"Ne biçim ülke burası" demediğim gün geçmiyor cidden.
Friday, 29 July 2011
don't rain on my parade
Tam dün Outnet'e 14 euro shipping ücreti vermemek için Türkiye'ye bedava gönderen ASOS'tan Twenty8Twelve bir üst almıştım ki, bugün Outnet'in clearance'ı başladı. %85 falan indirim vardı çoğu şeyde, 6 euroya bir Diane von Furstenberg kot gördüm, o derece. Kuzenime haber verdim, herkes alacağını seçti, ama ben adresi ve kart detaylarımı girene kadar istediğim Sass and Bide yelek sold out olmuştu. Yerine alacak başka şey baktım 2 dakika, o arada kuzenimin Isabel Marant eteği de sold out oldu. O da başka şey bakınırken bir şeyler daha sold out olacak diye sinir stres yaptıktan sonra alışverişimizi tamamlamayı başardık. Yarım saat sonra falan Outnet'ten DHL Türkiye'yi arayıp olası gümrük vergisi hakkında bilgi alıp siparişimizi hala isteyip istemediğimizi haber vermemizi söyleyen bir mail geldi. Kuzenim DHL'i arayıp "150 euro altındaysa vergilendirilmemesi lazım, ama bazen gümrük memuru keyfi olarak 'Bu kadar şey 150 euronun altında tutmuş olamaz' diyerek vergi isteyebiliyor" cevabı aldı. 124 euro tutan ürünlerimiz yanlarında fatura ile gönderileceğinden öyle bir saçmalık yapamayacaklarını düşünüp Outnet'e siparişimizi yollamalarını söyledim. Ama daha sonra internette bazı forumlarda 150 euro altı olsa bile 3 üründen fazla şey sipariş verirseniz gümrüğe takılabildiğini okudum. T.C Gümlük ve Ticaret Bakanlığı resmi sitesinde sadece yılda 5 kere-2 ayda bir kere muhabbetinden ve 150 euro altının vergiden muaf olduğundan bahsedilmiş. "3 ürün" falan diye bir şey yazmıyor. Siparişimizde 5 ürün var. Eğer vergi istemeye kalkarlarsa fena halde sinir olacak ve "Resmi sitenizde böyle bir şeyden bahsedilmiyor" diyerek itiraz edeceğim. Kesinlikle böyle resmi bir dayanağı olmayan, keyfi olarak istenen haracımsı bir vergiyi ödemeye niyetim yok.
Thursday, 28 July 2011
the gross honey badgerette of new zealand
Hayallerimin prensesi Lucy Lawless'ı bir porsuk olarak bile çok çekici buluyor olmam kendisine olan aşkımın nasıl bambaşka olduğunu gösteriyor sanırım.
whoever said money can't buy happiness simply didn't know where to go shopping

Şu son 1 aydır eve 6-7 paket geldiği için anneme bir süre online alışverişi durduracağımı söylemiştim ama ASOS'ta bu mega şirin çantayla Twenty8Twelve'lerdeki fena indirimi görünce kendimi tutamadım.
Kafayı şu aralar yine online alışveriş ile bozmuş durumdayım. İngiltere'ye ilk taşındığımda Amazon UK ve eBay UK sağolsun haftada 3-4 paket geliyordu eve, şu anda o kadar abartmış durumda değilim, thank the universe. Ülkemin saçma sapan gümrük yönetmelikleri yüzünden insan gönlünce alışveriş yapamıyor. O kadar zırt pırt değiştiriyorlar ki kuralları, takip etmek mümkün değil.
Bildiğim kadarıyla şu anda 150 euro üstünü vergilendiriyorlar, kozmetik ürünleri direk vergilendiriliyor, iki ayda maksimum bir kez olmak üzere yılda toplam beş kez vergisiz alışveriş yapılabiliyor sadece.
İlk olarak İngiltere'de vergilendirilme sınırının 18 pound olduğu düşünülürse 150 euro aslında iyi bir sınır. Ama 150 euroyu geçince atıyorum %20 vergi ödemekle kalmıyorsunuz, gümrük dosya açma bedeli falan filan adı altında 150 TL civarı bir miktar daha eklemişler en son kuzenim Net-a-Porter'den sipariş verdiğinde. Şu anda rakamları tam hatırlamıyorum ama sonuç olarak aldığı şey kadar vergi ödemek zorunda kalmış neredeyse. İngiltere'de gümrük vergisi işlem bedeli 8 pound, onu da "Yasal olarak benden böyle bir işlem bedeli alamazsınız, sizi mahkemeye vereceğim" diye bir email attığınızda anında iade ediyorlar.
İkinci olarak bu yönetmelik son kez değişmeden önce gümrük gayet keyfi işliyordu. Şu anda nasıl işliyor, kuzenimin sınırı 10 euro aşan elbisesinin vergilendirilmesi herkese istisnasız uygulanan bir durum mu bilmiyorum. Ama benim geçen Haziran'da İngiltere'den getirttiğim, üzerinde fiyatı olduğu gibi yazan ve gümrük sınırının 2 katından da fazla fiyatlı Balenciaga çanta gümrüğe takılmamıştı. İlginç.
Kozmetik ürünlere yapılan istisnanın idiotikliğinden bahsetmeyeceğim bile.
Son olarak, bu yok yılda beş kere, yok iki ayda bir kere falan türü saçma sapan sınırlama nedir? Param var harcamak istiyorum kardeşim, size ne? 0 beden bir insan olmadığımdan Türkiye'deki mağazalarda doğru düzgün giyecek şey bulamıyorum. Sol ayağımdaki kırık yüzünden özel bir tabanlık kullanmak zorundayım, o yüzden daha geniş ve ayak numaramdan büyük ayakkabı almak zorunda kalıyorum, Türkiye'deki ayakkabıcıların %99'u standart genişlikte ve en büyük numarası 40 olan ayakkabılar satıyor. Şu anda tez yazıyorum, Türkiye'de bulunmayan İngilizce bir kitaba ihtiyacım oluyor her hafta. Siz ne hakla benim yurtdışından alışveriş yapma ihtiyacımı kısıtlayabilirsiniz ki? İhtiyacım olan şeyleri normal fiyatlara bu ülkede bulundursanız zaten başka yerden almama gerek kalmaz. Böyle abuk kurallar uydurdunuz diye Türkiye'den mi alacağım sanıyorsunuz alacağımı? Çok acilse yurtdışındaki bir tanıdığıma getirtirim, değilse İngiltere'ye dönünce kendim alırım size daha fazla para kazandıracağıma. Akıl hiç çalışmıyor işte.
**
Dün babamla kız arkadaşının aldığı hediyeyi değiştirmek için Mudo'ya gittim. Bana aldıkları elbise göğüslerimi o kadar bastırıyordu ki, nefes alamıyordum. Ve beni yaz başından beri neredeyse her haftasonu bikiniyle gören babamın bana o elbisenin küçük geleceğini anlaması gerekirdi diye düşünüyorum. Neyse, gidip değiştirecek başka şey aradım dün Mudo'da bir saat. Çoğu şeyin bedeni yoktu, large'ını bulabildiğim her şey de hoşlanmadığım derecede sıkı geldi. Sonuç olarak odama gayet gereksiz bir tablo almak zorunda kaldım o elbiseyi değiştirebilmek için.
Bunu okuyanlara bir not: Eğer hediye alacağınız kişi gayet zayıf bir insan değilse, hediye olarak giysi almayın. Başkasının bedenini çok büyük ihtimalle tutturamazsınız.
Şu ana kadar benim özellikle istediğim bir şeyler dışında bana hediye alınan çoğu şeyi değiştirmişimdir. Çünkü benim ne istediğimi, neye ihtiyacım olduğunu ben söylemeden birinin bilebilmesi mümkün değil. O yüzden hediye çeki taraftarıyım fena halde. Hediye olarak kitap ya da elektronik satan bir mağazanın hediye çeki beni dünyanın tüm giysilerinden daha mutlu eder.
Wednesday, 27 July 2011
damnesia
Gün geçmiyor ki Beynini Tokatlayasım Gelen İnsanlar Listesi'ne yeni bir isim eklenmesin.
Yalnız ve mutsuz kadınlar topluluğu: Feminist kadınlar
Bir forumda "piece of crap"ten başka tanımlayacak söz bulamadığım, yer israfı şöyle bir yazıya denk geldim:
Yazarı kimdir, nedir bilmiyorum; bilmek de istemiyorum. Ama dahi anlamında olmayan ki'nin bitişik yazılması gerektiğini henüz öğrenememiş bir "yazar" olduğu kesin.
Yazı şöyle başlıyor:
İsterseniz önce “Feminist Kadın” kime denir açıklamaya çalışalım. "Feminist Kadınlar Topluluğu" İslâm'ın kadını ezdiğini, kurtarılması gereken ikinci sınıf insan muamelesi uyguladığını ve kendilerince bu ezik kadın sınıfına cumhuriyetin gûya haklar tanıdığını savunan ancak bana göre birliktelik yaşayacak ve kendilerini özel hissettirecek bir erkek bulamamış, günü birlik ve geçici ilişkilerle kendini çaresizce avutmaya çalışan, yalnız, mutsuz ve erkeksiz kadınlar topluluğudur.
Acınası yalnızlıklarında öylesine boğulmuş bir durum içinde bulunurlar ki; kendileri dışında kalan kadın topluluklarını cahil ve aptal olarak tanımlarlar.
Gerisini okuma gereği duymadım.
İlk olarak:
- "Feminist kadın"ın kim olduğunu bu tipten öğrenecek değilim, LOL.
Ayrıca:
- Feminist bir kadınım ben. Yalnız da değilim, mutsuz da. Avunmak istememi gerektirecek bir durum yok, hayatımdan son derece memnunum. Hetero değilim, ama olsaydım ve "erkek bulma" arayışım olsaydı da bulurdum eminim*. Yine de kendimi "özel" hissetmek için (kadın ya da erkek) birilerine; günü birlik ya da uzun süreli herhangi bir ilişkiye ihtiyacım yok. Ben kendimi bir erkek (ya da bir ilişkim olan herhangi birisi) üzerinden tanımlamıyorum. Varlığım başka bir insana bağlı değil.
Şimdi ben mi acınası haldeyim; kadının sosyal, ekonomik ve yasal olarak erkekle aynı seviyede olmasına çalışan hemcinslerini düşman görecek kadar beyni yıkanmış bu kadın modelleri mi?
* Bulamasaydım da problem benim feminist olmam değil; karşıma çıkan erkeklerin feminist bir kadınla beraber olmaya cesaret edemeyen, seksist adamlar olması olurdu.
Monday, 25 July 2011
keyboard fantasist
Blog'uma gelen insanların Google'da ne aratarak geldiklerine bakıyorum arada bir. Çoğunluk "Nasıl cool kid olunur" diye ya da nickimi aratarak geliyor (o 2. grubun kimlerden oluştuğunu merak ediyorum hatta zaman zaman). Arada bir de geçen haftaki Imovane konulu post'umda da bahsettiğim, bana "Bu ne be?" tepkisi verdiren şeyler aratarak geliyor insanlar. Şöyle ki:


Son ikisi, özellikle de ortadaki çok rahatsız edici. Yazdıklarımı okuduklarını sanmam, ama böyle leş insanların hayatıma azıcık da olsa bir şekilde teğet geçmiş olmaları beni çok, çok rahatsız ediyor. İlgili tüm tarafların tam ve özgür rızası ile gerçekleşen seksin hiç bir türüne "sapıklık" gözüyle bakmam, seks arıyor olmanın da yanlış hiç bir tarafı yok, ama 2. aramadaki bariz pedofili ve 3. aramadaki kadını cinsel organının darlığıyla ölçen (hetero)seksist bakış açısı inanılmaz biçimde sinirime dokundu. Midem bulandı gerçekten.
Zihniyetinize sıçayım.
**
Bir de bugün birkaç insanın blog'uma Google'dan "Amy Winehouse'un ölümüne ailesinin/eşinin tepkisi" falan diye aratıp geldiğini gördüm. Amy Winehouse boşanmıştı bildiğim kadarıyla, ama konumuz bu değil. Üstüne sosyoloji essay'i yazılası bir konu gerçekten. Size ne kardeşim ailesinin ya da eşinin tepkisinden? Ailesi misiniz, eşi misiniz, değilsiniz. Başkalarının üzüntüsünü görmeyi neden istiyorsunuz ki, neden birilerinin üzülmesi sizin için entertainment değeri taşıyor? Sinir bozucu.
Sunday, 24 July 2011
ultraviolent
Amy Winehouse'un ölümüne hala inanamıyorum. Dün akşam annemin "Amy Winehouse ölmüş" demesine verdiğim "NE?!" tepkisini üzerimden atamıyorum. Haber ilk kez duyulmaya başladığında ve ölümü henüz onaylanmadığında bazı kaynaklar komada olduğunu söylüyordu, o yüzden ölmediğine dair umudum vardı sanırım. Saçma geliyor farkındayım, ama ölmemiş olmasını bekliyordum nedense. Birkaç saatte bir adını Google'lıyorum, ama tabii ki Amy hala ölü. Saçma, dediğim gibi. "Bekliyorduk zaten" tepkisi vermiş çoğu insan. Ben beklemiyordum. Ya da bu kadar erken beklemiyordum diyelim. Üzüldüm.
**
Türkiye'de gazete okuyan, haber izleyen biri değilim. Açıkçası bu ülkede haberler o kadar depresif ki, içimi inanılmaz bir umutsuzlukla doldurmaktan başka işe yaramıyorlar. Ama takip etmesem de bu aralar birbirinden fena kadına şiddet haberleri beni bulmaya başladı.
İlk olarak anneannemlerin bir komşusunun BİM'de çalışmaya başladığı için "Erkeklerin sana bakmasına neden izin veriyorsun" diyerek eşini önce boğmaya çalıştığını, kadın kaçmaya çalışınca da cebinden çıkardığı kloroformlu bir bezle bayıltıp yüzüne ve vücuduna kezzap döktüğünü duydum. Cuma günü gazetede okuduğuma göre adam tutuklanıp ertesi gün serbest bırakılmış. Kadının anneanneme söylediğine göre adam bu kadar yaptığından sonra bile hala kadını "Eğer beni terk edersen ailenin hepsini kurşuna dizerim" şeklinde tehdit ediyormuş.
Daha sonra ise annemlerin ortada bıraktığı bir gazetede Hatay'da 21 yaşında, geçen sene anne olan bir kadının eşinden ayrılıp evine döndükten sonra ailesi tarafından öldürüldüğünü okudum. Artık "kullanılmış mal" olduğu ve onu kimsenin istemeyeceği gerekçesiyle. Kızın 14 yaşındaki kardeşinin anlattığına göre baba, amca ve diğer aile bireyleri salonda oturup çay içerken kızı nasıl öldüreceklerini tartışmışlar; daha sonra amca kızın kilitli tutulduğu odaya gitmiş, ona bir bardak su vermiş, bilmemkaç kere kurşunlayıp daha sonra da o odada ölsün diye kapıyı üstüne geri kilitlemiş. Amca tutuklanmış, suçunu itiraf etmiş, diğer aile bireyleri tutuklanmadı bildiğim kadarıyla.
Bu haberin üstünde de burnunu kesip üstüne kaynar su döktüğü için terk ettiği eşiyle barışmayı kabul etmediği için sokak ortasında, çocuğunun önünde bıçaklanan bir kadının hikayesi vardı. Adam kaçmış ve hala bulunamamış.
Böyle adamlara insan demeye bile dilim varmıyor. Ve böyle erkeklerin varlığından haberdar oldukça heteroseksüel olmadığıma bin şükrediyorum.
Friday, 22 July 2011
impossible
3 hafta sonra falan 500. kez taşınıyoruz. Şu ana kadar hem kedi koltukların kenar ve üstlerini tırnak törpüleme tahtası olarak kullandığından, hem de eski eşyalarımızı atmaya kıyamadığımızdan hiç bir taşınmamızda yeni eşya almamıştık eve (öyle ki, salon mobilyaları falan benden yaşlı). Ama bu kez taşındığımız evde uzun süre oturacağız gibi göründüğü için yeni eşyalar almaya karar verdik. Odamı nasıl dekore etsem diye stres oluyorum o yüzden günlerdir. Önce duvar kağıdı istemiştim, sonra hiç bir yerde doğru düzgün desen bulamayınca vazgeçip boyada karar kıldım. Canlı ve koyu bir orman yeşili istiyorum, ama hiç bir boya markasında koyu, canlı renk yok bordo dışında. Filli Boya'da yakın bir renk buldum, bakacağım ilk fırsatta.
Bir de antika görünümlü aynalı bir tuvalet masası arıyordum uzun zamandır. 30 yere falan baktıktan sonra Tepe Home ve Bellona'da bulabildim sadece istediğim gibi bir şey, ama fiyatlar 800TL'den başlıyordu. Minik bir masaya o kadar para vermeyi tam bir saçmalık olarak gördüğümden Decortie'de bulduğum mega şirin bir çalışma masasını alıp üstüne ayna ekleyerek tuvalet masasına dönüştürmeye karar verdim. Odam için diğer eşyaları da oradan aldım. Eski eşya bir tek İstanbul'dan beri benimle gezip duran ve üstünde hayatımın en önemli anlarını yaşadığım yatağım, ve değişiklik olsun diye zebra deseniyle kaplayacağım gardrobum kalacak.
Salon için hala kedinin tırnaklamayacağı bir koltuk takımı arıyoruz. Kedisi olan ve bu problemi çözebilmiş olan varsa tavsiyelere açığım.
**
Go.Go Festival videoları sonunda Vimeo'ya konmuş, mutlu oldum.
Wednesday, 20 July 2011
a liquid cure for my landlocked blues
Bugün itibarı ile 22'yi doldurup 23'e ucundan dokunmuş bulunuyorum. Günün şarkısı Bright Eyes - Landlocked Blues olsun mu?
And it only feels worse when I stay in one place
So I'm always pacing around or walking away
And the world's got me dizzy again
You'd think after 22 years I'd be used to the spinAnd it only feels worse when I stay in one place
So I'm always pacing around or walking away
Aynı şehirde uzun süre duramayan, hayatını oradan oraya sürüklenerek geçiren biri olarak bu şarkının sözlerini çok uyduruyorum kendime. Özellikle de 22 olduğum için.
PS. Bu sizce de kusursuz doğumgünü pastası değil mi?

Tuesday, 19 July 2011
anger management
Son birkaç haftadır fena bir sinir içindeyim. İlk başlarda PMT yüzünden böyle olduğumu düşünüyordum, ama takvime bakınca PM olmama daha haftalar olduğunu fark ettim. Ve düşündüm ki; babamın en hoşlanmadığım huyu olan ota boka gereksiz yere sinirlenme huyu bende de ortaya mı çıkmaya başladı ne? Öyle ufak tefek şeylere çok sinirlenip ortalığı birbirine katan insanları geçinilemez ve o moda girince yanına yaklaşılamaz bulduğumdan aşırı sinir semptomları sergiliyor olmamdan rahatsızım.
Özellikle regl öncesi dönemimde (ve bir de o dönem dolunaya denk geldiğinde) ortalığı birbirine katıyorum. Şu aralar da tam o moddayım. Dün mesela Forum'a yemeğe gittik. Gün içinde sabah geç gelen, 10 dakikada bir mola verip evin içinde sigara içen, kedinin huzurunu kaçıran, işleri de doğal olarak geç biten temizlikçi beni zaten iyice germişti. Ülkem trafiği hakikaten de babamın ifadesiyle "dangoz" dolu olduğundan arabayı kullanan ben olmamama rağmen daha da bir sinirlendim yolda. Sonra boş park yeri olmayışı ve annemin mırın kırın edip dar park yerlerine girmek istemeyişinin yine arttırdığı sinir katsayımla birlikte üst kattaki tavukçuya oturduk. "7 TL'ye Efes bira mı olur" diye bir sinir olduktan sonra tavuklu fajita söyledim. Biraz sonra fajitam gayet cızırdamayarak ve tortillası eksik bir şekilde geldi. "Bunun tortillası nerede" diye garsona söyledikten 5 dakika sonra "Buyrun" diye önüme bir adet kocaman dürüm ekmeği koydular. "Bu ne ya" diye baya yüksek sesle söyleniyordum o sırada. Annemin "Neyse artık, bunu ye bir daha buraya gelmeyiz" ısrarıyla "fajita"mı yemeye koyulduktan sonra bir de sour cream'in bildiğimiz sarmısaklı yoğurt - krema karışımı uyduruk bir şey olduğunu ve tavukların aşırı pişirilmekten sert ötesi hale geldiğini fark ettim. Önlü arkalı bir şikayet formu doldurduktan sonra anneme "Niye bahşiş bıraktın ki, hak etmiyorlar" serzenişlerim eşliğinde ayrıldık.
Bugün de kırk yılda bir Yemeksepeti'nden Burger King sipariş vereyim dedim. Siparişim 5 dakikalık yolu 45 dakikada geldi, 11 TL tutmuştu, 20 verdim adama, bozuğu olmadığını ve hemen bozdurup geleceğini söyleyip gitti. 2 saat geçip hala gelmeyince Yemeksepeti'ne mail attım (Burger King TR sayfasında tabii ki ulaşım için bir email adresi yoktu), adam ancak o zaman geldi.
İşini doğru düzgün yapmayan insanlara sinir oluyorum.
Bazen bana bu sinirin fazla Gordon Ramsay programı izlemekten geçtiğinden şüpheleniyorum.
stonewall
İngiltere'nin en büyük LGB örgütü Stonewall LGB öğrenciler için hazırlanan üniversite rehberi Gay by Degree'nin 2012 versiyonunu yayınlamış. Rehberde İngiltere'deki bütün üniversitelerde ve bulundukları şehirlerdeki gay sosyal yaşamla ilgili bilgilerin yanında okullarda LGB derneklerinin bulunup bulunmaması, LGB çalışan ağları olup olmaması, çalışanlara zorunlu LGB konuları üzerine eğitim verilip verilmemesi, LGB öğrenciler için kariyer danışmanlığı ve kişisel danışmanlık gibi imkanların olup olmaması gibi konulara da yer verilmiş. Rehber İngiltere'deki her iki okulumu da (Kent ve Goldsmiths) LGB hayat açısından doğru yansıtıyor, eğer İngiltere'de okumayı düşünen LGB biriyseniz mutlaka bakmanızı tavsiye ederim. Özellikle okulda doğru düzgün işleyen bir LGB derneği olması okul seçiminizi etkilemesi gereken bir faktör bana göre, bir de kayda değer gay hayatı olmayan küçük bir şehirde yaşıyorsanız diğer LGB öğrencilerle buluşabilmek ruh sağlığınızı koruma açısından ne kadar yardımcı oluyor anlatamam. Rehbere mutlaka bir göz atın.
Her ne kadar zaman zaman transfobik ve türevi uyuz davranışlarıyla beni ve çoğu insanı sinir eden bir dernek olsa da Stonewall süper işler yapıyor bazen. Yaptıkları birbirinden yararlı araştırmaların sonuçlarını şirin kitap ve kitapçıklar haline getirip internetten verdiğiniz siparişler üzerine bedava evinize yolluyorlar mesela. Bir sürü poster, sticker ve türevleri de bedava olarak mevcut.
Türkiye'ye dönmeden bir dünya sticker, poster, ve işime yarayabileceğini düşündüğüm her türlü yayını sipariş vermiştim. Starting Out Guide adlı LGB recruitment rehberleri gay-friendly işyeri arayışıma çok iyi gelecek gibi görünüyor. Şahsen asla cinsel yönelimimi gizlememi gerektirecek, ya da homofobinin tolere edildiği bir işyerinde çalışmak istemiyorum.
Siz de İngiltere'de iş arayan bir L, G ya da B iseniz rehbere buradan bakabilirsiniz.
PS. İngiltere'den kastım UK, ama siz anladınız.
Subscribe to:
Posts (Atom)