Friday, 29 April 2011

the royal post



Uzun zamandır beklenen kraliyet düğünü sonunda gerçekleşti. Normalde deli gibi trafik ve gürültü olan evimin baktığı ana caddede tören saati geldiğinde çıt çıkmıyordu. Yeminler edilene kadar sokaklarda hiç insan yoktu. Şimdi Londra'da hayat eski haline döndü.





Kate'in yemin ederkenki ses tonunu yerim ayrıca. Çok hafif ve etkileyici.



Koca düğünde en çok dikkatimi çeken şey Prenses Beatrice'in bu korkunç şapkası oldu. Cidden korkunç, gece karşıma çıksa korkarım.



Random bilgi: Beatrice ile aynı okulda okuyormuşuz.

squeeze me till i can't breathe

Neredeyse 1 aydır netten konuşuyor olduğum biriyle ilk kez buluşup bir drag king yarışmasına gideceğiz Pazar günü. Uzun zamandır biri beni bu kadar heyecanlandırmamıştı.

Fark ettim ki, nette tanıştığım ve içimi kıpır kıpır yapan birileriyle yılda bir kez tanışıyorum ben. Onlar hakkında her şeyi bilmek istiyorum, her cümlelerinde gizli anlamlar arıyorum, gece konuştuklarımız hakkında düşünürken uyuyakalıyor, sabah onları düşünerek uyanıyorum. Sonra buluşuyoruz, bu heyecan bir süre daha devam ediyor, ve genelde birkaç hafta sonra son buluyor. Seneye aynı döngü başka biriyle tekrarlanıyor.

Bu yılın insanı L galiba. Geçen dönem Londra'daki feminist gruplar hakkında yazdığım essay için araştırma yaparken o ve bir arkadaşının düzenledikleri bir club night'a denk gelmiştim. Sonra nette bir sitede karşıma çıkınca "Aa, o gecenin organizatörü sen misin" şeklinde muhabbet açıldı. Fena halde aynıyız. O da hardcore bir feminist, Goldsmiths mezunu, kedi sahibi, dövme insanı, okulun dibinde yaşıyor, müzik zevkimiz acayip uyuşuyor. Öyle ki, 1-2 hafta önce alakasız bir şekilde aklıma gelen, 12 yaşındayken dinlediğim bir grup olan JJ72'dan ve hayatımın insanı Brian Molko'dan geçen gün bir tweet'inde bahsettiğini görünce "Senkronisitenin bu kadarı da olmaz" diye geçti kafamdan. Çok ilginç tesadüfler.

Tesadüflerden bahsetmişken, geçen sene feminist teori dersimde olan ve sınıfta herkesin uyuz olduğu kız onun en yakın arkadaşı çıktı. Pfh.

Bu arada, yarın royal wedding var. Her yerde royal wedding ıvır zıvırları (tshirt, yastık, bardak vs) göre göre fark ediyorum ki Kate benim hayallerimin kadını tamamen tip olarak. İnanılmaz şirinlikte gamzeler, uzun boy, kahverengi saçlar. Tamamen mükemmel. *sigh*

Monday, 25 April 2011

probably because i've got a big lesbian crush on you

Az önce hiç bir dizi kanalında düzgün bir şey bulamadığımdan ve bir şey izlemeden yemek yemeyi sevmeyen biri olduğumdan Yemekteyiz'i izlemiş bulundum. Yıllardır duyduğum bir program olsa da şu ana kadar hiç izlememiştim. Her zaman böyle midir, bana mı denk geldi bilmiyorum da, ne kadar acayip insanlar var programda.

- Yemek yapan kadın bildiğimiz pilavı soğutup sebzelerle karıştırarak "Çin pilavı" şeklinde sundu. Benim bildiğim Çin mutfağında pilav buharda yapılır. Ayrıca "Çin pilavı soğuk sunulur" gibi bir şey dedi, şu ana kadar gittiğim hiç bir Çin restaurantında soğuk pilav yendiğini görmedim. Yeniyordur mutlaka, ama Çin pilavı genelde soğuk falan sunulmaz.

- Bu düşündüğümün aynısını programı sunan adam da söyledi, yemek pişiren kadın da "Ben zaten hiç Çin restaurantına gitmiyorum, sushi falan yemem öyle şeyler" dedi. Sushinin Çin değil, Japon mutfağına ait olduğunu Yemekteyiz programına katılan bir insanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum.

- Anladım ki bir çok insan kalamar ve karidesi sürekli birbirine karıştırıyor. Hatta levrekten bahsederken "Neydi ya o balığın adı" diyen ve bana yuh artık dedirten bir adam vardı.

- Menüde levrek, karides ve kalamar olduğunu görünce masadaki neredeyse herkes "Bu Türk damak tadına uygun bir menü değil" tepkisi verdi. Birisi menünün fazla posh olduğunu iddia etti. "Ben yılda 1-2 kere balık yiyorum en fazla" falan dendi. Hadi Anadolu'nun orta yerinde yaşıyor olsalar neyse de, İstanbul'da yaşıyor bu insanlar. Ve sanıyorum ki fena halde kültürsüzler. Öncelikle deniz ürünü posh bir şey değildir, gayet salaş yerlerde de yenir. İkinci olarak deniz ürünü Batı Ege kültürünün çok büyük bir parçasıdır, Türkiye kadar büyük ve çeşitli yemek kültürleri barındıran bir ülkede belirli bir damak tadından bahsedilemez, "Türk damak tadı" derken büyük ihtimalle kastediyor oldukları kebap vs. türü şeyler İzmirli bir insan olarak şahsen benim damak tadımdan çok uzak. Hem ben, hem ailem, hem de çevremdeki çoğu insan en az haftada bir deniz ürünü yiyen insanlar olduğundan (ki elimde olsa her gün kalamar yerim), bana bu tür "Deniz ürünü Türk damak zevkine uygun değil bik bik bik" türü şeyler çok saçma salak geliyor.

- Snobluk gibi olmasın ama, "Iyy deniz ürünü mü, keşke bir sucuklu kuru fasulye yapsaymış, doyardık en azından" türü tepkiler veren birinden hayatını Michelin yıldızlı restaurantlarda geçiriyormuşçasına "Ama bıçak bu yöne bakmalıydı, düzenleme yanlış" cümlesini duymak komik kaçıyor. Aynı şekilde dünya yemek kültürüne dair en ufak bir görmüşlüğü (ya da yemişliği) olmayan insanların daha önce hiç denemedikleri halde "yabancı" buldukları şeylere önyargıyla yaklaşması da komik oluyor.

- Dolayısıyla "Burası Türkiye ve bu benim damak zevkime uygun değil, o yüzden yemiyorum" gibi laflara çok uyuz oluyorum. Tam bir yurtdışına gidip McDonald's, hatta kebapçı arayan insan lafı. Yabancı bir şehre gittiğimde en keyif aldığım şey şehrin gezilecek yerlerini görmekten çok, yerel tatlarını keşfetmektir benim için; o yüzden açık fikirli olmayan insanlardan hoşlanmıyor ve bu tür "damak tadımıza aykırı" muhabbetlerine fena halde sinir oluyorum. "Damak tadı" denen şey tamamen alışkanlıktan ibaret.

- Kalamar her türlü formuyla hayattaki en sevdiğim yemekler listemde ilk 3'e kesinlikle girer. Kim neden sevmez anlayamıyorum o yüzden. Öyle ki, deniz ürünü sevmeyen ve yemek konusunda yeni deneyimlere açık olmayan bir sevgilim, partnerim vs olsun istemem kesinlikle.

- Son olarak, kadının yaptığı kereviz çorbasına masadaki herkes "Kerevizi hiç sevmem" tepkisi verdi. "Türkiye'deki 10 insanın 9'u kerevizi sevmez" falan dedi biri hatta. Kerevizi sevmeyen bir tek insanla tanışmadım şu ana kadar. O 10 insanın 1'i hep bana denk gelmiş herhalde. İlginç.

Neyse.





Bu sabah Morhipo'ya bakınırken Lanvin bir ayakkabıya denk geldim. Ayağımdaki yıllardır geçmek bilmeyen stres kırığı yüzünden 2,5 yıldır topuklu ayakkabı giyemiyorum ve muhtemelen en az 1-2 yıl daha giyemeyeceğim ama o kadar ucuzdular ki almasam olmazdı. Bir süre dolabımda beklemek zorunda kalacaklar, ama çok güzeller.



Friday, 22 April 2011

a walking abortion, aborted at the gene stage

Gazete okuyan/haber izleyen biri olmadığımdan haberleri Sözlük'ten alıyorum genelde. Az önce gözüme takılan haberin başlığı "Tacizciyi yakalamak için 'yem' yaptığı eşi tecavüze uğradı".

Bu da haberin Sözlük'teki başlığı.

Başlıkta yapılan yorumlar en az tecavüzün kendisi kadar rahatsız edici:

- Olayı "sabah sabah kopartan trajikomik haber" diye tanımlayıp Levent Kırca parodilerine benzetenler,

- "Be amına koduğumun kavatı, bir kapı ötede kadını 15 dakika boyunca sikmişler" gibi okuması bile içimde kusma isteği yaratan yorumlar yapanlar,

- "Sakat fucker hakkında manowar şarkı yazmalı, ve adam haklı, kadın kendi istemiş" diye saçma salak, sikko laflar edenler,

- Tecavüz kadar iğrenç bir şeyden "karını içerde bağırta bağırta götürüyorlar" şeklinde bahsedenler,

Ne ararsanız var.

Böyle birbirinden salakça yorumlar yapan insanların varlığı beni insanlığımdan utandırıyor neredeyse.

Tecavüz kadar hem fiziksel, hem de ruhsal olarak acı verici, kalıcı olarak kirletici ve iğrenç bir olayın şakasını yapanların; tecavüzü hafife alanların gerçekten annesi, kız arkadaşı, kız kardeşi yok mu merak ediyorum. Kendileri erkek olarak tecavüz gerçeğine bağışık olduklarını mı sanıyorlar, merak ediyorum.

Benim gözümde bu tür yorumlar yapan insanların tecavüzü eden insandan hiç bir farkları yok.

Dilerim hak ettikleri gibi olurlar.

love it or leave it, you can't understand

İngiltere'nin Brighton kentinde lezbiyen bir çift eşcinsel oldukları için yer ayırttıkları otelin kendilerine oda vermeyi reddedip kovduğunu iddia ediyor. Çiftin anlattığına göre önce telefonla yer ayırtmışlar, otele gittiklerinde bir tanesi resepsiyona gidip "Rezervasyonumuz vardı" demiş, o sırada kadının yanına diğer bir kadının geldiğini gören işletmeci ise "Yerimiz yok, burası sadece aile ve çiftler için" cevabını vermiş. İkili çift olduklarını açıklayınca da kelimesi kelimesine işletmeci insan "No two boys, no two girls" demiş. Sonuç olarak çift otele tazminat davası açmış, ve Liberty adlı bir insan hakları grubu tarafından destekleniyorlar hukuki işlemlerde.

Otel işletmecisi kesinlikle eşcinsel karşıtı olmadığını, çifti kaba davrandıkları için kovduğunu iddia ediyor.

İngiliz yasalarına göre otel, pub ve türevi hizmet sektörü işletmelerinin cinsel yönelime bağlı olarak insanlara hizmette bulunmayı reddetmesi yasadışı. Birkaç ay önce Cornwall'da bir B&B'de dini inançlarına aykırı olduğu için gay bir çifte çift kişilik oda vermeyi reddeden işletmeci çift, mahkeme tarafından hukuk dışı davrandıkları gerekçesiyle tazminat ödemek zorunda bırakılmıştı.

Bu durumda da benzer bir şey olur muhtemelen, ama olayı nasıl kanıtlayacaklar bilmiyorum. Şu anda olay bir he said-she said durumu gibi görünüyor.

Ama eğer olay doğruysa, sanırım homofobik işletmeci insan kafayı yemiş olmalı. Şahsen ben homofobik olsaydım, metrekareye 5 gay düşen Avrupa'nın gay başkenti Brighton'da yaşamayı seçmezdim.

O neyse de, şimdi bu adam olay kanıtlanırsa sadece otel sınırları içinde iki tane kadının aynı yatakta yatması sinirine dokunduğu için binlerce pound tazminat ödemek zorunda kalacak, ayrıca kanıtlanamasa bile haber basında fena halde yer bulduğundan hem eşcinsel, hem de hetero ve eşitlik yanlısı bir sürü potansiyel müşteriyi kaybedecek.

Akıl fikir.

Geçen Çarşamba da Londra'nın gay semti Soho'nun orta yerinde bir pub öpüştükleri için iki erkeği kovmuştu. Erkeklerden birinin olayı "Seven years in London & I’ve never been made to feel bad for being gay. 45 mins ago the John Snow pub, W1F had me removed for kissing a date." şeklinde Twitter'a taşımasının ardından haber inanılmaz bir hızla yayıldı, Facebook ve benzeri sosyal ağlarda event'ler açıldı, ve Cuma gününe bir protesto düzenlendi. Facebook'ta protesto için attending butonuna basan insan sayısının 800'e ulaştığını öğrenen mekan işletmecileri mekanı kapattılar, buna rağmen 300'den fazla kişinin toplanıp pub'ın kapısının önünde öpüşme eylemi düzenlemesine engel olamadılar. Sadece bir Cuma günü kazanacakları parayı çöpe atmakla kaldılar.

Olayla ilgili polisin incelemesi devam ediyor, pub işletmecisinin de ceza alması mümkün.

Homofobikler kapitalist bir düzende homofobinin ekonomik açıdan zararlarına olacağını ne zaman anlayacaklar?

Akıl fikir, dediğim gibi.

Sonradan gelen edit: Yazdığım forumlardan birinde Brighton'daki otel işletmecisi hakkında şu yoruma denk geldim, çok güldüm. Priceless.

"You'd have to be a very special kind of idiot to be a homophobic hotel-owner in Brighton."

Thursday, 21 April 2011

it's funny how beautiful people look when they're walking out the door

Dün gece hayatımda önemli bir yeri olmuş insanları son kez gördüğüm anlar geldi uyumaya çalışırken aklıma. Benim için hayat değiştirici olan birini geçen sene Taksim'de son kez gördüğümde onu bir daha görmeyeceğimi bilmiyordum. Aynı insana iki yıl önce İstiklal'in sonundaki Gloria Jean's'in önünde sarıldığımda onu o sevdiğim haliyle son görüşüm olduğunu bilmiyordum. En son eski sevgilim geçen yaz ben Türkiye'ye dönerken "Seni seviyorum ve çok özleyeceğim bütün yaz" diye beni trene bindirdiğinde İngiltere'ye döndüğümde artık olmayacağını ve onu son görüşüm olacağını bilmiyordum. İlk sevgilimle ayrılışımızdan dört yıl sonra Alsancak'ta karşılaştığımızda ve beni eve bıraktığında arabasından inerken onu son kez gördüğümü bilmiyordum. İki yıl önce One Love'a gittiğimde en yakın arkadaşlarım sandığım insanları son görüşüm olacağını bilmiyordum. Ondan birkaç gün sonraki Placebo konserinden sonra birlikte yemek yediğim arkadaşımı bir daha görmeyeceğimi bilmiyordum. Üç yıl önce Alsancak'ta Gloria'da bana benim için aldığı lise transcriptlerimi getiren o zamanki en yakın arkadaşlarımdan birinin bir daha hiç o içten, sevilesi haliyle karşıma çıkmayacağını bilmiyordum. Geçen sene uzun zamandır beni heyecanlandıran ilk insanla İstiklal'de buluştuğumda bir daha görüşmeyeceğimizi bilmiyordum. Birkaç hafta sonra o İstanbul gezimde tanıştığım başka bir insan İzmir'e beni görmeye geldiğinde akşam onu İstanbul otobüsüne bindirirken bir daha onu görmeyeceğimi bilmiyordum.

Bilmek ister miydim acaba? O anda kulağıma "Bu anı unutma" diye fısıldansın ister miydim? Ya da belki bir şekilde o anların önemini zaten fark etmiş miydim, yıllar sonra çoğunu o gün ne giydiğime kadar en ufak ayrıntısıyla hatırladığıma göre?

Değer verdiğim insanların hayatımdan çıkmasından her zaman endişe eden, her zaman gideceklerinden korkan biriyim. Aramızda her şey yolunda gidiyor olsa bile, içimde sürekli durup dururken hayatımdan çıkabileceklerine dair bir korku oluyor. Hayatımdan giden herkes "durup dururken" gidiyor çünkü; benim farkında olduğum bir olay olmadan, ben nedenini anlamadan, bu kararlarını kendi zihinlerinde var olan bir şeylere dayandırarak. Bu yukarıda bahsettiğim insanların çoğuyla neden aramızdaki bağlar koptu bilmiyorum mesela. O yüzden benim için önemli insanlarla sürekli her görüşmemiz son olabilirmiş gibi geliyor, "Sonra görüşürüz" diye sarılıp yanaktan öpüştüğümüz o anı hep kaydediyorum. Bir daha görüşmeme ihtimalinin hep var olduğunun farkındayım, ama bunu kesin olarak bilmek istemezdim. O insanı son görüşüm olacağını kesin olarak bilseydim o anda, eve ağlama krizleri içinde dönerdim sanırım. Uzuuun zaman sonra "Kaç yıldır bir daha görmedim onu" diye farkına varınca insan, bu farkındalık o kadar üzücü olmuyor.

Bu insanlardan hangilerini bir daha görürüm bilmiyorum. Ya da görürsem, ne kadar birbirimizin sevdiği insanlar olarak birbirimizin karşısına çıkarız, onu da bilemiyorum. Değişim ne hüzünlü şey.

Yıllardır aynı insanları hayatında tutabilenlere anlayamaz gözlerle bakıyorum.

Wednesday, 20 April 2011

tired and damaged

İngiltere'den gelen eşyalarım arasında Xena box set'im de vardı. Eski sevgilim uyuzluğuna kesin DVD'lerin bir kısmını kaybetmiştir diye düşündüğümden açıp bakmamıştım aylardır, sonunda baktım, ve hiç eksik yok. Mutlu oldum.

Sezon 5 - 1. Bölüm
"Fallen Angel"



Cursed, the bright angel fell, and as it plummeted, its wings grew dark
and tarnished.

Upon the ground, tired and damaged, it tried to stand and ascend
again, but there was no sunlight to feed it and the mud and grime lay
too heavy on its wings.

For the longest time, it struggled valiantly to shake its burden and to
soar once more, but the mire could not be moved, and in time, with
too little to sustain it, the angel grew weary and could do no more.

Spirit broken, it wrapped its wings around itself for warmth, and
alone in its dark place, it grew wretched.


A shaft of light fell upon the angel and it stirred.

Though it still could not move, slowly the grime that lay heavy on its
wings began to dry, and as it did, so the weight became lighter
until the dirt crumbled and fell like dust.

A voice lilting and soft spoke, called out, speaking that it was time.

The angel took courage and, rising to a knee, stretched first one,
then the other wing, extending them out as far as was possible.

It felt the light nurture and feed it.

Now standing, its strength returned, in one fluid graceful movement,
the angel arched its neck and looking upward, flew.

It was going home.

Tuesday, 19 April 2011

for the love of Bal bags

Bu aralar essaylerimle uğraşıp durduğum için nette zaman öldürürken kendimi suçlu hissediyorum. Ama bu beni alışveriş yapmaktan (daha doğrusu yapmaya çalışmaktan) alıkoymuyor.

İlk olarak geçtiğimiz günlerde açılan alışveriş sitesi Morhipo'dan bahsetmek istiyorum. Cem Boyner'in sahibi olduğu Markafoni + Beymen Online türü bir site olan Morhipo ilk açıldığı gün satışlara Balenciaga ile başlayarak beğenimi kazanmıştı. Ama siteyle ilgili bir çok problem var. Öncelikle ilk açıldığı günlerdeki kadar olmasa da site zaman zaman kilitleniyor. Beymen Online türü olan kısmında aynen Beymen Online'daki gibi ürün çeşitliliği o kadar kısıtlı ki, gardrobumu satışa çıkarsam aradan daha fazla designer ürün çıkar. Bu çeşit kıtlığı Markafoni türü süreli indirimli satışlara da yansımış. Balenciaga satışında tek bir çanta, iki tane charm, nedense "cüzdan" diye satılan bir pasaport kılıfı ve yine nedense "cüzdan" diye satılan bir coin purse dışında aksesuar yoktu. Marc by Marc Jacobs satışında da tek bir çanta modeli vardı hatırladığım kadarıyla. Chloe satışında hiç çanta görmedim. Dediğim gibi, çeşit sıfır. Ürünler bilmemkaç sezon öncesinden kalma. Ve fiyatlar bu kadar eski sezon ürünlere verilesi fiyatlar değil. İki sezon öncesinden kalma Marc by Marc Jacobs çanta geçen sene Harvey Nichols'da falan indirimdeyken satıldığı fiyatın aynısına satılıyordu. Ve buna rağmen Morhipo'daki MbMJ satışında bu çanta tükenmişti. Çünkü insanlar enayi yerine konulduklarının farkında olmayıp Türkiye'de MbMJ satan pek yer bulunmadığından o fiyatı o çantanın normal fiyatı sanıyorlar. Değil. Bu kazıkçılık Beymen'de de gayet mevcut. Bir Balenciaga çantanın Beymen fiyatıyla Avrupa'daki herhangi bir department store fiyatını karşılaştırın, neden bahsettiğimi anlayacaksınız.

Bu aralar yeni bir Balenciaga alma isteği var fena halde içimde, o yüzden bakınıp duruyorum. Almak için İngiltere'ye dönmeyi beklemek istemediğimden ve Morhipo, Beymen gibi yerlerden umudumu kestiğimden Gittigidiyor'a baktım. Balenciaga diye aratınca 727 ürün çıkıyor. 8 tanesi dışındakilerin sahteliğinden eminim. O 8 tanenin gerçekliği/sahteliği hakkında da yorum yapamıyorum, çünkü yeterince fotoğraf koymamış satıcılar. Ayrıca o 8 çantanın 6'sının fiyatı fena halde abartıydı. Kusura bakmayın ama insanın ikinci el bir çantaya, Balenciaga bile olsa, 1500TL'den fazla para vermesi için aptal olması lazım (koleksiyon yapan, ve illa x yılının y rengi çantasını arayanları saymazsak). Mesela, bu bahsettiğim çantaların birisi 2.200TL'ye satılıyor Gittigidiyor'da. Satıcı çantanın Beymen'de 3700TL'ye satıldığını yazmış, doğru mudur bilemem ama öyleyse şaşırmam. Aynı çantayı şu anda İngiltere'de Balenciaga'nın kendi butiğinden alırsanız £945 ediyor, yani 2360TL. O zaman ben gidip bu çantayı 2360TL'ye Balenciaga'dan alıp bir yerine bir şey olduğunda ücretsiz tamir ettirebilecek ve gerçekliğinden %100 emin olabilecekken, neden Gittigidiyor'dan gerçekliğinden emin olamadığım ve ikinci el olduğu halde 2200TL'ye alayım? Şu ana kadar hem 2. el "kesinlikle orijinal" designer ürünler sattığını iddia eden dükkan OriginalSeconds'dan, hem de Beymen'den aldığını söylediği çantaları Gittigidiyor'da satan bir sürü insandan çantanın orijinal olduğunu kanıtlayacak fotoğraflar istedim. OriginalSeconds'dan ekstra fotoğrafları olmadığına dair bir mesaj aldım, diğer satıcıların hiç birinden cevap almadım şu ana kadar. Hatta bazılarının satışlarında "'Çakma mıdır' gibi şeyler sormayın, cevaplamaya gerek bile görmeyeceğim, bu çanta orijinaldir" türü salak saçma şeyler yazıyor. Sanırım gerçekten insanları bu kadar enayi sanıyorlar.

Ve malesef, onları haklı çıkaracak insanlar var.

eBay UK'de gayet sahte Balenciaga çantaların 1000TL civarı fiyatlara satıldığına o kadar çok denk geliyorum ki, anlatamam. Çünkü insanlar nelere bakmaları gerektiğini bilmiyorlar (kimsenin sahte olduğunu bildiği bir çantaya o kadar fazla para vermeyeceğini varsayıyorum).

O yüzden eBay, Gittigidiyor gibi sitelerden Balenciaga almak isteyenler için minik bir rehber hazırladım. Beymen gibi yerlerin sizi kazıklamasına izin vermeyin, internetten ikinci el (ya da bazen birinci el) çok uygun fiyata orijinal bir Balenciaga alabilirsiniz, ama paranızı dolandırıcılara kaptırmamak için bazı şeylere dikkat etmeniz gerekiyor.

1- Öncelikle sabırlı olun. Kafanızda bir çantaya ödeyeceğiniz maksimum fiyatı belirleyin (fiyatınız tabii ki gerçekçi olmalı), ve o fiyata bir Balenciaga bulana kadar belki de aylarca beklemeye hazır olun. Ben ilk Balenciaga'mı alırken 8 ay boyunca her günü eBay'e girip yeni gelen Balenciaga çantalara bakarak geçirdim ve sonunda aldığım çanta teklif verdiğim 10. çanta falandı. Dediğim gibi, sabırlı olun. Acele edip bütçenizi aşan çantalar almayın.

2- Belli bir fiyattan aşağı orijinal bir Balenciaga alamayacağınızın farkında olun. Çok klişe olabilir ama "doğru olamayacak kadar güzel" lafı çok ucuza satılan çantalar için gayet geçerli: O kadar ucuzsa, orijinal değildir. eBay UK için konuşacak olursam; çok kullanılmış, kenarları deri yırtılacak kadar hasar görmüş ve Twiggy ya da First boyutunda bir Balenciaga'yı 150 pound'a falan alabilmeniz mümkün. İkinci el, ama yeni gibi görünen aynı boyutta bir Bal çantayı da 250 pound'dan başlayan fiyatlara alabilirsiniz (ama bunun 2, hatta 3 katını da ödemek zorunda kalmanız mümkün, eğer sabırlı olmayıp buy-it-now olarak satan insanlardan alırsanız). Bundan daha az fiyata gördüğünüz çanta %99.99999999999 ihtimalle sahtedir.

(2012 Aralık'ta gelen edit: Bu sene Balenciaga çantaların ikinci el satış fiyatı fena halde düştü. 150-200 pound'a gayet iyi durumda ve orijinal çantalar bulmak mümkün. Ama tabii ki Velo, Work, City gibi en çok talep gören modelleri o fiyata bulamıyorsunuz.)

3- Kesinlikle çantanın kendi fotoğrafı yerine stok fotoğrafı koyan ve "Çantanın teslim süresi 9-12 iş gününü bulabilir" türü şeyler diyenlerden uzak durun. Fotoğraflarda çantanın sapları falan naylonla kaplıysa uzak durun. Bir de neden bilmiyorum ama Gittigidiyor'da "USA'den Balenciaga" türü ibareler görüyorum bir sürü, *kesinlikle* uzak durun, bunları hepsi Uzakdoğu'dan geliyor.

4- Çantanın "bale" (omuz askısının ucundaki metal parça) fotoğrafını görmeden kesinlikle almayın. Eğer "Omuz askısı kayboldu" falan deniyorsa çantanın sahte olma ihtimali çok yüksek.

Bu kısmın yuvarlak, ve iki tarafın birleşmesinden biraz önceki kısmın biraz içeri doğru kıvrımlı olması gerekiyor (ilk fotoğraftaki gibi). Eğer yuvarlak ama kıvrımsızsa (2. fotoğraftaki gibi) ya da köşeliyse (3. fotoğraftaki gibi) çanta sahtedir.


2- Çantanın "rivet"lerinin (sapın sonunda deriyi zımbalayan kısım) fotoğrafını görmeden almayın. 2005 S/S öncesi rivet'lerde çentik yoktu, ondan sonra üretilen çantalarda ince uzun çentikler var (ilk fotodaki gibi). Eğer çentikler ince uzun değil de C şeklinde ise (2. fotodaki gibi) çanta sahtedir.



3- Çantanın içindeki Balenciaga etiketinin en üst dikişi çantanın rengi ne olursa olsun her zaman siyahtır. Sahtelerde genelde en üst dikiş de diğer dikişlerle aynı renk (yani çantanın renginde) olur. Kaliteli bir sahte değilse bir sahteyi en kolay ele veren ayrıntı budur.

Aşağıdaki fotoğrafların ilki sahte, ikincisi orijinal.


Ayrıca etiketteki rakamlarda 1 sayısının orijinal çantada kuyruksuz, dümdüz bir 1 olduğuna; ama sahtesinde 1'in üst ucunun kuyruklu olduğuna dikkat edin.

4- Etiket size çanta hakkında çok şey anlatabilir. Örneğin, bir üstteki fotoğraftaki turuncu çanta bir City. Buradan da görebileceğiniz gibi City'lerin metal etiketi olması gerekiyor (bazı modeller deri etiketli oluyor). Seri numarasının 115748 olması gerekiyor, yani seri numarası doğru. Bu numaranın etiketin arka kısmında da tutması gerekiyor, o yüzden arkanın da fotoğrafını mutlaka görün. U harfi bize 2007 FW sezonunda üretildiğini gösteriyor. 2005'ten sonra üretilen modellerde Balenciaga ve Paris'in arasında _ yerine nokta bulunuyor, bu etikette nokta olduğundan o da tutuyor. Ayrıca mutlaka buradan hangi sezonda hangi renklerin üretildiğine bakın, eğer çanta sahteyse o sezon o renkte bir çanta üretilmemiş olmasından anlarsınız. U harfi bize bu çantanın 2007 FW sezonunda üretildiğini gösterdiğine göre, çantanın rengi Marigold/Jaune.

5- Eğer çantadan beyaz bir iple bağlı olarak etiket sarkıyorsa çanta sahtedir. Eğer ayna kısmında deride aynanın izini görebiliyorsanız çanta sahtedir.


6- Çantanın deri iplerini birleştiren minik yuvarlaklarda delik varsa çanta sahtedir. Yuvarlağın tamamen deliksiz olması gerekiyor.



7- En önemlisi çantanın derisi. Yukarıda bahsettiğim tüm detaylara dikkat etseniz bile sahte olduğunu anlayamayacağınız super fake denen inanılmaz kaliteli sahteler çıktı piyasaya son yıllarda. O durumda sahteyi ele veren sadece derisi oluyor. Sahtelerin derisi parlak ve plastikimsi görünüyor, ayrıca kimyasal kokuyor, üzerinde yapıştırıcı lekeleri/artıkları olabiliyor. Orijinaller çok yumuşak ve ince derili oluyor, deri daha pürüzsüz görünüyor ve çanta alındıktan yıllar sonra bile deri kokuyor.


8- Son olarak, çantanızı *kesinlikle* The Purse Forum'daki Authenticate This Balenciaga kısmında sorun. Onlar sahte diyorsa sahte olduğuna emin olabilirsiniz. Orada çantanız hakkında yorum yapılmasını rica ettiğinizde de yukarıdaki fotoğraflara ihtiyacınız olacak. Eğer bir satıcıdan bu fotoğrafları istediğinizde herhangi bir nedenden dolayı yollamıyorsa kesinlikle uzak durun. En kötü ihtimalle dolandırıcı, en iyi ihtimalle uyuz bir insandan zaten alışveriş yapmak istemezsiniz.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

İyi alışverişler.

Thursday, 14 April 2011

as if to say he doesn't like chocolate



‎"I love chocolate. For political reasons. Here's why I love chocolate so much. You see, in this country, a person is assumed to be white unless otherwise specified. That's why I like chocolate. Because when you first think of chocolate, you think of something brown. And if you think of white chocolate first, well, then you're a fucking racist." - Hari Kondabolu

Wednesday, 13 April 2011

e.t.

Bu aralar hangi radyoyu açsam, hangi müzik kanalını izlesem karşıma Katy Perry ve Kanye West'in E.T.'si çıkıyor. Şarkı bilmemkaç tane pop müzik listesinde bir numarada, çevrem "Ayy ne süper şarkı diil miii" yapan insanlarla dolu.

Bu beğeniyi anlamakta güçlük çekiyorum.

"Take me, ta-ta-take me
Wanna be a victim
Ready for abduction"

Bu sözler direk tecavüz/kaçırılma fantezisi değil mi?

"I’mma disrobe you
Then I’mma probe you
See, I abducted you
So I tell you what to do"

Ya da bunlar?

Hadi BDSM tandanslı underground bir grup böyle bir şarkı yapsa neyse, bir sürü insanın dile getirmese de bu tür fantezileri olabileceğinin farkındayım. Ama bu insanların neredeyse tamamında adı üzerinde "fantezi" bu, gerçek olmasını istedikleri anlamına gelmiyor. Buradaki problem Katy Perry'nin çoluk çocuk hayran kitlesinin çok büyük olması. Ve bunları dinleyip "Tecavüz aslında kadının hoşuna gidiyor" gibi saçma salak bir sonuç çıkaracak bir dünya insan var, malesef.

İnsanlar şarkının sözlerini bilmeden dinliyorlardır belki diye düşünüyorum, aklı başında bir kadının bu şekilde sözlere sahip olduğunu bildiği bir şarkıyı "Süper şarkı" diye tanımlamasına ben anlam veremiyorum.