Friday, 12 November 2010

no, you don't move me anymore

Hayatımda hiç şu anda hissettiğim gibi hissetmemiştim.

Hava 4.30 gibi kararmaya başladığından beri Londra'da hayat çok garipleşti. 12 gibi uyanmak ve uyandıktan 2-3 saat sonra havanın kararmaya başlaması fena depresif bir durum.

Neyse, cesaret viskimi içtikten sonra Gaydar'dan tanıştığım kızla buluşmaya gittim. Buluştuğumuz yer D'nin çalıştığı mekandı, ve normalde hep üst katta çalışan D'nin bugün bizim oturduğumuz alt katta çalışacağı tutmuştu nedense. Yanımdaki insan birden beni öpmeye başladı, ve D direk gözümün içine bakıyordu falan o sırada, o derece garip bir şey. Yanımdaki kıza "Önce arkadaş olsak, birbirimizi biraz tanısak falan" modu hayatta yapmayacağım muhabbetler uydurmak zorunda kaldım D'nin önünde başkasıyla öpüşüyor olmamak için.

Fena.

Sevgili D, senden hala çok etkileniyorum, ama sinirlerimi son sınırına kadar zorladın malesef. Böyle salak şeylerle uğraşacak kadar da etkilenmedim açıkçası (gerçi mega mega etkilensem bile böyle çoluk çocuk muhabbetleriyle yine de uğraşmam diye tahmin ediyorum). Hakkımda ne düşündüğün de artık pek umrumda değil. Keşke umrumda olsa, keşke birine karşı 1 ayda silinip gitmeyen bir şeyler hissedebilsem.

One's not enough
I won't stop 'til I've given you up
Clear-eyed as I am, it's hard having fun
It's much easier said than it's done

Hold me like before
Hold me like you used to
Control me like you used to

No
You don't move me anymore
And I'm glad that you don't
Cause I can't have you anymore
But I thought you should know
You don't move me anymore
And I'm glad that you don't
Because I can't take it anymore
Oh

It feels like being tranquilized
I know the separation kills us so
But I won't stop falling like raindrops
Because I like it when you lose control

No comments: