Monday, 4 August 2008

faites vos jeux-- haters make me famous

Çeşme'yi haftasonuna erteleyip İzmir'de kalmaya karar verdim. Güneşli bir açık pembe pazartesi günü, Robert Nozick'in Anarşi Devlet ve Ütopya kitabı bitirilmeyi bekliyor masamda. Sonunda avea'mı aldım, mutluyum. Aşık ve mutluyum evet. Mutlu kalmakta da gayet kararlıyım her türlü dış faktöre rağmen.

Karakter problemi yaşayan insanları hayatımda istemiyorum. Karakter problemi derken;

-Egosu boyunu 2 metre geçenleri,
-İşi gücü dedikodu olanları,
-Kendini kanıtlama çabaları içindekileri,
-Dikkat çekmeye çalışanları,
-Arkadan konuşanları,
-Hala kişilik arayışı içinde olanları,
-Kendi tavırlarını geliştirememiş olanları,
-Arkadaş ortamında kabul görebilmek için götünü yırtanları, kendini satanları,
-Durup dururken olay çıkarma gereği duyanları,
-Sıkıntıdan ne yapacağın şaşırdığı için dramatik bir ortam yaratıp başrolünde olmaya çalışanları,
-Adını bile bilmeyen insanlar hakkında konuşup duracak kadar ezik olanları,
-Hayatı boyunca bulunduğu yere tıkışıp kalacak olmalarının acısını başkalarından çıkarmak isteyenleri,
-Kıskanç insanları,
-Başkasının sevgilisine/arkadaşına/eşyasına bilmemnesine göz diken zavallıları,
-İstenmediği halde zorla bir yerinden hayatıma girmeye çalışanları,
-Kısacası her türlü karaktersizi kastediyorum.

Onun dışında blogumu neden bilmiyorum ama takip edenleri, beni tanımak isteyenleri ya da konuşacak birşeyleri olanları tanımak isterdim ben de.

Saturday, 2 August 2008

is your welfare gonna pay for my dry cleaning, you skanky ocean shore whore?

-İlaçlarımı saatinde bile içsem bazen sanki içmeyi unutmuşum gibi başım dönüp ellerim titremeye başlıyor, bi garip oluyorum. Neden böyle anlamadım.

-Hande Yener garip garip saç renkleriyle gezmemeli, Sena'nın fotoğraflarından görüldüğü kadarıyla. Kemal Doğulu istediği şekilde gezebilir, hastasıyız.

-"Sevgilimi koluma takarım, Bebek'te 3-5 tur atarım.." ne kadar da yaz şarkısı. Seviyorum.

-Periyodik aralıklarla sürekli gördüğüm birkaç rüya var. Bunlardan biri olan kaçırılma/hapsedilme rüyalarımı bugünlerde çok görmeye başladım ve sonunda hep annemi arayıp "Kurtar beni" diyorum, kadın beni takmıyor hiç.

-Önceki hayatımda kedi olduğuma inanıyorum. Bu kadar eve bağlılık, sürekli kendini sevdirme deliliği ve uyku sevgisi ancak öyle açıklanabilir.

-Vodafone hat alıyorum sevgilimle daha çok konuşabilmek için. Yıllardır avea'lı sevgililerimle Turkcell olmadıkları için mesajlaşmayan ben, sonunda böyle bir karar verdim. 24 saat seni düşünüyorum ve sana bütün gün salak salak mesajlar atmak istiyorum :)

-Pazartesi Çeşme'ye gitsem iyi olacak artık. Perşembe gibi vize için İngiliz Konsolosluğu'nda randevum var. Umarım Alsancak'tadır. Vize soruları da ölüm gibi zaten 202489302 sayfa.
Evet Alsancak'taymış.

-Artık İngiltere'ye gitmek istiyorum mümkünse. Okul hemen başlasa olmaz mı?

-Ayrıca;

"Is your welfare gonna pay for my dry cleaning, you skanky Ocean Shore whore?"

İsteyen üstüne alınsın. Ocean Shore'u da Kadifekale Konfeksiyon Atölyesi olarak değiştirsin.

Friday, 1 August 2008

lovefool

Dün gece İstanbul'daki evimi boşaltıp İzmir'e döndüm. Peki, neymiş?

-İstanbul'da yaşarken "öff trafik var yine geç kalıcam" gözüyle baktığımız Boğaziçi Köprüsü, şehri terk ederken son kez baktığımızda duygusal anlar yaşamamıza neden olabiliyormuş. (Terk etmek ve son kez bakmak gibi ifadelerimden ne kadar duygu seli modu olduğum anlaşılabilir zaten.)

-Garanti Zone VIP Lounge, her türlü VIP lounge'ı dövermiş. Ve havaalanındaki cafe türevi yerlerde herşeyi fiyatının 5 katı parayla alıp sıkış pıkış oturmaktansa, bankanızın lounge'ında deri koltuklara yayılıp elinizde beleş Jack'n Coke'unuzla msn'e girmek daha mantıklı bir davranışmış.

-Jeux d'enfants adlı pek sevilesi filmde "Yıldırım aşkına inanıyor musun? Salak." şeklinde bir yaklaşımla imkansız olduğu vurgulanan ilk görüşte aşk konsepti gerçekten de insanın başına gelebiliyormuş. Sadece birkaç gündür netten tanıdığım ve ilk mesajımdan itibaren kendimi yıllardır tanıyormuş kadar rahat hissettiğim çok çok şirin birisini hayatımda ilk kez gördükten sonra tamamen ayık bir kafayla ve gerçekten her yerimde hissederek "Ben de seni seviyorum" demek hayatımın şu döneminde en son beklediğim şeydi. Ve buna çok ihtiyacım vardı gerçekten, senin gibi birini tanımaya çok ihtiyacım vardı. Çok mutluyum.

-Dünyanın en üşengeç insanı olarak bilinen İpek kişisinin sevgilisini eve bırakmak için İstanbul'un alakasız ve adını bile bilmediği yerlerine gidip kendi yolunu 2 saat uzattığını duyduğunuzda inanır mıydınız? Love is in the air :)

Tuesday, 29 July 2008

bye bye beautiful, don't bother to write

Dün hayatımın en garip 2. gününü yaşadım. Her türlü görmek istemediğim insanı gördüm sanırım Alsancak'ta. Akşam İstanbul'daki evimdeyim, yay!

Gayet huzurlu günümde yüzünü göstererek bembeyaz ve süper temiz bir halının ortasındaki köpek boku gibi davranan insanlara aklımdaki lafları söyleme hakkım var sanırım:

-X, seni tanıdığım 2 aydır aynı şeyleri giyiyorsun, artık kokmuşsundur diye düşünüyorum. 90ların dandik modasından fırlamış gözlüklerinle bilader modunda yürümen çok gülünesi. Zaten dengesizsin.

-Y, sen asil misin yavrum? Hayatında ne başardın, ne özelliğin, ne fazlalığın var ki? İyi ki babanın parası var yoksa o sik kadar zekanla kendi kendine birşey başaramazdın sen. Gerçi hala başaramadın, yıllardır heyecanla bekliyoruz.

-Z kişisi zaten 30 yaşında ailesiyle yaşayan ve minik dünyasının sınırları dışına çıkamamış biri olacağından şimdi ben burada ne desem yazır olur. Vallahi çok yazık ediyorsunuz kendinize haberiniz yok.

Bu arada insanlara mesaj attığımda cevap vermemelerinden hoşlanmıyorum, ailenizden arkadaşlarınızdan artık yanınızda kim varsa telefonunu isteyip cevap verin mümkünse, "kontörüm yoktu" bahanesi biraz zorlama oluyor. Herşeye paranız var, kontöre mi yok? Hattımın faturası kendi kendine ödeniyor ve ben aramak zorundayım sanki sizi eğer dediğim şeyin karşılığını almak istiyorsam.

Yine de dün çok eğlendik ama biz :)

The words you scribbled on the walls
With the loss of friends you didn't have
I'll call you when the time is right
Are you in or are you out?
For them all to know

Bye bye beautiful
Don't bother to write

Friday, 25 July 2008

be mine

1, 2, 3, 4 - I won't take no anymore.
5, 6, 7, 8 - I want you to be my mate.
1, 2, 3 ,4 - you're the one I adore.
5, 6, 7, 8 - don't run from me cause this is fate.

Aşık olmak istiyoruuumm.

Thursday, 24 July 2008

asil, sen asil misin yavrum

Gönül tahtınızın prensesi Zerofeelings bugün de Ayvalık'tan bildiriyor. Koskocaman bir evde tek başına Digiturk'u bile olmamasını, dial-upla nete girmek zorunda olmasını umursamıyor. Hatta 2 gündür kendini 20. yy Avrupa siyasi tarihine adadı ve kültür manyağı olma yolunda emin adımlarla ilerleyerek tüm zamanını kitap okuyarak geçirdi. Tarih sıkınca ara verdi, Rita Mae Brown-Rubyfruit Jungle aldı eline, dün sabah başlayıp akşama kadar tüm kitabı bitirdi. Peki tüm bunları nasıl başarıyordu? Buzdolabını dolduran -ve zaten dolaptaki tek şey olan- şişeler dolusu Coca Cola Light ve Ice Tea Limon sayesinde elbette.

Sonra "Elit insan kimdir?" şeklinde bir soruya rastladı, konu üzerinde düşündü. Kimdi bu elit insan?

Elit insan ne içer?

-Elit insan çay değil, kahve içer. Hatta Türk kahvesi ya da sütlü nescafe değil, sade kahve içer.
-Elit insan kendi tabiriyle "regular" cola içmez. Light içer.
-Bira içmez, içecekse Carlsberg içer.
-Uçaktaki elit insanların ısrarla domates suyu içtikleri gözlemlenmiştir.

Elit insan ne yer?

-Sokaktaki bilmemne büfe, falan cafe, filan restaurant'ta elit insanı görmeniz mümkün değildir. Bilmediği yerde yemez.
-Ekmek arası köfte yemez, porsiyon köfte yer. Zaten pek köfte yemez.
-Pizzasını Domino's'tan yemez, kutu colayı en az 5 ytl'te satan elit cafelerin ev yapımı pizzalarından yer.
-Bugünlerde elit insanlarda fondü trendi kendini gösteriyor.

Elit insan ne yapar?

-Toplu taşıma araçlarını kullanmaz.
-100 metrelik yolu asla yürümez, taksiye biner. Taksiciyle muhabbet etmez, ona sigara içirtmez.
-Hayatında pazara gitmemiş oluşuyla övünür.
-Marlboro Light içer, başka marka içeceğine haftalarca sigara içmez.
-Klimasız ortamda yaşamını sürdüremez.
-Başkasının evinde kalmaz, başkasının kendi evinde kalmasından hoşlanmaz.
-Kendi ev işini kendisi yapmaz ama zevk için yemek pişirmeye bayılır.
-Ev alışverişini Migros'un internet sitesinden yapar, kapıda kredi kartıyla öder.
-Elit insan ortamlarının dışına çıkmaz, çıkmak zorunda kaldıysa da yüzünde "Allahım beni ne hallere düşürdün" ifadesiyle en kısa zamanda o durumdan kurtulmaya bakar.
-Elit insan asla parasız kalmaz, kredi kartları her zaman yanında olur. Parasız insanlarla zaman geçirmekten hoşlanmaz, morali bozulur.
-Denizi değil havuzu sever. Kuma havlu serilip güneşlenilen yerlerle alakası olmaz.
-Toplumun geri kalanıyla alakası yoktur, olmasını da istemez.
-Popüler kültürün pek takipçisi olmasa bile dünyada olan bitenden haberdardır.
-Sabah, Hürriyet gibi abuk subuk gazeteler okumaz ve dandik Türk kanallarını izlemez.
-İlgi alanları çok farklı insan gruplarının içinde bile konuşacak şey bulabilir çünkü her türlü yaşam tarzı hakkında az çok bilgisi vardır.
-Her hafta kuaföre gidip ruh hastaları gibi French manikürünü yeniletmez.
-Sabahın köründe makyajsız, dağınık saçlı, altında eşofman ve üstünde eski bir tshirtle dışarı çıktığında bile varoşların prensesi gibi görünmeyi beceremez.

Başka ne yapar bu elit insan?

Monday, 21 July 2008

who knew?

You took my hand
You showed me how
You promised me you'd be around

I took your words
And I believed
In everything you said to me

If someone said three years from now
You'd be long gone
I'd stand up and punch them out
Cause they're all wrong
I know better
Cause you said forever
And ever
Who knew

Remember when we were such fools
And so convinced and just too cool

I wish I could touch you again
I wish I could still call you a friend
I'd give anything

When someone said 'count your blessings now
Before they're long gone'
I guess I just didn't know how
I was all wrong
They knew better
Still you said forever
And ever
Who knew


Yazacak birşey bulamadım, yukarıdakiler düşündüğüm herşeyi yeterince ifade ediyor sanırım. Geçici arkadaşlıklara, kendini inandırmak istermiş gibi -ve doğru olmadığı hissini bastırıp gizleyerek- "çok kankayız, çok aşığız, vs" lafları eden insanlara uyuzum. Pek sevilmeyen karakterlerdir genelde ama bence dünyada "Sen aslında sadece gece çıkıp içip sıçma dans etme eğlenme falan filan insanımsın, sevgilisiz olmamak için seninle birlikteyim, hayatımda olmasan ölmezdim" demeye cesaret edebilecek dürüst insanlara ve aslında doğru olduklarını bildikleri bu lafları duymayı kırılmadan kabullenebileceklere çok ihtiyaç var. Evet bazı şeyleri olabildiğinden fazla büyütüp insanları çok kısa zamanda hak etmedikleri yerlere yerleştiriyor olabilirim kafamda, ama "canım" diye hitap ettiğim ve doğumgünümü kutlamayı bile hatırlamamış insan sayısını gördükten sonra bu sene, bu konuda kendimi değil onları suçlamaya karar verdim. Eğer geçen hafta aramız tamamen normalken bu hafta sizi görünce selam bile vermiyorsam, aradığınızda açmıyorsam ya da Facebook ve türevi yerlerde silmişsem nedeni budur. Farkında olacak mısınız onu bile bilmiyorum, ve "özür dilerim"den çok çok daha fazla çaba göstermeniz gerekli bu durumun düzelmesi için. Ya da göstermeyin, size kalmış.

Saturday, 19 July 2008

Monday, 14 July 2008

this is no ordinary love

I gave you all the love I got. I gave you more than I could give. It could have been invisible to you, but I gave you love. It might have seemed like something else, but it was everything that ran through my veins, I gave you all that I had inside. And you took my love, despite your suspicion you took what I had to offer. You took my love. Didn't I tell you what I believe, did you not know that I needed to be fixed? Were you not prepared for the trouble you always knew I would cause you? Did somebody say that a love like that won't last, did you really believe something so beautiful came without a price? Ironically I ended up paying twice the price you had to pay, but still it wasn't enough for you to believe we were even. Didn't I give you all that I've got to give baby? I keep crying, I keep trying for you. There's nothing like you and I, baby. This is no ordinary love. No ordinary love when you came my way, you brightened every day. With your sweet smile. This is no ordinary love. Keep flying for you. Keep flying, I'm falling.

Ramblings of longing and nostalgia.. It was no ordinary love while it lasted.

Sunday, 13 July 2008

i'm so happy i could scream

Rahatsız edici derecede huzurlu ve mutluyum. Ne hayatımın boşluğu, ne uyuz insanlar, ne de pazar olması hiç sinirimi bozmuyor. Orta son yıllarından hatırladığım bir Mor ve Ötesi şarkısının sözleri geliyor aklıma, "Çünkü ben kayboldum geri dönmem imkansız/ Yine de mutluyum/ Her şeyi, her şeyi bıraktım artık çok mutluyum". Gerçekten de her şeyi bıraktım ve çok mutluyum galiba, bu lafı edeceğimi 2 ay önce düşünsem hadi lan derdim herhalde kendime. Bana okulun bitişi mi, Yeditepe'den ve İstanbul'dan kurtulmam mı, yoksa 2 ay sonra hayatımdaki herkesi geride bırakıp kimseyi tanımadığım bir ülkeye taşınacak olmam gerçeği mi iyi geldi bilmiyorum. Mutsuzluğuma ve depresyonuma yüzlerce post adadıktan sonra mutluluğum da burada belirtilmeyi hak ediyor.