Tuesday 9 December 2008

awake, and unafraid.

Now I know
That I can't make you stay
But where's your heart?
But where's your heart?
But where's your...


Seninle bütün bir günü geçireceğimi, seninle uykuya dalıp seninle uyanacağımı bilmenin huzursuz mutluluğu içindeyim, huzursuz çünkü korkuyorum birşey olacak ve elimden kaçıp tekrar gideceksin diye. Bornova'da Candy açılmış, oraya gidiyoruz. "Bornova'yı sevmem ben" diyorum, "ne zaman oraya gitsem kötü birşeyler oluyor". Öyledir gerçekten de, İzmir'in en sevmediğim semtidir Bornova, nedensiz, hep başıma garip şeyler gelir ne zaman oraya gitsem, tek bir mutlu günüm geçmemiştir içinde Bornova olan. Giriyoruz içeri, Bigudi gibi, karanlık, Bigudi gibi, kadınlar sadece. Bara oturuyoruz, sen barmaid kızı tanıyorsun biraz, beni tanıştırıyorsun "sevgilim" diye, konuşuyoruz. Birden sana tarot falı bakmak istiyor kız, çıkarıyor kartları, açıyor masanın üstüne. "Seni çok üzecek" diyor beni kastederek, "çok kalbini kıracak senin, yanlış yapıyorsun, o değişmedi, aldatacak seni başkalarıyla". Bana bakıyorsun, "doğru mu" diye sorar gibi, üzgün gözlerle.

Ever get the feeling that you're never
All alone and I remember now
At the top of my lungs in my arms she dies
She dies

At the end of the world
Or the last thing I see
You are
Never coming home
Never coming home
Could I? Should I?
And all the things that you never ever told me
And all the smiles that are ever gonna haunt me..


Biliyorum doğru olduğunu, ama olmasın istiyorum, düşüncelerimi sıkmaya çalışıyorum kafamın içinde tarot bakan kız anlamasın, görmesin onları diye, sadık ve seni mutlu edecek, sana layık biri olabilmek istiyorum, ama biliyorum olmadığımı. O da biliyor, görebiliyor kafamın içini. Sadece sen bilmiyorsun. "Sana ne ki, sen kimsin, ne beni tanıyorsun sen, ne de onu, hem gay bar masası üzerinde tarot falı mı bakılır" diyorum kıza, kalkıp gidiyorum.

I'm trying, I'm trying
To let you know just how much you mean to me
And after all the things we put each other through and
I would drive on to the end with you..


Koşuyorum Alsancak'a kadar, Atatürk Lisesi'ne geliyorum. "Okulum" diyorum, huzur doluyor içime birden. Eskiden gizlice sigara içtiğimiz arka bahçeye gidiyorum, birden 13'ümden beri hissetmiş olduğum tüm korkular ordu gibi toplanmış üstüme doluşuyorlar. Soğuk bir his, rüzgar kaplıyor içimi. Bardaki kızın gülüşünü duyuyorum, hissediyorum, anlıyorum o anda. Başıma gelen herşeyin, tüm sorunların, tüm soğuk hislerin nedeni o kız aslında, o yollamış bana o kötü enerjiyi. Biliyorum, yapabileceğim birşey yok eğer ben ondan daha güçlü olmazsam, daha güçlü olup beynimi kapatmalıyım, korumalıyım kendimi. Kaçıyorum okulun bahçesinden, Lozan'a doğru yürüyorum. "Altay'ı mı arasam, biriyle konuşmaya ihtiyacım var" diye geçiyor aklımdan. "Saçmalama" diyorum kendi kendime sonra, "Altay diye birisi yok artık hayatında, unuttun mu, kaç ay geçti, bırak ne bok yerse yesin o". "Haklısın" diye cevap veriyorum iç sesime, evine doğru yürüyorum, seni bekliyorum, bir süre sonra sokağın başında görüyorum seni. Soruyorum sana, "Ayrıldık mı?" diye, nefesimi tutarak cevabını bekliyorum. "Hayır" diyor ve elimi tutuyorsun, gözlerin sevgi dolu ve ağlamak üzere gibisin. Rahatlıyorum, biliyorum ne kadar sana iyi gelmesem de seveceksin beni. Güneş batıyor Alsancak'ta, biz el ele yürüyoruz.

As lead rains will pass on through our phantoms
Forever, forever
Like scarecrows that fuel this flame we're burning
Forever, and ever
Know how much I want to show you you're the only one
Like a bed of roses there's a dozen reasons in this gun

And as we're falling down, and in this pool of blood
And as we're touching hands, and as we're falling down
And in this pool of blood, and as we're falling down
I'll see your eyes, and in this pool of blood
I'll meet your eyes, I mean this forever

No comments: