Forumun birinde mutlu şarkılarla ilgili konunun altına Bloc Party-This Modern Love, Imogen Heap-Goodnight and Go, Kate Nash-Foundations falan yazmış kızın biri. Sizi bilmiyorum ama ilk tepkim "What are you, mental??" oldu. Gayet melodisi-şirin-ama-sözleri-çok-fena kategorisindeki depresyon şarkılarım benim bunlar. Biri de Bright Eyes yazmış altına. Bildiğimiz, Arienette'e aşk mektupları yazan, ağlayarak gitme diyen Conor Oberst'li Bright Eyes. Sanırım bende bir gariplik var.
Bugün akşam sonunda İngiltere'ye dönüyorum. Okulun açılmasına 5 hafta var, 1 haftasonum dışında her haftasonum dolu, ama haftaiçlerim bomboş tamamen. Yapacak birşeyler bulmam lazım, kafamda bir fikir var, nasıl olur bilmiyorum henüz. Yarın sabah 6'da kalkıp 7'de yeni evimde olup akşama kadar Tesco'dan gelecek eşyaları beklemem lazım. İnternetin henüz bağlanmamış olacağını varsayarak bir sandalye bile olmayan bomboş bir evde bütün gün tek başına insan ne yapar bilemiyorum. İnsanlar elektrik öncesi dönemde ne yapıyorlarmış acaba?
Essaylerim bitti, son zamanlarda İzmir'deki çoğu insan içimde negatif duygular uyandırmaya başlamıştı, bana-uzak-allaha-yakın modunda mutlu ve huzurluyum bu aralar. Bir daha Birleşmiş Milletler ya da istatistikle ilgili en ufak birşey görmek istemiyorum.
Sunday, 23 August 2009
Friday, 21 August 2009
how could we know we had found treasure
"Perhaps strength doesn't reside in having never been broken... but in the courage required to grow strong in the broken places."
Sevdiğim bir yazarın websitesine bakınırken bu çıktı karşıma, kim söylemiş aradım bulamadım ama hoşuma gitti çok.
Ödevlerim bitmek üzere, yaşasın. Pazar akşamı İngiltere'ye dönüyorum.
Placebo-Ashtray Heart videosu çıkmış, süper. Black Market Music döneminden beri bu kadar bağlanmamıştım Placebo'ya. Benim için o kadar büyük bir önemleri var ve hayatımdaki pek çok kararı, davranışı, duyguyu o kadar etkilediler ki, onları kalıcı bir şekilde üzerimde taşımak ve hep varlıklarından güç almak istiyorum. Placebo dövmesi konusuna geri dönüyoruz evet. Ne yaptırsam karar veremiyorum bir türlü, 6 yıldır falan aklımda bu fikir var ve periyodik olarak hep düşünüyorum ama asla kesin bir karara varamadım. Bütün şarkılarını o kadar çok seviyorum ki..
Leni'nin sözlerinin bir kıtası ve "We can build a new tomorrow, today" üzerinde düşünmekteyim bu aralar.
I kneel before her
Beneath this frozen sky
I beg below her
My limbs are paralyzed
She beats me harder than any kind of guy
My sci-fi lullaby
Hiç fena olmaz aslında sanki, evet.
Ashtray Heart demişken, bu şarkıyı (ya da Placebo'nun son albümünü) ne zaman dinlesem sen aklıma geleceksin sanırım hayatım boyunca, Mi corazón, mesajıma cevap vermedin, merak ediyorum seni iyi misin diye.
Sevdiğim bir yazarın websitesine bakınırken bu çıktı karşıma, kim söylemiş aradım bulamadım ama hoşuma gitti çok.
Ödevlerim bitmek üzere, yaşasın. Pazar akşamı İngiltere'ye dönüyorum.
Placebo-Ashtray Heart videosu çıkmış, süper. Black Market Music döneminden beri bu kadar bağlanmamıştım Placebo'ya. Benim için o kadar büyük bir önemleri var ve hayatımdaki pek çok kararı, davranışı, duyguyu o kadar etkilediler ki, onları kalıcı bir şekilde üzerimde taşımak ve hep varlıklarından güç almak istiyorum. Placebo dövmesi konusuna geri dönüyoruz evet. Ne yaptırsam karar veremiyorum bir türlü, 6 yıldır falan aklımda bu fikir var ve periyodik olarak hep düşünüyorum ama asla kesin bir karara varamadım. Bütün şarkılarını o kadar çok seviyorum ki..
Leni'nin sözlerinin bir kıtası ve "We can build a new tomorrow, today" üzerinde düşünmekteyim bu aralar.
I kneel before her
Beneath this frozen sky
I beg below her
My limbs are paralyzed
She beats me harder than any kind of guy
My sci-fi lullaby
Hiç fena olmaz aslında sanki, evet.
Ashtray Heart demişken, bu şarkıyı (ya da Placebo'nun son albümünü) ne zaman dinlesem sen aklıma geleceksin sanırım hayatım boyunca, Mi corazón, mesajıma cevap vermedin, merak ediyorum seni iyi misin diye.
Tuesday, 18 August 2009
she has many skills

Dün gece Digiturk'te CSI: Miami izlerken karşıma Lucy Lawless'ın çıkmasıyla kalbim neredeyse duruyordu direk. Son 2 senedir günümün %60'ını hakkında hikayeler okuyarak, %40'ını da hayaller kurarak geçirdikten sonra birden son derece tall, dark and gorgeous bir şekilde karşımda görünce nefesim kesildi cidden. Ah synchronicity ve Carl Jung. Gerçekten sırf bu kadının varlığı yüzünden hayatım boyunca hiç kimse yeterli gelmeyecek bana, çok çok eminim. Essaylerim bitene kadar Lucy yok, konsantre olamıyorum yoksa.
Lucy Lawless ve Lindsay Lohan'in ikisinin de LL olması bir işaret olabilir mi?
Sunday, 16 August 2009
don't let the haters keep you from doin your thang
Dün gece 4'e kadar Birleşmiş Milletler'le ilgili ıvır zıvır okuduktan sonra sabahın 10'unda kalkarak süper bir azimle sinemaya Milk izlemeye gittim. "Ama öldü adamcağız" şeklinde moralim bozulduktan sonra Forum'a Reading için festivalde yağmurda çamurda giyilesi birşeyler almaya gittim. Bir kez daha anladım ki, dünyada biraz alışverişin çözemeyeceği çok az sorun var. Belki de yoktur hatta.
Normalde 9 saatten az uyuyunca hayaletimsi bir varlık olarak gününü sürdüren ben, gelecekte beni süper akademik başarıların beklediğine dair ilahi bir işareti andırırcasına 6 saatlik uykuyla hala essayimle uğraşıyordum 5 dakika öncesine kadar. Çok fena azimliyim bu sene %70 ortalama getirme konusunda, ÖSS'den beri bu kadar hırs yapmamış ve bu kadar metodik bir şekilde çalışmamıştım.
Bir süredir hayat felsefem "Her işte bir hayır vardır" oldu, bahsetmiş miydim hatırlamıyorum. Felaket derecede işe yaradığını fark ettim, tavsiye ederim. Gerçekten de oturup geçmişinizi düşününce en dandik olayların, en mal insanların bile aslında bir sürü olaylar dizisi sonucunda size süper birşey ya da birini katmış olduğunu göreceksiniz. (Örnek: Şu anda X kişisinin karşınıza çıktığı güne lanet ediyor olmanıza rağmen onun sayesinde Y ile tanışmışsınızdır, çok fena dost olmuşsunuzdur, hayatınızda çok önemli bir kararı onun sayesinde vermişsinizdir vb.)
Bu arada son birkaç gündür birkaç insana anlattığım şeyler hakkında, kimseye kızgın değilim gerçekten ve kimseyi suçlamıyorum. Kendimi o insanların yerine koyduğumda neden o şekilde davranma gereği duyduklarını anlayabiliyorum, ben olsam ben de öyle yapardım sanırım, insanın böyle bir durumda olumsuz hiç bir hissi olmaması için aşırı -muhtemelen 20'lerinde elde etmesi imkansız olan- bir olgunluğa erişmiş olması gerekir zaten. Üzgünüm o şekilde hissettikleri için, hoş bir his olmadığından eminim. Negatif düşüncelerden asla olumlu bir sonuç doğmuyor malesef.
"Without hope, the us's give up - I know you cannot live on hope alone, but without it, life is not worth living. So you, and you, and you... You gotta give em' hope... you gotta give em' hope."
Normalde 9 saatten az uyuyunca hayaletimsi bir varlık olarak gününü sürdüren ben, gelecekte beni süper akademik başarıların beklediğine dair ilahi bir işareti andırırcasına 6 saatlik uykuyla hala essayimle uğraşıyordum 5 dakika öncesine kadar. Çok fena azimliyim bu sene %70 ortalama getirme konusunda, ÖSS'den beri bu kadar hırs yapmamış ve bu kadar metodik bir şekilde çalışmamıştım.
Bir süredir hayat felsefem "Her işte bir hayır vardır" oldu, bahsetmiş miydim hatırlamıyorum. Felaket derecede işe yaradığını fark ettim, tavsiye ederim. Gerçekten de oturup geçmişinizi düşününce en dandik olayların, en mal insanların bile aslında bir sürü olaylar dizisi sonucunda size süper birşey ya da birini katmış olduğunu göreceksiniz. (Örnek: Şu anda X kişisinin karşınıza çıktığı güne lanet ediyor olmanıza rağmen onun sayesinde Y ile tanışmışsınızdır, çok fena dost olmuşsunuzdur, hayatınızda çok önemli bir kararı onun sayesinde vermişsinizdir vb.)
Bu arada son birkaç gündür birkaç insana anlattığım şeyler hakkında, kimseye kızgın değilim gerçekten ve kimseyi suçlamıyorum. Kendimi o insanların yerine koyduğumda neden o şekilde davranma gereği duyduklarını anlayabiliyorum, ben olsam ben de öyle yapardım sanırım, insanın böyle bir durumda olumsuz hiç bir hissi olmaması için aşırı -muhtemelen 20'lerinde elde etmesi imkansız olan- bir olgunluğa erişmiş olması gerekir zaten. Üzgünüm o şekilde hissettikleri için, hoş bir his olmadığından eminim. Negatif düşüncelerden asla olumlu bir sonuç doğmuyor malesef.
"Without hope, the us's give up - I know you cannot live on hope alone, but without it, life is not worth living. So you, and you, and you... You gotta give em' hope... you gotta give em' hope."
Saturday, 15 August 2009
colourless colour

My reflections are protection
They will keep me from destruction
My directions are distractions
When you're ready, come into the light.
İstiyorum!!
Evet, master başvurularımı yapmam gerek 1,5 ay sonra falan. Çok, çok kararsızım. Bir yandan Gender Studies okursam manyak gibi zevk aldığım bir bölümden mezun olmuş olacağım ama iş bulma potansiyelim ve alabileceğim maaş daha sınırlı olacak. Diğer yandan Journalism okursam her yerde iyi para kazandıran bir iş bulabilirim, ama deliler gibi değil normal seviyede zevk aldığım bir bölüm olur.
Bir de İngiltere'de istediğim okullara ortalamam yetmezse ne olacağı konusu var. İngiltere'deki okullar Amerika ve Avrupa'daki tüm üniversitelerden daha iyi ortalama istiyorlar. UCLA ya da Wesleyan düşündüm bir ara ama Amerika'ya gitmek gözümde büyüdü, ve oradan sonra İngiltere'ye geri dönmem çok zor olur, hayatım boyunca da orada yaşamak istemem. Böylece bu fikir iptal oldu şimdilik.
Paris'te Sciences Po'da Journalism olabilir aslında, Paris'te 1 yıl yaşamak her zaman hayal ettiğim de birşeydi, ama oradan İngiltere'ye dönüşüm zor olur mu diye düşünüyorum yine ama Bachelor diplomam İngiltere'den olduğu için sorun olmaz herhalde. Bölüm İngilizce olacak ama yine de Fransızca bilmeden Paris'te yaşanabilir mi emin değilim. Yaşanabilir mi ki?
En en en kötü ihtimalle hiç bir yere ortalamam yetmezse Universiteit Van Amsterdam'da Gender, Sexuality and Society olabilir. Hollanda'da Dutch bilmeden yaşanabilir gayet.
Evet, kısacası bu sene deliler gibi ders çalışıp son senemin ortalamasını 2:1 getirmem gerekiyor en az. Ama üniversitelerin başvuranlar arasında en yüksek ortalaması olanları seçtiğini düşünürsek Türkiye'deki 4 üzerinden 3.5'e benzer bir ortalamam olması lazım. Hatta daha bile yüksek. Bu sene kafamı kaldırmadan ders çalışmam lazım. Bir de tez falan var bu sene. Fena yani.
Çok kararsızım dediğim gibi. Politics and International Relations BA'i ve Journalism ya da Gender Studies master'ı ile hangi alanda çalışılabilir? Eğitim danışmanı falan biri var mı acaba blogumu okuyan?
Thursday, 13 August 2009
moonlight sonata
Neden bilmiyorum, Beethoven'ın Moonlight Sonata'sının melodisi geldi aklıma hiç beklemediğim bir anda. Depeche Mode'dan Alan Wilder'ın çaldığı videosunu aradım, bulamadım, bulabilen varsa haber versin.
Wednesday, 12 August 2009
you are a cheap and nasty fake
Dün gece telefonumdaki mesajları silerken yıllar önce gelmiş eski mesajlar çıktı karşıma. Şu anda konuşmuyor olduğum, birine hiç bir hissim kalmamış olan ve diğerinden de hiç hiç hiç hazzetmediğim 2 insandan gelen 2 mesaj:
"İpekcim, seni çok özledim <3" ve "Aşkım, çok şanslıyım sana sahip olduğum için" konseptli 2 mesaj özetlemek gerekirse. Zaman ne kadar çok değiştiriyor herşeyi.
Oturdum, düşündüm geçen gün, kızgınım ben bu insanlara madem bu kadar, karşıma çıksalar ne söylerdim diye. Aklıma bir sürü şey geldi, sonra fark ettim ki söyleyeceğim şeyler üzerinde adam gibi oturup düşünüp neden bahsettiğimi anlayacak ve bana hak verecek kadar mantıklı insanlar olsalar şu an bu yazıyı yazıyor olmazdım zaten. Vardığım sonuç ise, I have nothing left to say to you. Hatta Brian Molko'nun sözleriyle "You are a black and heavy weight and I won't participate". Evet, düşman bile olmak istemiyorum.
You are a cheap and nasty fake,
And I'm the bones you couldn't break.
"İpekcim, seni çok özledim <3" ve "Aşkım, çok şanslıyım sana sahip olduğum için" konseptli 2 mesaj özetlemek gerekirse. Zaman ne kadar çok değiştiriyor herşeyi.
Oturdum, düşündüm geçen gün, kızgınım ben bu insanlara madem bu kadar, karşıma çıksalar ne söylerdim diye. Aklıma bir sürü şey geldi, sonra fark ettim ki söyleyeceğim şeyler üzerinde adam gibi oturup düşünüp neden bahsettiğimi anlayacak ve bana hak verecek kadar mantıklı insanlar olsalar şu an bu yazıyı yazıyor olmazdım zaten. Vardığım sonuç ise, I have nothing left to say to you. Hatta Brian Molko'nun sözleriyle "You are a black and heavy weight and I won't participate". Evet, düşman bile olmak istemiyorum.
You are a cheap and nasty fake,
And I'm the bones you couldn't break.
Sunday, 9 August 2009
how to quit the cure
Uzun zamandır kullanıyor olduğum Effexor'ü hiç almayalı 4-5 gün oldu sanırım. Baş dönmesinin 10 kat daha fenası olarak tanımlayabileceğim ve ilaç kullanmayan hiçbir insanın deneyimleyemeyeceği kadar anormal olan 'brain shivers' denen yan etkiden kurtulmuş değilim. Effexor'le ilgili forumlara bakındım bugün, "Bırakalı 6 ay oldu ama hala geçmedi" falan yazmış insanlar, gözüm korktu görünce. Her öğleden sonra ve akşamımı beynim titreyerek ve doğuştan sarhoşumsu bir modda geçirmek istemiyorum hayatım boyunca. Omega 3 tabletleri yardımcı olabiliyormuş, onu deneyeceğim yarın.
"Children and adults who try to stop taking an SSRI suffer much like drug junkies who find that kicking their habit can be excruciating". Tell me about it.
Her ne kadar şu Effexor gayet illet bir ilaç olsa da "Bırakmasa mıydım acaba?" sorusu aklımın gerisinde durmuyor değil. Bana deliler gibi kilo aldırmış olmasına rağmen en azından keyfim son derece yerindeydi ilaca devam ederken. Artık tamamen normale döndüğümü hissediyordum bırakma sürecine başladığımda ama son 3-4 gündür herşeye ağlayan bir insan haline dönüştüm. Gerçekten, hayatımın hiç bir döneminde bu kadar ağlayan birisi olmamıştım; bugün okuduğum kitaptaki adam suçsuz yere hapse atıldığı için, Heath Ledger öldüğü için ve kalçalarım denediğim pantolona sığmadığı için 3 kez ağladım ve bu sadece bir günlük durumum. Bu yüzden 1-2 kişi dışındaki herkesle iletişimimi kestim şu an, İngiltere'ye dönene kadar Alsancak'a ve tanıdık görebileceğim hiç bir yere asla adımımı atmayacağım ve şu anki ruh durumumu olumsuz etkileyebileceğini düşündüğüm insanlardan gelen hiç bir mesajı okumuyorum internet ve telefon üzerinden. Stresli her türlü durumdan kaçınıyorum kısacası.
PS: Şu anda denedim, 5 saniye konsantre olunca isteyerek ağlayabilme başarısını da geliştirmişim bugünlerde.
"Children and adults who try to stop taking an SSRI suffer much like drug junkies who find that kicking their habit can be excruciating". Tell me about it.
Her ne kadar şu Effexor gayet illet bir ilaç olsa da "Bırakmasa mıydım acaba?" sorusu aklımın gerisinde durmuyor değil. Bana deliler gibi kilo aldırmış olmasına rağmen en azından keyfim son derece yerindeydi ilaca devam ederken. Artık tamamen normale döndüğümü hissediyordum bırakma sürecine başladığımda ama son 3-4 gündür herşeye ağlayan bir insan haline dönüştüm. Gerçekten, hayatımın hiç bir döneminde bu kadar ağlayan birisi olmamıştım; bugün okuduğum kitaptaki adam suçsuz yere hapse atıldığı için, Heath Ledger öldüğü için ve kalçalarım denediğim pantolona sığmadığı için 3 kez ağladım ve bu sadece bir günlük durumum. Bu yüzden 1-2 kişi dışındaki herkesle iletişimimi kestim şu an, İngiltere'ye dönene kadar Alsancak'a ve tanıdık görebileceğim hiç bir yere asla adımımı atmayacağım ve şu anki ruh durumumu olumsuz etkileyebileceğini düşündüğüm insanlardan gelen hiç bir mesajı okumuyorum internet ve telefon üzerinden. Stresli her türlü durumdan kaçınıyorum kısacası.
PS: Şu anda denedim, 5 saniye konsantre olunca isteyerek ağlayabilme başarısını da geliştirmişim bugünlerde.
Subscribe to:
Posts (Atom)