Sunday 21 October 2007

uyku-uyanıklık arası düşünceler 2

Elimi tuttun ve yürümeye başladık. Kilise Sokağı'na girdik, Kordon'a doğru yürümeye başladık. Güneş batıyordu. Kırmızı gökyüzü. İzmir'de ağustos sonu, saat 8'e doğru batardı güneş. Gökyüzü garip bir kırmızı olurdu Kordon'da. 13 yaşındaydım, 16 yaşındaydın sen. Kilise Sokağı'ndan geçişimiz sonsuza kadar sürmüştü sanki, saatlerce geçmiştik o sokaktan. 21 Şubat gibi. Deli gibi yağmur yağıyordu o gün. Aynı sokaktan geçiyorduk, göbeğim acıyordu. Sadece seni görebilmek için göbeğimi deldirmiştim az önce. Sadece yanında olmak için. Kordon'a çıktık. İzmir'de bizden başka hiç kimse yoktu o gün. Kırmızıydı gökyüzü. Hava çilekli sıcak çikolata kokuyordu. Elini tuttum ve yürüdüm. Kordon'da güneş batana kadar yürüdükten sonra bir eve girdik. Ve sonra bir odaya. "Uyu" dedin bana. Yattım. Uyuyacaktım, ne dersen tamamdı benim için. "Sarıl bana" dedim, "sen gidersen uyuyamam". Sarıldın bana, dakikalarca durduk öyle. Sarıldın bana, karamel rengi saçların yüzüme değiyordu. Uyku ve uyanıklık arasındaki o andaydım. Hayal meyal konuştuğunu duydum.
"Düğmesine basılanların yaşaması gerek." 5 yıl geçti. Hala düşünüyorum ne demek istediğini.
Uyumak üzereydim. Kapıya doğru yürüyordun sen. Ceketini giydin, kapıyı açtın. Gitmeden önce bana baktın. "Sevme beni" dedin, "istesen de kabul edemem". Duymadığımı sanıyordun ama ben duymuştum. Yine içimde o mide bulantısını hissettim. Sen kabul etmesen de seni zorla sevmeye karar vermem hayatımın sonraki 5 yılına sıçan şey olacaktı o gün bilmesem de. Senin gibi birini nasıl sevmeyebilirdim ki?

No comments: