Saturday 7 May 2011

mambo no.5



Dün akşam bölümdeki insanlarla ve bizimle birlikte Gender derslerimizi alan bölüm dışı insanlarla essaylerin bitişini kutlamak için Greenwich'te bir TexMex/Küba restaurantına gittik. Evden otobüsle Greenwich'e gitmem (ayağım dün çok fena olduğu için ve metroda hat değiştirirken yürüyecek halim olmadığından otobüse binmiştim) 1 buçuk saat sürdü. Kıçımı yataktan kaldırıp erken gidebilseydim ve ayağım iyi olsaydı Greenwich'teki parka gidip 0 meridyenini yeniden görecektim, ama üşendim. Hatta Westminster'dan nehir turu yapmış olmak için tekne/bot/gemi/vapur ne denirse artık onunla gitmek istiyordum, ama ona da üşendim. Bu aralar bunu yapacağım bir ara hava güzelken.



Londra'nın taa öbür ucundaki (hatta dışındaki) mekana ulaştığımda erken gelen 2-3 insan mojitolarını içmeye başlamıştı. Ortaya birkaç tane nachos, fajitas, sarmısaklı ekmek, zeytin tabağı ve mojito sürahisi söylendi, zaman geçtikte sürahi sayısı arttı, 15 kişinin daha gelmesiyle mekanın tamamını kaplamış bulunduk. Çok ilginç ve eğlenceli bir akşamdı, sırf derste gördüğünüz ve hiç tanımadığınız insanları okul dışında bir ortamda görüp aslında ne kadar tanımaya değer olduklarını fark etmek çok güzel bir şey (hele ortamda alkol varsa iyice dili açılıyor herkesin).



Bu arada kalbime giden yol kesinlikle Tex Mex'ten geçiyor, ilgilenenlere duyrulur. Her gün yesem sıkılmam, Yunan ve İtalyan'la birlikte favori ilk 3 mutfağımdan biri.



Çok eğleniyor olsam da ayağımın acısı beni rahatsız ettiğinden, ve eve çok uzakta, şehrin bilmediğim bir bölgesinde olmanın verdiği endişeyle erken döndüm. Dönüşte yavaş ve yerüstünden giden metromsu bir şey olan DLR'a binmek gerekiyordu önce. Metroya değişmek için Canary Wharf'ta indim, o gri gökdelenler arasında gri bir akşamüstü havasında yürümek burada tarif edemeyeceğim bir duyguydu. Dediğim gibi, çok nadiren bazı mekanlarda hissettiğim ve ait olma duygusuna benzer bir şey hissettim, ama tarif edemiyorum. Bundan sonraki Londra evim o taraflarda olmalı kesinlikle.



Neyse, Canary Wharf'ta metroya bindim. Green Park istasyonunda gerizekalının teki inerken acil durum kolunu çekip kapılar açılınca koşarak kaçmaya başladı. Normalde gereksiz yere o kolu çekmenin cezası var, eğer kalsaydı ceza yiyecekti (ki muhtemelen metro çıkışında durdurulmuştur). Metro şoförü hoparlörü açıp 'Kalacak kadar erkek değilsin, dimi? Ben de öyle düşünmüştüm' şeklinde bağırmaya başladı. Normalde şoförlerin hoparlörle yolculukla alakası olmayan anonslar yapması yasak, ama herif bildiğiniz nefes almak için bile susmadan bir sonraki durağa kadar aralıksız söylendi. Ben indikten sonra kapılar kapandığında duyduğuma göre hala söyleniyordu. Ve herkes sanki bu çok normalmiş gibi gazetesini/kitabını okumaya ya da telefonuyla/iPad'iyle bilmemnesiyle uğraşmaya devam ediyordu. Bu Londralılar ilginç insanlar gerçekten. Kimse kendinden başkasıyla ilgilenmiyor, çok anormal bir şey olsa bile (birisi metroya külotla binse, kendi kendine bağırıp çağırmaya başlasa ya da bir adam bir kadını tokatlayıp dursa bile) kimse kafasını kaldırıp bakmıyor hakkaten. Çok ilginç.

Ben şu satırları yazarken yaşadığım semtin Arap sakinleri Allahu Ekber çığlıkları eşliğinde bir yürüyüş gerçekleştiriyorlar, karşımdaki polis karakolunda çalışan bütün polisler camlara çıkmış izliyor. Eylemin bin Ladin'in ölümüyle bir ilgisi var mıdır bilmiyorum, ama çevremdeki çoğu insan bunun İngiltere'ye bir you-know-what saldırısı olarak geri dönebileceğine inanıyor (blog'umda çeşitli keyword'leri istemiyorum). Aklıma geldikçe korkuyorum.

No comments: