Bugünlerde synchronicity konusunu düşünmeye başladım oldukça sık. Daha önce burada bahsetmiştim diye hatırlıyordum ama bulamadım, 2. kez bahsediyor olabilirim.
Wikipedia der ki: Synchronicity is the experience of two or more events, which are causally unrelated, occurring together in a meaningful manner. In order to count as synchronicity, the events should be unlikely to occur together by chance.
Gayet alakasız bir şekilde Sabetaycılık'la ilgili birşey okurken -evet garip bir konu- Carl Gustav Jung'un adı geçmesi, hiç ve hiç beklemediğim bir yerde İngiltere'de bana çok yakında oturan bir kızın bana mesaj atması, kızın profilinde bugünlerde fazlasıyla aklımda olan Coldplay şarkısının sözlerini görmem, "hah işte synchronicity" demem, daha 1-2 saat önce Zeynep'e "Bence bu synchronicity'nin işi" gibi bir cümle kurmuş olmam ve synchronicity kavramının tanımını ilk yapan kişinin Carl Gustav Jung olması, bu kadar şeyin 1 saat içinde nedensiz bir şekilde birden karşıma çıkmış olması tesadüf değil. Dikkat edin, mutlaka fark edeceksiniz hayatta böyle şeylerin ne kadar çok karşınıza çıktığını, sadece siz görmüyorsunuz. İlke'yi düşünürken yanımdan İlke Mobilya kamyoneti geçmesi, Lisa'ya mesaj atayım diye Facebook'ta mesajlarımı açtığım anda ondan bana yeni bir mesaj gelmesi, iPod'umda bana bir arkadaşımın yolladığı şarkı çalarken yolda onunla karşılaşmam, daha bunun gibi bir çok şey..
Wednesday, 7 January 2009
just because i'm hurting doesn't mean i'm hurt
Bugünlerde rüyamda Cansu'yu görüp duruyorum nedense. İçimde-kalan-ve-harekete-geçirmediğim-hisler olarak Freudvari bir açıklamadan başka birşey gelmiyor aklıma. En yaratıcı fikirlerin aklıma geldiği gece uyku-uyanıklık arası zamanımda yine düşünüyordum hayatım hakkında, herşey mükemmel ama neden biraz moralim bozuk diye. Hep böyle oldu üniversiteye başladığımdan beri, İstanbul'dan ya da İngiltere'den ne zaman İzmir'e dönsem, tam olarak açıklayamadığım -ya da açıklamak istemediğim- bir huzursuzluk oluyordu içimde. Açıklamaktan ve üzerinde düşünüp kendim de kabul etmekten korktuğum şey şuydu, ben insanların hakkımda ne düşündüğünü fazla umursuyordum bazen. Hayatımda hiç egosunu pompalayarak cool kid imajına bürünen/bürünmeye çalışan insanlardan hazzetmedim, ama fark ettim ki benim de yaptığım şeyin onlardan pek bir farkı yokmuş bu konuda. Umursamaz görünüp hakkımda söylenenleri gerçekten de umursuyordum bazen, bahsettiğim o kişilerden tek farkım bunu burada kabullenebiliyor olmam, onların bunu yapıp, birine gidip "Sözlerin beni incitti" diyecek cesarete ya da özeleştiri isteğine sahip olduğunu sanmıyorum açıkçası. Dürüstlüğe devam etmek gerekirse, evet İzmir'de rahatsız ve huzursuz hissediyordum yıllardır çoğu zaman, çünkü varlığı gerçekten sinirime dokunan birkaç insan var burada, pek sanmıyorum ama kim olduklarını tahmin ediyorlardır eğer kendileri bunu okuyorlarsa. Son derece nötr olmaya çalışsam bile elimde değil, onlardan aldığım negatif enerji (yani hiç bir şekilde içten olduklarına inanmamam, her hareketlerini sahte ve güvenilmez bulmam, bana kötü bir şey yapmıyor bile olsalar yine de zorlasam da onlardan hoşlanamamam) buna engel oluyor. Enerji vampiri denen türe ait olduklarını düşünüyorum kendilerinin; başkalarının başarısızlıklarıyla kendilerini daha başarılı hissederek, insanların neler hissedeceğini umursamadan kendi özgüvenlerini yükseltmeye çalışarak besleniyorlar bence. Hayatındaki problemlere olan bakış açısı zamanla değil, anında değişen ve birden olaya tamamen farklı bir duyguyla bakabilen birisi olarak o fark ediş anından beri bu olaya bakış açım tamamen "Bırak onlar ne yaparlarsa yapsınlar, bana dokunamayacaklarını bilmem yeterli" şeklinde. Mutluyum bu konuda.
You might be a big fish
In a little pond
Doesn’t mean you’ve won
Cause along may come
A bigger one
You might be a big fish
In a little pond
Doesn’t mean you’ve won
Cause along may come
A bigger one
Monday, 5 January 2009
forget that lady marmalade, i'll fix you some peach lemonade

23'ünde bir geceliğine Paris'e gidiyorum, o gece Peaches ve Vitalic var, biletler gününde sold out olduğu için günlerdir Last Fm ve Facebook'ta bilet satan insan aramama rağmen bulamayıp sinir olmuştum. Yine de belki bir şekilde gidebiliriz, gidemesek de konser bitişinde kapıda bekler Peaches'ın peşinde stalker oluruz diye konser mekanının hemen yanında bir otelde yer ayırttıktan sonra bugün biletlerin tekrar satışa çıktığına dair bir mail aldım, aşırı mutlu oldum, biletlerimizi aldım hemen. Hayat pek bir mükemmel bugün.
Friday, 2 January 2009
i kissed a girl and liked it before katy perry
You change your mind like a girl changes clothes
Yeah you PMS like a bitch, I would know
And you overthink, always speak cryptically
I should know that you're no good for me
We used to be just like twins, so in sync
The same energy, now's a dead battery
Used to laugh 'bout the thing, now you're plain BORING
I should know that you're not gonna change
Someone call the doctor
Got a case of the love bipolar
Stuck on a rollercoaster
Can't get off this ride
Cause you're hot then you're cold
You're yes then you're no
You're in and you're out
You're up and you're down..
Bu şarkı bana fazlasıyla birini hatırlatıyor ve ben Katy Perry'i seviyorum. 23'ünde Paris'e gidiyorum bir günlüğüne, Montmartre'da kalıyoruz, Peaches'i bir daha görmek süper olur, mutluyum.
Alışveriş yaptım bugün saatlerce, online alışveriş çılgınlığı bağımlılık yapıyor gerçekten de.
Hayatta tahmin edemeyeceğim birisi İzmir'e taşınmış İstanbul'dan. Oh hot damn!! Lol.
Ve yine hayatta görmeyi beklemediğim birini gördüm yılbaşı gecesi Alsancak'ta, İstanbul'daki Machine gecelerimi özledim. İzmir'e felaket yabancı hissediyorum kendimi, sokaklarda büyük kapasiteli bir gereksizleri yok etme operasyonu yapıp İzmir'imi yeniden eskisi gibi sevesim var. Acaba teknoloji deli gibi ilerlese günün birinde biyolojik bir silah yapıp sinir bozucu insanları eleme ve bir nevi doğal-olmayan-ama-gerekli-seleksiyon yapılması mümkün olabilir mi? Denemeye değer.
Ve aklımda "My name is Melissa and I'm 16" diye iğrenç bir şarkı..
Gündüz Vassaf'ın kitabı Cehenneme Övgü, Prisoners of Ourselves adıyla ilk olarak İngilizce basılıp sonradan Türkçe'ye çevrilmiş olmasına rağmen İngilizce'sini nette bulabilmek mümkün değil. Bulana çok çılgın ödüller verilecektir bu arada. Neyse, "O zaman ben çeviririm bunu" mantığıyla çevirmenlik işine el attım İngiltere'de bir arkadaşım okumak istediği için, sıkıcı olduğu kadar sinir bozucu da birşeymiş çevirmenlik. Sı-kı-cı. My name is Melissa.. Yeter artık!!
Yeah you PMS like a bitch, I would know
And you overthink, always speak cryptically
I should know that you're no good for me
We used to be just like twins, so in sync
The same energy, now's a dead battery
Used to laugh 'bout the thing, now you're plain BORING
I should know that you're not gonna change
Someone call the doctor
Got a case of the love bipolar
Stuck on a rollercoaster
Can't get off this ride
Cause you're hot then you're cold
You're yes then you're no
You're in and you're out
You're up and you're down..
Bu şarkı bana fazlasıyla birini hatırlatıyor ve ben Katy Perry'i seviyorum. 23'ünde Paris'e gidiyorum bir günlüğüne, Montmartre'da kalıyoruz, Peaches'i bir daha görmek süper olur, mutluyum.
Alışveriş yaptım bugün saatlerce, online alışveriş çılgınlığı bağımlılık yapıyor gerçekten de.
Hayatta tahmin edemeyeceğim birisi İzmir'e taşınmış İstanbul'dan. Oh hot damn!! Lol.
Ve yine hayatta görmeyi beklemediğim birini gördüm yılbaşı gecesi Alsancak'ta, İstanbul'daki Machine gecelerimi özledim. İzmir'e felaket yabancı hissediyorum kendimi, sokaklarda büyük kapasiteli bir gereksizleri yok etme operasyonu yapıp İzmir'imi yeniden eskisi gibi sevesim var. Acaba teknoloji deli gibi ilerlese günün birinde biyolojik bir silah yapıp sinir bozucu insanları eleme ve bir nevi doğal-olmayan-ama-gerekli-seleksiyon yapılması mümkün olabilir mi? Denemeye değer.
Ve aklımda "My name is Melissa and I'm 16" diye iğrenç bir şarkı..
Gündüz Vassaf'ın kitabı Cehenneme Övgü, Prisoners of Ourselves adıyla ilk olarak İngilizce basılıp sonradan Türkçe'ye çevrilmiş olmasına rağmen İngilizce'sini nette bulabilmek mümkün değil. Bulana çok çılgın ödüller verilecektir bu arada. Neyse, "O zaman ben çeviririm bunu" mantığıyla çevirmenlik işine el attım İngiltere'de bir arkadaşım okumak istediği için, sıkıcı olduğu kadar sinir bozucu da birşeymiş çevirmenlik. Sı-kı-cı. My name is Melissa.. Yeter artık!!
Tuesday, 30 December 2008
i hope you hang yourself with your H&M scarf
" Reason is not automatic. Those who deny it cannot be conquered by it. Do notBazı insanlara bazı şeylerin anlatılamayacağına inanmam gerek sanırım. Gerçekten de insanda kendini sorgulama yeteneği ya da açık görüşlülük kapasitesi olmadıkça en mantıklı argümanla bile kendisine birşeyler açıklamak mümkün olmuyor. Homofobikleri de, cool kidleri de, kıroları da oluruna bırakmak gerek belki de (hayatta en hazzetmediğim 3 insan kategorisi). Neymiş demek ki, olmayınca olmuyormuş, her insanın aynı düşünce kapasitesine sahip olarak doğmaması onların suçu değilmiş.
count on them. Leave them alone. "
You're so indie rock it's almost an art
You need SPF 45 just to stay alive
You're so gay and you don't even like boys
You're so sad maybe you should buy a happy meal
You're so skinny you should really super size the deal
Secretly you're so amused
That nobody understands you
I'm so mean cause I cannot get you outta your head
I'm so angry cause you'd rather myspace instead
NY Resolutions 2009
31 Aralık 2007 günü yazdığım resolution'larıma baktım az önce, hangilerini gerçekleştirmişim diye.
1-Kilo ver
Vermeyip gayet aldım bile üstüne, hala da almaya devam ediyordum şu ayağımdaki kırık muhabbetine kadar.
2-Sigarayı azalt
Bunu başarıyla uyguluyorum İngiltere'ye gittiğimden beri, zaten her yerde sigara içmek yasak oldukça içesi gelmiyor insanın, bu havada dışarı çıkıp ayakta içmeye üşeniyorum.
3-Kıçını kaldırıp okula git
Evet bu konuda pek bir ilerleme gösterdiğim söylenemez genele bakarsak, ama okulun son 2 haftasına tamamen gitmiş olduğumu ve 2. dönem de gayet gidecek olduğumu belirtmeliyim.
4-Nickine uygun davran, coolkid ol, aşk/hoşlanma vs her türlü duygusal eğilimi yasaklıyorum artık sana
Bunu da uygulayamadım pek, evet, ama pişman da değilim, şu anda süper birisiyle çok mutlu ve uzun süreli olacağına inandığım bir ilişkim var. Yani iyi ki bu kararıma uymamışım.
5-Eğer yapacaksan da doğru düzgün yap.. Evet evet, yeni yıla öpüşerek girmelisin. 2007'deki 4 tane başarısız ilişki denemenin nedeni 2007'ye öpüşerek girmemendi bence. O yüzden bu gece öpüş. Öpüşmeden eve dönmeyeceksin. Herkes öpüşsün.
Evet öpüştüm o gece. Sonuçlarından bahsetmek istemiyorum.
Neyse, peki ya bu yıl?
1-Vodkayı bırak, içeceksen viski iç. Bundan sonra aşırı içme, sonra garip laflar edip sabah pişman oluyorsun. Hiç içmeden de insanlar sana çok sıkıcı görünüyorlar biliyorum, o yüzden abartmadan tipsy olacak kadar içebilirsin.
2-Kilo ver be kadın artık. Vermen lazım zaten.
3-Derslerine git, devamsızlıktan kalma.
4-Ev arkadaşlarına daha iyi davran. LGBT Society insanlarına da iyi davranmak çıkarların için iyi bir adım olabilir.
5-Nisan'a kadar Lisa'yla Paris, Amsterdam ve İstanbul'a gitmiş ol. Eurodisney'e git. Yunanistan'a da git, Kate'le buluş. Diğer Kate'le arkadaş ol.
6-Yaz sonu saçını doğal rengine boya.
7-Doğru düzgün Fransızca konuşmaya başla artık.
Evet bu yıl yapmak istediklerim bunlar. 2008'in ilk yarısı İstanbul'daki süper evimde yaşıyor olmam nedeniyle güzel, aşk acısı çekiyor olmam nedeniyle de korkunçtu. İkinci yarısında ise gayet mutluydum. İngiltere'ye gitmenin hayatımdaki en mantıklı karar olduğuna inanıyorum, tüm problemlerim ortadan kalkıyormuş demek ki söz konusu insanlar gözümden uzak olunca. Hayatımın en huzurlu, en mutlu sonbaharını geçirdim diyebilirim bien sûr, sonbahar en depresif bulduğum ve sevmediğim mevsim olmasına rağmen en ufak bir depresif döneme girmeden, hatta gayet rahat hissederek atlattım bu dönemi. Tek pişmanlığım Cansu'yu üzmüş olmam sene başında, ama şu anda iyiyiz yine de. Bir de Deniz konusunda pişmanım, o gece evime dönmüş olsam arkadaşlığımız bozulmazdı belki. Altay'la aramızı düzeltmek için harcadığım zaman için de pişmanım, boşa harcanmış bir zamandı çünkü. Bir de Politics in Western Europe seminar grouplarıma gitmediğim için pişmanım, gitsem daha iyi bir not alırdım essayimden. Saçımı da keşke kestirmeseymişim.
Bu yılın süper geçeceğine gayet inanıyorum, Lisa varken en ufak bir sinir bozuculuk olamazmış gibi geliyor.
1-Kilo ver
Vermeyip gayet aldım bile üstüne, hala da almaya devam ediyordum şu ayağımdaki kırık muhabbetine kadar.
2-Sigarayı azalt
Bunu başarıyla uyguluyorum İngiltere'ye gittiğimden beri, zaten her yerde sigara içmek yasak oldukça içesi gelmiyor insanın, bu havada dışarı çıkıp ayakta içmeye üşeniyorum.
3-Kıçını kaldırıp okula git
Evet bu konuda pek bir ilerleme gösterdiğim söylenemez genele bakarsak, ama okulun son 2 haftasına tamamen gitmiş olduğumu ve 2. dönem de gayet gidecek olduğumu belirtmeliyim.
4-Nickine uygun davran, coolkid ol, aşk/hoşlanma vs her türlü duygusal eğilimi yasaklıyorum artık sana
Bunu da uygulayamadım pek, evet, ama pişman da değilim, şu anda süper birisiyle çok mutlu ve uzun süreli olacağına inandığım bir ilişkim var. Yani iyi ki bu kararıma uymamışım.
5-Eğer yapacaksan da doğru düzgün yap.. Evet evet, yeni yıla öpüşerek girmelisin. 2007'deki 4 tane başarısız ilişki denemenin nedeni 2007'ye öpüşerek girmemendi bence. O yüzden bu gece öpüş. Öpüşmeden eve dönmeyeceksin. Herkes öpüşsün.
Evet öpüştüm o gece. Sonuçlarından bahsetmek istemiyorum.
Neyse, peki ya bu yıl?
1-Vodkayı bırak, içeceksen viski iç. Bundan sonra aşırı içme, sonra garip laflar edip sabah pişman oluyorsun. Hiç içmeden de insanlar sana çok sıkıcı görünüyorlar biliyorum, o yüzden abartmadan tipsy olacak kadar içebilirsin.
2-Kilo ver be kadın artık. Vermen lazım zaten.
3-Derslerine git, devamsızlıktan kalma.
4-Ev arkadaşlarına daha iyi davran. LGBT Society insanlarına da iyi davranmak çıkarların için iyi bir adım olabilir.
5-Nisan'a kadar Lisa'yla Paris, Amsterdam ve İstanbul'a gitmiş ol. Eurodisney'e git. Yunanistan'a da git, Kate'le buluş. Diğer Kate'le arkadaş ol.
6-Yaz sonu saçını doğal rengine boya.
7-Doğru düzgün Fransızca konuşmaya başla artık.
Evet bu yıl yapmak istediklerim bunlar. 2008'in ilk yarısı İstanbul'daki süper evimde yaşıyor olmam nedeniyle güzel, aşk acısı çekiyor olmam nedeniyle de korkunçtu. İkinci yarısında ise gayet mutluydum. İngiltere'ye gitmenin hayatımdaki en mantıklı karar olduğuna inanıyorum, tüm problemlerim ortadan kalkıyormuş demek ki söz konusu insanlar gözümden uzak olunca. Hayatımın en huzurlu, en mutlu sonbaharını geçirdim diyebilirim bien sûr, sonbahar en depresif bulduğum ve sevmediğim mevsim olmasına rağmen en ufak bir depresif döneme girmeden, hatta gayet rahat hissederek atlattım bu dönemi. Tek pişmanlığım Cansu'yu üzmüş olmam sene başında, ama şu anda iyiyiz yine de. Bir de Deniz konusunda pişmanım, o gece evime dönmüş olsam arkadaşlığımız bozulmazdı belki. Altay'la aramızı düzeltmek için harcadığım zaman için de pişmanım, boşa harcanmış bir zamandı çünkü. Bir de Politics in Western Europe seminar grouplarıma gitmediğim için pişmanım, gitsem daha iyi bir not alırdım essayimden. Saçımı da keşke kestirmeseymişim.
Bu yılın süper geçeceğine gayet inanıyorum, Lisa varken en ufak bir sinir bozuculuk olamazmış gibi geliyor.
Monday, 29 December 2008
don't you wanna feel my bones on your bones? it's only natural.

2 aydır acıyor, ağrıyor bilmemne diye şikayetçi olduğum sol ayağıma bugün röntgen çekildi. Bileğimden ayak parmaklarıma giden ve adını bilmediğim -Wikipedia'ya göre metatarsal oluyorlarmış- kemiklerin birini kırıp birini de çatlatmışım, ben 2 ay gayet durumdan habersiz bir şekilde gezerken o kırık kendi kendine kaynamış falan, garip bir olay yani. Nasıl ve neden olduğuna dair en ufak bir fikrim yok, ama ilk stres kırığımı edinmiş bulunuyorum özetle. Topuklu ve rahat olmayan ayakkabılar, ayakta durmak, 5 dakika bile olsa yürümek, ve en önemlisi merdiven çıkmak yasakmış bir süre. Nasıl fark etmemişim bunu bu kadar zaman, inanamıyorum cidden.
Sunday, 28 December 2008
beware of the plastics
İzmir'e adımımı atana kadar son derece sakin ve rahat olan hayatım yine anksiyete krizleriyle doldu. Kendimi yabancı hissediyorum buraya, her an sanki kötü birşeyin olmasını bekler gibi diken üstündeyim, telefonuma bakmıyorum bilerek, nete girdiğimde biri uyuz bir laf edecek diye bekliyorum. Bunun nedeni de Alsancak'ta aşırı içtikten sonra ağzıma geleni söylemem sanırım, ve aslında aklımdan geçmeyen şeyler oluyor bunların bir kısmı. Yani hakkınızda kötü bir laf etmişsem, yaptığınız bir davranışa sinir olmuşumdur ve bu minik uyuz olma derecesi alkolle büyüyerek aslında söylemek istemediğim şeylerin ağzımdan çıkmasına neden olmuştur, üzerinize alınmayınızdır, üzgünümdür. Ama İzmir'de insanlar gerçekten bir garipler sanki ya, ya da ben mi yıllardır yanlış bir çevreye dahilim, bilmiyorum da, normal insan yok gibi sanki. İstanbul'da yaşarken insanları anlayabiliyordum en azından, kankasının eski sevgilisine yavşayanın da, sadece nickiyle tanıdığı insanlar hakkında "şöyle mal, böyle gıcık" lafı edenin de zihniyetinde mantık bulabiliyordum hoşuma gitmiyor olsa bile. Ama burada Hometown'da tek bir Cuma gecesi geçirdikten sonra o gece o küçücük mekanda bulunan insanların yarısının amacı ya da niyeti nedir en ufak bir fikrim yok. Asla ukalalık ya da buradan-gitti-götü-kalktı olarak anlaşılmasın, "sana ne ki" demekte de haklısınız, ama uzun zaman önce iyi kalpli, iyi niyetli ve hepsinden de öte "samimi" olduklarını bildiğim insanların şimdi garip bir ortam çocuğu maskesiyle dolaşıp insanlara burun kıvıran duygusuz varlıklar haline gelmiş olmaları üzücü bir durum bence. Bunu o kişilerin yüzüne söylemek yerine buraya yazıyor olmamın nedeni ise, daha önce defalarca kırıcı olmadan ve yanlış anlaşılmadan bunu onlara ima etme denemesinde bulunup başaramamış olmam. Bunun beni ilgilendiren yanı ise hem hakkımda konuşuluyor olduğu şüphesi, hem de eskiden adam gibi oturup konuştuğum insanların artık adından başka şeyini bilmediğim yabancılar haline gelmiş olması. Kusura bakmayın, "sinir bozucu olacak derecede götünüz kalktı ve sadece ben değil, arkadaş grubunuz dışındaki herkes malesef böyle düşünüyor"un kibarcası nedir bilmiyorum, kimseye karşı da kötü bir niyetim ya da düşüncem yok, sadece dışarı çıktığımda birine selam verip gülümserken samimi olduğunu hissedebilmek istiyorum karşımdakinin, insanların böyle kendilerine ukalalık ve umursamazlık enjekte etmek zorunda hissetmeleri bana çok yanlış geliyor. Ne siz sandığınız kadar önemlisiniz, ne de ben öyleyim. Gazi Kadınlar Sokağı'na en yeni cicilerinizle adımınızı atarken iPodunuzda duyuyor olduğunuz ve podyumvari gösteriş yürüyüşünüze eşlik eden müziği sadece siz duyuyorsunuz, başka hiç kimse değil. Başka kimse sizi o kadar önemsemiyor, Alsancak ortamındaki kendini en kayda değer insan sanan yüzlerce insandan birisiniz sadece, hepimiz öyleyiz, kimse kendini sıradan görmüyordur eminim özünde. En kimsenin bilmediği grupları bilmek ya da kimsenin giyemediği şeyleri giymek, abuk subuk şeylerle kafa doldurmak, çevrendeki herkesten farklı ve üstün olduğuna inanmak, kendi ulaşmış olduğun noktayı çevrendeki zavallıların ulaşması gereken ancak henüz ulaşamamış olduğu en son nokta olarak görmek, en süper görünüşlü insanlarla arkadaş olmak ya da Alsancak'ta yürürken herkesin sizi tanıdığına inanarak içten içe egonuzu beslemek aslında bir işe yaramıyor. Ne bir işe yarıyor bunu bilmiyorum, ama gerçekten olduğun insanı gösterebilmenin riskini alabilmek çok daha değerli bir davranış olmalı kesinlikle. Dediğim gibi, son derece iyi niyetle yazdığım bir geçmişe dönebilme çabası bu, hepiniz eskiden bir şekilde hayatımda olan biteni paylaşacak değeri verdiğim insanlardınız çünkü. Neyse.
Yarın ayağıma röntgen çektirmeye hastaneye gidiyorum, büyük ihtimalle kırık olduğunu söyledi doktorum. 2 ay kırık ya da çatlak bir kemikle gezip fark etmemiş olmak da bir başarı.
Yarın ayağıma röntgen çektirmeye hastaneye gidiyorum, büyük ihtimalle kırık olduğunu söyledi doktorum. 2 ay kırık ya da çatlak bir kemikle gezip fark etmemiş olmak da bir başarı.
Tuesday, 23 December 2008
all i want for christmas is you

100 kişinin yaşadığı Willows Court'taki tek kişiyim şu anda. Normalde yalnızlık manyağı olan, İstanbul'daki evimde günlerce insan yüzü görmeden Dizimax+Ice Tea+eBay üçlüsüyle yaşamaktan delicesine bir zevk alan ve daha geçen hafta bütün-ev-arkadaşlarım-gitse-de-ev-bana-kalsa diye gezinen ben, fena halde daralıyorum şu an. Günlerdir 24 saat Lisa'yla birlikte olduktan sonra biraz yalnız zaman geçirmek istediğimi söyleyip onu evine yolladım, şimdi sabah olsa da yanına gidebilsem diye bekliyorum sıkıntı içinde. Beni sinir eden şey boş zaman bolluğu ve yapacak şey olmaması değil, aksine, bayılıyorum bu duruma. Ama İstanbul gibi değil burası, orman gibi bir yerin ortasında çevremdeki yüzlerce evin hiçbirinde bir tanecik ışık bile olmadan, tek bir araba sesi bile duymadan, beni tatil-diye-herkes-gitti-hadi-hırsızlık-yapalım zihniyetli insanlardan ayıran tek şeyin cam bir kapı olduğunu bilerek uyuma düşüncesi korku verici biraz. Yarın Lisa ve arkadaşlarıyla Christmas Eve Pub Crawl yapıyoruz, ertesi gün akşamdan kalmayacak kadar içiyoruz, ertesi gün Christmas. Lisa'nın cici ötesi ailesiyle saadet içinde bir Christmas geçirdikten ve ağacın altında minik bir dağ oluşturan hediye yığınına saldırdıktan sonra Cuma günü İzmir'de olacağım. Kimseye haber vermedim Melis dışında, beni sokakta görürseniz üstünüze alınmayın aramayışımı, kimsenin numarası yok zaten şu anki hattımda, görüşmek isteyen Facebook'tan ulaşsın, biliyorsunuz ki her zaman dışarı çıkmaya son derece açık olan gayet arkadaş canlısı bir insanım. Evet. Shiny Toy Guns-You Are The One delisiyim bir de bu aralar.
when you can live forever, what do you live for?
The L Word'le ilgili forumlarda "Jenny'yi kim öldürdü?" sorusu tartışılıyor bugünlerde. Öldü mü öldürüldü mü bilemiyorum ama Niki ya da Adele uyuzlarından biri öldürmüştür ve hapse atılır diye umuyorum.
Ayrıca KM etek giymesin.

En son youtube'da The L Word videoları izlerken Carmen-geri-dönüyor şeklinde bir montaj gördüm, Sarah Shahi'nin oynadığı başka bir dizi olan Life görüntülerine Kate Moennig ekleyerek oldukça inandırıcı bir video yaratmışlar. Kim niye uğraşır böyle şeylerle acaba, merak ediyorum. Ama Carmen geri gelmeyecek, gelmemeli de zaten, Shane ve Jenny gayet meant-to-be benim için.
Twilight'ı izledim dün, hayatım boyunca hiç bir zaman bu kadar nolur-bitmesin-nolurrr şeklinde izlememiştim bir filmi. Çok şirin ve çok etkileyiciydi benim için, bilmiyorum, bittikten sonra uzun süre beni-de-o-kadar-taş-bir-vampir-ısırsın-mümkünse şeklinde gezdim. Ve başroldeki kız 90'lıymış, o kadar şirin olunmaz, yasaklansın.

Alkaline Trio biletimi aldım sonunda.

Subscribe to:
Posts (Atom)