Monday, 21 February 2011

go fish



Az önce yıllardır izlemek istediğim filmlerden biri olan Go Fish'i izledim. Baya ilginçti, tavsiye ederim The L Word hayranlarına.

Filmdeki yeterince out olamamakla ilgili sahne ve erkeklerle birlikte olan kadının sorgulanması sahnesi güzeldi. Youtube'da aradım, bulamadım, üzüldüm.

Don't fear too many things, it's dangerous. Don't say so much, you'll ruin everything. Don't worry yourself into a corner and just don't think about it so much. The girl you're going to meet doesn't look like anyone you know and when you meet her, your toes might tingle or you might suppress a yawn. It's hard to say. Don't box yourself in. Don't leave yourself wide open. Don't think about it every second but just don't let yourself forget. The girl is out there.

PS. 90'ların modası ne kadar korkunçmuş ya öyle. Cidden.

Sunday, 20 February 2011

sext your x

Geçen gün otobüste aklıma geldi bu: Neden Türkiye'de trans erkeklerin hepsi görünmez durumda?

Son zamanlarda çevremde *baya* fazla trans erkek var (trans erkeği trans olarak kısaltacağım bu yazı boyunca). Londra'daki çevremde tabii. Türkiye'de tek bir tane trans tanıdığım yok. Bana göre trans olan bir sürü insan var, ama kendilerini öyle tanımladıklarını sanmıyorum. İşin özü de identification (kendini x olarak tanımlamak) olduğundan, trans tanıdığım yok diyorum.

Sanırım Türkiye'deki bu trans görünmezliğinin nedeni insanların kendilerini trans erkek yerine butch ya da erkek olarak tanımlamasından kaynaklanıyor.

İzmir'de otururken "Adı Cansu ama Can adını kullanıp göğüslerini bağlıyor (binding)" diye bahsi geçen Can trans mı mesela? Bana sürekli "Siz kadınlar" ifadesini kullanarak sinirlerimi tepeme çıkaran "kadın" trans mıydı? Fazlasıyla butch görünümlü insanların kaç tanesi trans?

Bir de passing (trans argosunda trans olduğunun diğer insanlar tarafından anlaşılamaması) işini mükemmelleştirmiş, dolayısıyla trans görünmediği için görünmez olanlar var. Bu bahsettiklerim arasında kadın ve erkek zıtlıklarından oluşan ikili cinsiyet sistemine sonuna kadar bağlı, kadın kimliğini kısıtlayıcı bulup yine bir o kadar kısıtlayıcı olduğu halde erkek kimliğine adım atmış olanlar ve dolayısıyla trans olarak anılmaktan hiç hazzetmeyenler var.

Bugün hayatımda ilk kez Türk bir sitede birisinin trans erkek kimliğini sahiplendiğini gördüm. Şaşırdım. Nedense insanlar bunu yapmıyorlar çünkü Türkiye'de.

Londra'da durum tam tersi. Şu anda çevremde androjen görünümlü ya da butch olan, ve birileri onlardan "he" diye bahsedene kadar trans olduklarının farkına varmamış olduğum bir sürü insan var. Öyle ki, LGBT bir ortama girdiğimde artık insanlardan he/she olarak bahsetmemeye dikkat ediyorum, çünkü pot kırmak sandığınızdan çok daha kolay; butch gözüyle baktığım insanların çoğu trans erkek çıkıyor diyebilirim.

Türkiye'de durum neden böyle değil? Toplumun genelinin transfobik olmasından bunun gizlenmesini anlarım, ama gay ortamlarda kendilerini açıklardı en azından diye düşünüyorum insanlar. Türkçe'de he/she olayı olmadığından açık olsalardı da nasıl anlardık belirsiz, ama o "Cansu/Can" olayı olurdu en azından.

Türkiye'nin trans erkekleri nerede?

Saturday, 19 February 2011

the deliverer



İngiltere'de her yıl Şubat ayı LGBT History Month olarak kutlanıyor, o yüzden Şubat boyunca neredeyse her gün bir LGBT etkinlik var. Bugün British Museum'da LGBT Film Günü'ydü.

"Cumartesi sabahı beni 8.30'da kaldırabilecek tek şey Xena" kesinlikle. Gün Xena ile başladı, ardından uzun zamandır ilgimi çeken Amerikan yerlilerinde çift cinsiyet/çift ruh kavramını anlatan Two Spirit People adlı bir kısa film gösterildi. Sonrasında Kral 2. Henry'nin "Will no one rid me of this meddlesome priest" lafıyla güme giden Thomas Becket'in Archbishop of Canterbury oluşunu ve sonrasında gelişenleri anlatan film Becket vardı. 2 yıl Canterbury'de katedralin dibinde yaşamış ve Becket'in katedraldeki mezarını görüp "Hayalet dedikoduları dedikodudur muhtemelen ama burada bir enerji var" diye düşünmüş bir insan olarak bir çok sahnesi Canterbury Katedrali'nde geçen bu filmi izlemek içimde garip hisler uyandırdı. Ayrıca filmde Kral 2. Henry ve Becket'in sevgili olduğu ima ediliyordu. Ya da Henry'nin sürekli Becket'i sevdiğini söylemesine ve annesinin "Becket'e karşı olan hislerin 'unnatural'" demesine bakılırsa iddia ediliyordu. Doğru mudur bilemiyorum, ama o subtext (bariz bir şekilde sevgili olmamaları ama bunun ima edilmesi) bana biraz zorlama geldi, film LGBT Günü çerçevesi içinde gösteriliyor olmasa Henry-Becket ilişkisine ben bromance gözüyle bakardım, sevgililik gözüyle değil.

Diğer yandan Xena kült lezbiyen dizi olarak tanımlandığında "Xena'nın lezbiyenlikle ne alakası var?" diyenler vardı. Sanıyorum kendileri benim izlediğim Xena'dan farklı bir Xena izlemişler. İkilinin bariz öpüştüğü ve birlikte çıplak banyo yaptıkları sahneler dışında sevgili oldukları bir çok bölümde ima ediliyordu (en basitinden, aklıma gelen ilk örnek: A Day in the Life adlı bölümde Minya'nın Gabrielle'e erkek arkadaşı Howard'ı işaret ederek "He's mine," dedikten sonra Xena'yı işaret ederek "She's yours" demesi).




Dizi bittikten sonra Lucy Lawless'ın bir röportajda "Gabrielle Xena'nın sevgilisi miydi" sorusuna verdiği cevap yeterince açıklayıcı zaten:

"There was always a 'Well, she might be or she might not be,' but when there was that drip of water passing between their lips in the very final scene, that cemented it for me. Now it wasn't just that Xena was bisexual and kinda liked her gal pal and they kind of fooled around sometimes, it was, 'Nope, they're married, man.'"




7 yaşındayken falan her Pazar gecesi obsesif bir şekilde başlamasını bekleyip annemler salondaki asıl televizyonda başka şey izliyor diye küçük, eski mutfak televizyonunda izlediğim Xena'yı yıllar sonra kocaman bir sinema ekranında, 100 kadar gay insanla birlikte izlemek nasıl bir deneyimdi anlatamam. Bölüm başladığı anda tüylerim diken diken oldu, hayatımın en heyecanlı anlarındandı.

Thursday, 17 February 2011

then hurt me

Bu aralar biriyle görüşüyor olduğumdan bahsetmiştim. Salı gecesi dışarıdaydık, ikimiz de fazlasıyla alkollüyken aramızda "Sanırım isteklerimiz aynı değil" türü bir tartışma yaşandı. Problem şu ki, şu anda kesinlikle vanilla bir ilişki (ilişki lafını genel olarak kullanıyorum) istemiyorum. O da çok vanilla olduğunu düşünmesem bile benden 11 yaş büyük olmasına rağmen şu ana kadar kink ile pek deneyimi olmamış bir insan. 1 yıl öncesine kadar kendimi bir sub olarak görüyordum. Yeni yeni keşfediyor olduğum switch kimliğimin dom yüzünü ilk kez doğru düzgün yaşamamın deneyimsiz, ve benden yaşça o kadar büyük biriyle olmasını istediğimden emin değilim. Altından kalkamayacakmışım gibi geliyor bazen. Diğer yandan, birilerine zarar veresim de çok var bugünlerde. Kesinlikle içimde en ufak bir sadizm yok, insanlara acı çektirmek bana direk olarak bir zevk vermiyor. Asıl zevk aldığım nokta bana kendilerine zarar verme iznini veriyor olmaları. Kink olayına mutlaka bir yerlerden girin bence, tavsiye edilir.

Salı günü fena halde ikisinden de hoşlanıyorum dediğim Yeni Zelandalı çift, ve yine fena halde hoşlanıyor olduğum J oradaydı. J ile yazdığım forumlardan birinin kinky buluşmalarından birinde tanıştık (organize eden de bu Yeni Zelandalı çiftti, ilginç bir şekilde). O gün çok konuşamadık, masanın diğer ucunda oturuyordu. 1-2 hafta önce kinky ıvır zıvırlar satılan London Alternative Market vardı, ona birlikte gittik, ve çok, çok eğlendim. Fetlife profilinde sub yazdığını gördükten sonra da hoşlanma seviyem 2 katına çıktı denebilir. Cumartesi British Museum'da LGBT Film Günü var, Xena gösterilecek, J de orada olacak. Bu aralar çevremde bir sürü kinky ve mega etkileyici kadın var. I fucking love my life.

Culture Industry ve Post-feminism essaylerime hala not verilmedi :(

Tez konumu değiştirdim, kadınların raunch culture tabir edilen aşırı seksüelleşmiş popüler kültüre katkıda bulunmasının nedenlerini araştıracağım. Neden striptiz klüplerine gidiyorlar, neden lap dance dersleri alıyorlar, bu burlesque modasının nedeni nedir, neden Playboy logolu şeyler giyiyorlar, neden Girls Gone Wild türü şeyler için göğüslerini gösteriyorlar, neden Brazilian wax yaptırıyorlar, estetik yaptırıyorlar falan filan özetle. Bu dediklerimi yapan 20 kadar kadın bulup bu soruları sormam gerekiyor. "Çünkü bunlar beni özgürleştiriyor/güçlendiriyor" türü post-feminist cevaplar duymayı bekliyorum. Beni takip ediyorsanız zaten bu argüman hakkındaki düşüncelerimi biliyorsunuz.

PS. Birisi Katherine Moennig cinsel tercihi diye aratarak bloguma ulaşmış. KM'in straight bir hali var mı ya gerçekten? She's, like, so gay. Hatta Laura Freedman ile birlikte bildiğim kadarıyla.

one of those moments

Basında bir şey görünce mutluluktan ağlayasımın geldiği pek olmaz. Şu ana kadar sadece bir kaç yıl önceki İzmir'deki o büyük Cumhuriyet Mitingi'ni İstanbul'daki evimde televizyonda izlerken, Pride yürüyüşü türü şeylerin görüntülerine denk gelince ve Prop 8'in kalkmasından sonra insanların sevincini izlerken mutluluktan gözlerim dolmuştu. Şimdi gördüğüm bu haber de neredeyse ağlattı beni.


Amerika'da 7 yaşında bir çocuk ailesinin kendisine istediği bir derneğe bağışlaması için verdiği parayı bir LGBT hakları derneğine bağışlamış, "Bu parayı size yolluyorum çünkü eşcinsellere eşit davranılmamasının adil olmadığını düşünüyorum" diyen bir mektupla birlikte.

Ne kadar güzel.

don't be such an asshole

Bugünlerde tecavüzle ilgili çok yoruma denk geliyorum.

İlk olarak Wikileaks insanı Julian Assange'in tecavüzle suçlandığı davanın savcısı emekli bir hakim tarafından "Erkeklerden nefret eden bir feminist" olarak tanımlanıp davada taraf tutacağı, Assange'in haksızlığa uğrayacağı idda edildi. Tüm bu tecavüz suçlamalarına rağmen Assange'e hala bir idol gözüyle bakılıyor. Roman Polanski olayından sonra bir kez daha anladık ki erkek güçlü bir isim olunca birine tecavüz etse bile kimse bundan bahsetmiyor, bahsedenlere "erkeklerden nefret ediyor" damgası yapıştırılıyor.

Daha sonra kaale bile alınmayası bir nobody'den "Dekolte giyene tecavüz ederler" lafı geldi. Gördük ki erkeğin insan olamamışlığının suçlusu kadın.

Daha sonra Justin Bieber adlı çocuk (literally, çocuk) Rolling Stone'a verdiği bir röportajda "Ben kürtaja inanmıyorum, kürtaj bebek öldürmektir, tecavüz sonucu bile yapılmasına karşıyım, hayatta her şeyin bir nedeni var" buyurdu.

Tecavüzün ne gibi bir nedeni olabilir?

Facebook'ta bir arkadaşımın durumunda görerek hatırlamış olduğum bu Jessica Valenti quote'u bunu gayet iyi açıklıyor:

"Women don’t get raped because they were drinking or took drugs. Women do not get raped because they weren’t careful enough. Women get raped because someone raped them."

Ben sonuna kadar kürtaj yanlısıyım. Öncelikle "Bebek öldürmek" gibi laflarla olayı dramatize etmeye çalışanlara laflar hazırlıyorum, o derece. Kürtajla alınan şey bebek falan değil.

İkinci olarak, kadının vücudu kendine aittir. Herhangi bir nedenden dolayı kürtaj yaptırmak istiyorsa bu karar tamamen ona aittir, başka kimseyi ilgilendirmez. Babanın doğacak bebekle ilgili tüm sorumluluğu üstleneceğini iddia edip annenin kürtaj yaptırmasını engellemeye çalışmak için dava açmasını bile haklı bulmuyorum: Kadın birileri baba olmak istiyor diye 9 ay içinde bir "bebek" taşımak, o kadar acıya ve sonrasında belki de doğum sonrası stres sendromuna katlanıp o bebeği doğurmak zorunda değil. Kadın bir bebek doğurma makinesi değil.

Evet, sonuna kadar kürtaj destekleyicisiyim. Kürtaj karşıtı insanlar, özellikle kadınlarsa, fena halde tepemi attırıyorlar.

Hele ki bir kadının tecavüz sonucu ortaya çıkan bir hamileliği devam ettirmek zorunda olduğunu iddia etme hakkını kendinde bulanların beyinlerinin varlığını sorguluyorum. Merak ediyorum kendileri tecavüze uğrasalar, o anın hatırlatıcısı olan bir çocuğun hayatları boyunca her gün gözlerinin önünde olmasını isterler mi?

İnsanı sinirlendirmeyin.


Wednesday, 16 February 2011

d.e.b.s.

D.E.B.S. izledim geçenlerde ilk kez. Gayet saçma ama oldukça eğlenceli bir film. Boş vaktiniz bolsa izleyin. Jordana Brewster mükemmel ayrıca. Gamzeli brunette'lere bayılıyorum.



Soundtrack de süper. Bu şarkıya çok takıldım özellikle:

Monday, 14 February 2011

rosemary, heaven restores you in life



Cumartesi Ezgi'yle Brighton'daydık. Sabaha bir tapas mekanında atıştırıp şarap içerek başladık. Sonra bütün gün 203820 tane vintage mağazası gezdikten sonra deniz kıyısında bir yere oturup deli gibi yemek yedik, biraz daha şarap içtik. Denize bayıldık, bir sürü fotoğraf çektik, huzurlandık, mutlu olduk, bir adet girl bar olan The Marlborough'ya gittik. Fena sarhoş olduk, tam o anda mekana giren alakasız 2 tane ayyaş herif 2 kızın masasına oturdu. Öyle bir mekanda 2 yalnız erkeğin oluşunu garipsedik, ama bir sorun olduğunu anlamadık. 5 dakika sonra heriflerden birinin kızlardan birinin kafasına şişe fırlatmasıyla (ve ıskalamasıyla) baya bir kavga çıktı, diğer kızın herife yumruk atmasından sonra fena halde butch mekan çalışanları adamları kovdular, tam o sırada polis geldi, biz Londra'ya dönerken hala adamların ifadeleri alınıyordu. Fena.





Uzun zamandır geçirdiğim en güzel gündü. Deniz kıyısında yabancı bir şehirde sevilen bir arkadaşla en ufak bir plan ve zorunluluk olmadan kafaya göre gezip dolaşmak, bir sürü değişik şey yiyip içmek gibisi yok.

Hayatımda ilk kez bu kadar sıradan gün modunda bir Sevgililer Günü geçirdim. Gerçekten, daha önce sevgilim olmayan yıllarda bile en azından bir "love is in the air" moduna geçiyordum. Bugün gayet sıradan bir güne uyandım, sıradan bir şekilde okula gittim, bu dönem ilk kez bir derse geç kaldım, okul çıkışı alışverişe gittim, kendime bir etek aldım, evin yanındaki kebab shop'tan kendime bir burger aldım. Günün sıradan olmayan ilk olayı yemeğin parasını öderken başıma geldi, yanımdaki 20 poundluk paranın geçersiz olduğunu öğrendim. Adamlar beni bildiklerinden ve Türk olduklarından "Olsun, sonra verirsin, boşver" falan yaptılar ama kötü hissettim yine de. Eve gelince nete girip kontrol ettim, bendeki bu 20'lik tedavülden kalkalı tam 10 yıl olmuş. Ve bana bu parayı Türkiye'deki bir banka verdi. Pes yani, hakkaten pes. Şimdi bu gerizekalı parayı değiştirmek için bir sürü uğraşmam gerekecek, çok eski olduğu için normal bankalar değiştirmiyor.

Buna sinirim bozulmuş bir şekilde otururken ev arkadaşım geldi, "Dışarı çıkıyorum gelsene, bugün Sevgililer Günü, evde oturulmaz" şeklinde. "Ama Valentine'ım yok ki" dedim, "Ben senin Valentine'ın olurum" dedi, çok şirindi, ama yarın akşam çıkacağımdan bu akşam çıkmak istemedim. 2 gece üst üste çıkamıyorum.

Bu Sevgililer Günü'nü neden bu kadar sıradan geçirmekte ısrarlıydım bu sene, bilmiyorum. Bugün çıkmak istesem çıkabileceğim 2-3 insan vardı, ama hepsini reddettim. İçimdeki hopeless romantic aşık olmadığı biriyle Sevgililer Günü geçirmek istemedi galiba. Şu ana kadar aşık olmadığım halde bir sürü insanla "sevgili" oldum, Sevgililer Günü'nde çiçek-yemek ikilisini yaşadım, onlara "Ben de" dedim "Seni seviyorum" dediklerinde. Bir daha öyle olsun istemiyorum, o yüzden sevgilimsilerimle yarın görüşeceğim.

Günümün tek atraksiyonu üyesi olduğum bir forumdaki Secret Valentine başlığıydı. Her sene belirlenen birine "Bilmemkime aşığım, bilmemkimden hoşlanıyorum" vs türü mesajlarınızı yolluyorsunuz, anonim olarak yayınlıyor o da bunları. Ben kimseye göndermemiştim, ama bana 2 tane mesaj gelmiş. Üstelik birisi de "Çok güzelsin, gülümsediğinde daha da güzelsin" türü bir şeydi. Mutlu oldum okuyunca, bugünü çok sıradan geçirdiğime biraz üzülüyordum.

Şimdi günlerce merak edeceğim bu mesajların kimden olduğunu.

Friday, 11 February 2011

you are just too old to feel an earthquake, too cool to even care

Üyesi olduğum forumlardan birinde Secret Valentine diye bir başlık var. Her yıl birisi seçiliyor, insanlar o kişiye hoşlandıkları insana söylemek istedikleri şeyleri mesaj atıyorlar, mesajlar sevgililer gününde anonim olarak yayınlanıyor.

Ben son birkaç aydır birinden hoşlanıyorum. Annem yaşında olması umrumda değil. O Yeni Zelanda aksanınına bayılıyorum özellikle. Çok, çok, çok etkileniyorum.

Bu bahsettiğim insanın en az kendisi kadar hoşlanılası 12 yıllık bir sevgilisi var. Ondan da etkileniyorum, ama o kadar abartı seviyede değil.

Facebook'taki durumları in an open relationship olmasa bu konu bu kadar kafama takılmazdı.

Bu şarkı kiwi platoniğime gelsin:

Conforming on a monday
Too often and too cold
But you aren't even listening
Because you are just

Too old to feel an earthquake
Too cool to even care
But you aren't even listening
So why should I?

You are
A natural disaster
And I've wanted you too much
And now I'm gonna lose
I've wanted you too much
And now I've gotta choose

You're the cause of all this
And I'm sick of trying to please you
And you're gonna feel my emotions coming
Because you're the world


Diğer yandan son 2-3 haftadır biriyle çıkıyorum. Birlikteyken çok eğleniyorum, ama haftada 1-2 günden fazla görmek isteyeceğim biri değil. Görüştüğümüz günler dışında hayatıma dahil olmasını istemediğimi biliyor. Bu kiwi'den hoşlandığımı da (ki arkadaşı oluyor bu hoşlandığım insan, bizi o tanıştırdı). Bunu söyleyebilme özgürlüğüne sahip olmak süper şey. Polyamory rules.

Tuesday, 8 February 2011

queer nedir?

Bugünlerde queer kavramı hakkında çok düşünüyorum. Değişik zamanlarda değişik insan grupları için taşıdığı farklı anlamlar hakkında.

Benim için queer cinsel ya da cinsiyet kimliği heteronormatifin dışında olan, ya da kadın-erkek, gay-straight gibi ikili-karşıtların (binary işte, siz anladınız) dışına çıkanları kapsıyor. Aynı zamanda benim için queer politik anlamlar da taşıyan bir kavram. Queer Theory'nin büyük kısmını oluşturduğu bir bölüm olan Gender Studies okuyan, vaktinin çoğunu (hatta hepsini) kendini queer olarak tanımlayan insanlarla kendini queer olarak tanımlayan mekanlarda geçiren bir insan olarak gayet rahat bir şekilde söyleyebilirim ki çevremdeki herkes queer'i bu şekilde tanımlıyor; akademisyen, Gender Studies öğrencisi, kendini queer olarak tanımlayan insan, kim olurlarsa olsun şu ana kadar bu tanımı reddeden birini görmedim. Sadece queer'in politik olması konusuna katılmayan bir kaç insan tanıyorum, bundan da birazdan bahsedeceğim.

Dün yazdığım FAGtr post'u sayesinde oluşumun kurucusuyla konuşmuş bulundum. Kendisi bana aynı anda kendimi kadın ve queer olarak tanımlamamın çelişkili olduğu türünde bir laf etti. Değil.

İnsanların queer'in ne olduğuna dair yanlış inançları var gördüğüm kadarıyla. Queer olmak için genderqueer olmak gerekmiyor, ikisi farklı şeyler. Dolayısıyla şu an kendimi "kadın" olarak tanımlıyor olmamın aynı zamanda queer olarak tanımlamamı engellemesi gibi bir durum yok. Onu geçtim, "kadın" da dahil olmak üzere tüm cinsiyet kimliklerine sürekli bir performativite örneği olarak baktığımdan "kadın" olmayı fiks bir kimlik olarak görmüyorum. Ama dediğim gibi, öyle olarak görsem bile bu queer kimliği taşımamı çelişkili yapmıyor.

Daha somut konuşacak olursam, benim için aşağıdaki insanlar queer'dir (kendilerini öyle görüyorlarsa tabii ki):

- Cinsel ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun tek eşli olmayan insanlar (aldatanları falan kastetmiyorum tabii ki, poly olmaktan bahsediyorum),

- Cinsel ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun BDSM'le uğraşan insanlar (uğraşmaktan başka Türkçe fiil bulamadım, kusura bakmayın),

- Aseksüeller,

- Cinsiyet kimliği zaman zaman ya da her zaman kadın ya da erkek'ten farklı bir şey (ya da şeyler) olanlar,

- Cinsiyet kimliği kadın ve erkek arasında gidip gelen ya da ikisi birden olanlar,

- Cinsel kimliği heteroseksüelin dışında olanlar,

- Cinsel kimliği heteroseksüel olmasına rağmen cinselliği heteronormatif olmayan bir şekilde yaşayanlar (i.e. "Erkek kadının içine girer"den farklı, mesela tam tersi şekilde seks yapanlar; şu anda aklıma başka örnek gelmedi ama siz anladınız).

Benim için bu üsttekilerden biri olan, kendine queer diyen ve queer politikaya ucundan da olsa değen bir insan queer'dir.

Politika kısmının altını çizmek istiyorum.

Son zamanlarda çevremde biseksüel ya da panseksüel olan ve kendini queer olarak tanımlayan bir sürü kadın var. Bir yerde bir kadınla birlikte görülünce kendilerine lezbiyen denmesine fena sinirlenip "Ben biseksüelim/panseksüelim" falan diye düzeltiyorlar. İlgileri %80 kadınlara yönelik olmasına rağmen lezbiyen ortamlara dahil olmak istemiyorlar. LGBT (evet, TT değil, tek T) hareketle en ufak bir alakaları yok, LGBT kültüründen ve tarihinden de tamamen uzaklar. Bu benim için çok apolitik bir davranış biçimi. Queer apolitik değildir, queer'in kesinlikle siyasi bir yönü vardır her zaman bana göre. O yüzden bu bahsettiğim insanların kendine queer diyor olması bana biseksüellik/panseksüellikle eşleştirilen önyargı/stigmalara maruz kalmama çabasından kaynaklanıyor gibi geliyor. Queer etiketi bile moda oldu yani anlayacağınız.

Yine de tabii ki kim kendini nasıl etiketlemek istiyorsa etiketler. Kimse de queer olmak için benim yukarıdaki kriterlerime dahil olmak zorunda değil. O yazdıklarım sadece benim fikrim.

O yüzden özellikle bir LGBT grubun başında olan birinin başkalarının kimliklerini çelişkili olarak etiketleme hakkını kendinde görmesi bana şaşırtıcı geldi.

Doğru düzgün imlanın, fag gibi seksist bir kelime yerine queer gibi nötr bir kelime kullanılmasının, ve transgender'ın transseksüel ve travestiyi de kapsayan şemsiye bir terim olmasının hastasıyım, bu arada.

Bu kadar queer muhabbetinden sonra Stella'mı içip queer performans mekanı olan Wotever'a doğru yola çıkıyorum, fellow queer'lerimle birlikte olmak için. Ve inanır mısınız, aralarında kendini kadın olarak görenler bile var. Adios.