şeyi düşünüp bunu özgürlükçü bir kılıfla kaplamaktır bana göre. O "ve 'kocasını' ilgilendirir" lafını oraya koymak kadın cinselliğini erkeğin onayına bağlayan bir bakış açısına işaret eder.

Öncelikle, benim geçmişte kiminle, kaç kişiyle, ne şekilde yatıp kalktığım sadece beni ilgilendirir. Eşimi, sevgilimi, partnerlerimi, ya da başka birini (ister kadın, ister erkek olsunlar) ilgilendirmez. Benimle o anda birlikte olması bir insana geçmiş cinsel yaşantımı bilme ya da yargılama hakkı vermez. O hakka sahip olduğunu varsayan birini zaten hayatımda istemem. Şahsen cinselliği tabu ya da saklı tutulması gereken bir şey olarak görmediğim için saç boyama ya da kilo verme geçmişimden bahsedecek yakınlıkta olduğum insanlarla cinsel geçmişimden bahsetmekten çekinmem. Ama "x kişiyle birlikte oldum" deyince triplere girme potansiyeli olan, ya da tribe girmemesinin bana bir lütuf olduğunu düşünen insanlar gidip kendilerine bir çay koysun, bir daha da gelmesinler lütfen.

Kadın düşmanlığından bahsetmişken, bu haftasonu uzun zamandır olmadığı kadar beni tiksindiren bir örneğiyle karşılaştım.

Cumartesi gecesi kuzenim, ortak bir arkadaşımız ve onların birkaç arkadaşıyla Çeşme'deki 1888 partisindeydik. Bizi arabayla evden aldılar, benim tanımadığım bir arkadaşları bize davetiye bulduğu için girişte para ödemedik, içeride normalde 1000TL olan locaya para vermedik, ve davetiye bulan çocuk locaya söylenen Absolut'u bizimle paylaştı. Hemen ardından da "Let's dance bitches" falan türevi sonu bitch ve whore ile biten cümleler kurduğu çalındı kulağıma. Hem bize, hem de kendi kız arkadaşına. Ortam alakasız nedenler yüzünden zaten biraz gergindi, ve gitmemiz gerekiyordu yakın zamanda; hem o yüzden, hem de o insan bizi içeri sokmuş olduğu için ve orada o arkadaş grubundan kimseyi tanımayan tek ben olduğum için bir şey demedim. Ama inanılmaz rahatsız oldum, ve gitme isteğimin %90'ı o laflardan kaynaklandı diyebilirim. Mekanda kalacak olsaydık, "Senin de locanın da kafasına sıçayım" türü bir tepkiyle kalkıp başkalarının yanına giderdim çok büyük ihtimalle. Bu tür laflar edenlerden, ve erkek arkadaşlarının kendilerine ya da diğer kadınlara o şekilde hitap etmesine göz yuman kadınlardan TİK-Sİ-Nİ-YO-RUM.

Büyük ihtimalle bu insan ve kız arkadaşı bu olayı komik falan buluyorlar. Kadınlara orospu ve benzeri laflar edilmesinin "eğlence/şaka/ciddi değil" diye geçiştirilmesi de ağzımda acı bir tat bırakıyor. Mizah bu kadar basit, bu kadar ilkokul 3 seviyesinde, bu kadar zeka yoksunu, bu kadar leş olmamalı. İnsanları aşağılamanın komik bir yanı yok.

İşin içler acısı tarafı, Türkiye'de insanlara bu tür şeylerden bahsettiğimde kimse "Evet, haklısın" demiyor. Onun yerine, çoğunluğun bu yakınmalarım karşısında bana oyunbozan feminist gözüyle baktığını düşünüyorum. Ataerkillik o derece içine işlemiş ki insanların; kadınların aşağılanmasına göz yummamak gibi son derece doğal, medeni toplumlarda common sense haline gelmiş olan bir şey Türkiye'de bahsi insanların eğlencesine limon sıkmak kabul edilen, "çok radikal" bir fikir haline gelmiş. Ne kadar yazık.

Monday, 27 June 2011

you asshats

Goldsmiths'de okuduğum bölümde hiç bir şey doğru düzgün yürümüyor. Hatta Goldsmiths'de hiç bir şey doğru düzgün yürümüyor denebilir.

Kent'te okurken essaylerimizi deadline'a yetiştiği sürece istediğimiz saat ve tarihte internete upload eder ve bir kopyasını da bölüm ofisine bırakırdık. Essaylere verilen notlar 3 hafta içinde internetten açıklanırdı. Goldsmiths'de böyle bir şey yok, 2 kopya basıp belirlenen bir saatte bölüm ofislerine götürüp bazen yarım saat sıra bekleyip vermek gerekiyor. Normalde yüksek lisans essaylerinin notlarının 6 hafta içinde açıklanması gerekiyor, ama bazı bölümlerde bu süre 2 ayı buluyor. Essaylerinize not verildi gelin alın diye haber de vermiyor üstelik çoğu bölüm, gidip sormak zorunda kalıyorsunuz haftada bir. Ve notları internete de koymuyorlar. Dolayısıyla şu anda Londra'da olmadığımdan geçen hafta not verilen essaylerimden kaç aldığımı hala bilmiyorum. Okuldan bir arkadaşım benim essaylerimi de alacağını söylemişti, ama sonra kendinin ve en yakın arkadaşlarınınkini alıp benimkini almadığını öğrendim özellikle mesaj atıp hatırlatmama rağmen. Hadi sadece kendininkini alsa neyse de, başka insanlarınkini de aldığı halde benimkini unutması bana pek gerçekçi gelmedi. Bilerek mi yaptı anlamadım. Neyse, ben de bölüm ofisine email attım geçen hafta. Hala cevap gelmedi, şu an bir email daha attım. Buna da gelmezse çok sinirleneceğim.

Eşyalarımı bıraktığım depoya eşyalarımı almadan 2 hafta önce haber vermem gerekiyor, yoksa bir aylık kira daha istiyorlar. Cumartesi mail attım depoya, 2 hafta sonra eşyalarımı aldıracağım ve lütfen bu maili görünce haber verin diye. Cumartesi ve Pazar açık olmalarına rağmen hala cevap gelmedi. Sinir oldum.

Ofiste çalıştığı ve dolayısıyla zamanında email haberleşmesi yürütmek işinin bir parçası olduğu halde maillerine bakmayan (ya da bakıp cevap vermeyen) insanlara uyuz oluyorum. Senin işin bu kardeşim, bunun için para alıyorsun, o yüzden 2-3 saat içinde, maksimum ertesi gün cevap vermek zorundasın işyeri adresine gelen emaillere. Bu kadar basit.

Sinirlerimi tepeme çıkarıyorsunuz.

Sunday, 26 June 2011

lgb tease

Bu sene de çok gitmek istediğim halde Londra'dan bu hafta dönmüş olup birkaç gün evde kafa dinlemeye ihtiyacım olması + ayağımdaki stres kırığımın çok acı verici bir hale gelmesi + ailevi problemler kombosu sebebiyle İstanbul pride yürüyüşüne gidemedim. Fotoğraflarını gördüm şimdi, tahminimin belki de on katı sayıda insan varmış ve çok renkli geçmiş yürüyüş.

Neredeyse 4 senedir out olmama rağmen bir türlü pride yürüyüşüne gitmek kısmet olmadı şu ana kadar. İstanbul'da yaşarken önceki geceki pre-pride partisinde fena içip eve sabah döndüğüm için yürüyüşü kaçırdığım sene dışında ne zaman İstanbul, Londra ya da Brighton pride yürüyüşlerine katılmak istesem mutlaka başka bir şehirde oluyorum. Bu sene yeter artık diye düşünüp İstanbul'a gidecektim yürüyüş için; hem o ortamın parçası olmayı çok istiyordum, hem de bu hafta "İzmir'den İstanbul'a sırf yürümek için mi gideceksin" diyen aileme dediğim gibi birilerinin yürümesi gerekiyor. Ama bahsettiğim şeyler yüzünden bu sene de olmadı.

Seneye ya İngiltere'de ya da Türkiye'de bir pride yürüyüşüne mutlaka gideceğim, ne olursa olsun.

**

Dün akşam babamlar ve kuzenimle birlikte İzmir Arena'daki James Blunt konserine gittik. Bilet fiyatı 300TL civarında olan Deluxe Lounge kısmındaydık arenanın. Ve sanırım hayatımda gördüğüm en dandik işletmeye sahip olan mekandı İzmir Arena. Gittiğimizde tüm masalar dolmuştu, bize masa getirmelerini yarım saat ayakta beklemek zorunda kaldık. "Sınırsız" dedikleri snack'ler gayet sınırlıydı; Jack Daniels ve diyet kola yoktu. Nasıl bir barda JD ya da diyet kola bulunmaz, gerçekten yani. Gece boyunca defalarca kanepe tabağı istememize rağmen gelmedi. Ve üstüne üstlük sonra da bilet satışta hiç belirtilmediği halde kişi başı 50TL servis ücreti istediler. Ödemeyi reddedince uzatmadılar, ama itiraz etmeseydik 200TL kaptırmış olacaktık. Konser öncesi James Blunt'la ve onun kitlesiyle alakası olmayan dandirik ötesi bir ucuz ıptıs ıptıs müziği çalıyordu, ondan sonra da yarım saat bize emlak reklamı dinlettiler. Biletlere para vermemiştik, ama vermiş olsaydık herhalde bu kadar rezaletin üzerine çıngar çıkartılırdı. Korkunç.