Sunday 16 January 2011

i'll be a post-feminist in the post-patriarchy

Bu haftasonu Harrods Rewards card sahiplerine ekstra %10 indirim vardı. O yüzden sabahın köründe yataktan fırladığım gibi Knightsbridge'in yolunu tuttum. Ancak gittiğimde gördüm ki:

1- Harrods fena halde bir tourist attraction haline gelmiş. İçeride alışveriş yapmaya değil, sırf mekanı görmeye gelmiş, fotoğraf çekip duran, sırf Harrods poşediyle oradan çıkabilmek için 3-5 pound'luk şeyler alan bir kitle vardı.

2- Kapıda kürk ve deri karşıtı şeyler dağıtan ve içeri girip çıkanları taciz eden bir hayvan hakları aktivisti grup bekliyordu.

3- Harrods indiriminde hiç bir şey kalmamıştı, MbMJ indirim ürünleri 3-4 tane ancak ugly ass purse olarak tanımlayabileceğim iğrenç siyah çantadan oluşmaktaydı. Marc'cığımdan o kadar korkunç çantalar beklemezdim gerçekten, onların satılmamış olması normal tabii.

4- Bu kalabalığa ve çoğu insanın oraya alışveriş yapmak için gelmediğinin farkında olmalarına rağmen tüm çalışanlar inanılmaz ilgili ve güleryüzlüydü.

Eve elim boş gitmek istemediğimden kendimi Harrods'a 2 sokak mesafedeki Harvey Nichols'da buldum. Aşağıdaki çantayla birlikte eve döndüm.


İzlenimlerim:

1- Harvey Nichols girişleri çok kötü. Nerede üniformalı görevlilerin size kapıyı açtığı Harrods, nerede İstanbul'daki dandik bir AVM gibi girişleri olan Harvey Nicks.

2- Çalışanlar çok ilgisiz ve suratsızdı. Orada yarım saat falan çanta baktığım sürede bir tek kişi gelip ilgilenmedi, köşede sohbet edip duruyorlardı. "Salak mısınız, komisyon alacaksınız bana sattığınızdan" oluyor insan. "Pardon, şunu ödemek istiyorum" diye gidip birinin sohbetini bölmek zorunda kaldım çantayı alabilmek için.

3- Yine de felaket ucuz fiyatlara düşmüş çok sayıda ürün vardı, indirim başlayalı 3 haftayı geçmiş olmasına rağmen.

Çok mutlu oldum, çantama bakıp duruyorum.

Dün ayrıca Balenciaga çantamı 2. kez kullandığım gündü. Laptop'um dışında sahip olduğum en pahalı şey olan o çantayı en sevdiğim çantam olmasına rağmen kullanmaya cesaret edemiyorum. Bazen "Satsam en az 750TL getirir bana, neden dolabımda otursun aylardır" diye düşünüyorum, ama arada çıkarıp bakmak bile bana mutluluk veriyor. Yine de daha fazla kullanmak istiyorum, annemin "O kadar para vermişsin, bari o paranın hakkını çıkarana kadar tepe tepe kullan" sözleri geliyor. Biraz geç olacak ama 2011 resolution'ım o çantayı dilediğimce kullanabilmek olsun o zaman.

Her zamanki gibi yine Ritalin'imin etki etmesini bekliyorum. Bugünlerde Ritalin'in bokunu çıkarmış durumdayım. Öyle ki, sürekli olarak kafam yarı güzel ve ellerim titrer haldeyim. Ve nedense eskiden aklıma çok çılgın fikirler getiren, bana saatlerce yazdıran Ritalin artık eskisi kadar etki etmez oldu gibime geliyor.

Postfeminism essay'imle uğraşıyorum bu aralar. Günümüzde PF dışındaki feminist akımlara da hala rastlanabildiğini göstermem gerekiyor. Postfeminism örneği dolu popüler kültürde. 3rd wave'i de riot grrrl, sex positive gruplar ve queer-feminist gruplarla örneklendirdim. Ama 2nd wave örneği pek bulamadım; aklıma sadece Take Back the Night/Reclaim the Night türü mainstream kadın yürüyüşlerini düzenleyen gruplar geliyor. 2nd wave olarak sınıflandırılabilecek, erkeklerin kendilerine "feminist" demesinden hoşlanmayan, "women-only" eventler yürüyüşler vs. düzenleyen, fena halde aktivist olan, consciousness raising'e önem veren, striptiz klüplerine vs. sıcak bakmayan ya da "feminenliği" reddeden feminist gruplar geliyorsa aklınıza lütfen söyleyin.

Ev arkadaşım New York'tan döndüğünden beri fena sevgi pıtırcığı. Günde 3-4 kez odama gelip yatağıma oturuyor, saatlerce bir şeyler anlatıyor. Alışverişe gidince aldığı her şeyi deneyip bana gösteriyor, uzun uzun. Sürekli bana sarılıyor, ve "Akşam dışarı çıkıyoruz, sen de gelsene, uzun zamandır birlikte çıkmadık" modunda. Hatta Şubat başında Berlin-Venedik-Paris turu yapıyorlarmış 1 haftalık, beni de davet etti. Sırf yol parasına 350 pound veresim olmadığından, 18-19 yaşında deli gibi içen/takılan/sürekli kafası güzel gezen 3-4 erkeğin çılgın yaşantısına 1 hafta boyunca ayak uydurabileceğimi sanmadığımdan ve benim dönem ortası tatilimle onlarınki denk gelmediğinden yani 1 hafta okulu ekmem gerekeceğinden hayır dedim, ama içimde kalmıştı.

Ondan hemen sonra babam aradı, "Şubat ortası Roma'ya gidiyorum haftasonu için, gelsene" diye. Gidesim var. Karar vermem lazım bugün. Bir yandan 2 gün için bilmemkaç saat havaalanına git, bekle, 2.5 saat uç, oradan yine bilmemkaç saat şehir merkezine git falan üşeniyorum. Diğer yandan en sevdiğim mutfak olan İtalyan mutfağının tadı en güzel İtalya'da çıkıyor, ve babamla gittiğim yerlerde tek başıma yaptığım gezilerin aksine istediğim gibi para harcayabiliyorum. Babamı da özledim hem.

Keşke, zaman şöyle bir dursa 1-2 gün, biraz kafamı dağıtsam, essay'imi bitirsem, Roma işini halletsem. Of.

No comments: