Tuesday, 25 August 2009

eradicate this schism

Yazarınız yağmurlu ve serin bir İngiltere gününden bildiriyor. Az sonra Londra'ya gidip kendimden geçene kadar cider içmeyi planlıyorum. Wotever'ı çok özledim ayrıca.

No one can take it away from me
And no one can tear it apart
Because a heart that hurts is a heart that works
A heart that hurts is a heart that works!!


Bugün sanırım 1 saat boyunca falan Placebo-Battle for the Sun albüm kitapçığına bakınmış olabilirim, DVD'sini izlemedim henüz ama kitapçık mükemmel. Placebo gibi aynen.

Yukarıdaki sözler kendimi hatırlatıyor bana. Ne olursa olsun kimsenin elimden alamayacağı şeyler Placebo ve %97 olasılıkla sonunda üzüleceğimi bilerek inatla insanlara büyük anlamlar yükleme özelliğim. Benim kadar bunu abartmış başka biriyle karşılaşmadım hiç bugüne kadar, karşılaşalım mümkünse, birbirimize mallık yapmayız en azından hiç. Kalp kırıklığı riski almadan hayat felaket derecede bayık oluyor çünkü, benim dayanamayacağım kadar boş. Dün fark ettim bunu yine yapıyorum, yine birine özellikle değer vermeye çalışıyorum hayatımda değerli biri olsun diye, "Yapma bu sefer" dedim kendime, sonra "Boşver, yap gitsin" diye cevap verdim. Normal seviyedeki hislerle herşey çok sıkıcı, dümdüz bir çizgi gibi hayat, biraz aşırılık olmalı, nefret/aşk/sinir/kıskançlık ne olursa olsun, insanın içinde bir yerlere dokunan bir şeyler olmalı.

Dün yeni evimde 7.5 saat internet, elektrik, laptop, hiçbirşey olmadan hayatımın en bayık gününü yaşadım. Evdeki tek eşya olan sandalyede oturarak uyusam sıkıntım geçer diye düşündüm, olmadı, gün bitip evden çıktığımda yarı deli bir insandım. Bunu düzenli 1 hafta yapsam dönüşü olmayan psikolojik problemlerim olur diye düşünüyorum.

Promise me that we will make it through
Promise me that we will make it through
If we don't, I don't know what I'd do
So promise me that we will make it through


We. will. make. it. through.

Sunday, 23 August 2009

english summer rain, seems to last for ages

Forumun birinde mutlu şarkılarla ilgili konunun altına Bloc Party-This Modern Love, Imogen Heap-Goodnight and Go, Kate Nash-Foundations falan yazmış kızın biri. Sizi bilmiyorum ama ilk tepkim "What are you, mental??" oldu. Gayet melodisi-şirin-ama-sözleri-çok-fena kategorisindeki depresyon şarkılarım benim bunlar. Biri de Bright Eyes yazmış altına. Bildiğimiz, Arienette'e aşk mektupları yazan, ağlayarak gitme diyen Conor Oberst'li Bright Eyes. Sanırım bende bir gariplik var.

Bugün akşam sonunda İngiltere'ye dönüyorum. Okulun açılmasına 5 hafta var, 1 haftasonum dışında her haftasonum dolu, ama haftaiçlerim bomboş tamamen. Yapacak birşeyler bulmam lazım, kafamda bir fikir var, nasıl olur bilmiyorum henüz. Yarın sabah 6'da kalkıp 7'de yeni evimde olup akşama kadar Tesco'dan gelecek eşyaları beklemem lazım. İnternetin henüz bağlanmamış olacağını varsayarak bir sandalye bile olmayan bomboş bir evde bütün gün tek başına insan ne yapar bilemiyorum. İnsanlar elektrik öncesi dönemde ne yapıyorlarmış acaba?

Essaylerim bitti, son zamanlarda İzmir'deki çoğu insan içimde negatif duygular uyandırmaya başlamıştı, bana-uzak-allaha-yakın modunda mutlu ve huzurluyum bu aralar. Bir daha Birleşmiş Milletler ya da istatistikle ilgili en ufak birşey görmek istemiyorum.

Friday, 21 August 2009

how could we know we had found treasure

"Perhaps strength doesn't reside in having never been broken... but in the courage required to grow strong in the broken places."

Sevdiğim bir yazarın websitesine bakınırken bu çıktı karşıma, kim söylemiş aradım bulamadım ama hoşuma gitti çok.

Ödevlerim bitmek üzere, yaşasın. Pazar akşamı İngiltere'ye dönüyorum.

Placebo-Ashtray Heart videosu çıkmış, süper. Black Market Music döneminden beri bu kadar bağlanmamıştım Placebo'ya. Benim için o kadar büyük bir önemleri var ve hayatımdaki pek çok kararı, davranışı, duyguyu o kadar etkilediler ki, onları kalıcı bir şekilde üzerimde taşımak ve hep varlıklarından güç almak istiyorum. Placebo dövmesi konusuna geri dönüyoruz evet. Ne yaptırsam karar veremiyorum bir türlü, 6 yıldır falan aklımda bu fikir var ve periyodik olarak hep düşünüyorum ama asla kesin bir karara varamadım. Bütün şarkılarını o kadar çok seviyorum ki..

Leni'nin sözlerinin bir kıtası ve "We can build a new tomorrow, today" üzerinde düşünmekteyim bu aralar.

I kneel before her
Beneath this frozen sky
I beg below her
My limbs are paralyzed
She beats me harder than any kind of guy
My sci-fi lullaby


Hiç fena olmaz aslında sanki, evet.

Ashtray Heart demişken, bu şarkıyı (ya da Placebo'nun son albümünü) ne zaman dinlesem sen aklıma geleceksin sanırım hayatım boyunca, Mi corazón, mesajıma cevap vermedin, merak ediyorum seni iyi misin diye.

Tuesday, 18 August 2009

reading 2009 clashfinder

Reading 2009'un tahmini programı. Herşey bu kadar mı çakışır oof sinir olucam çok. Nası seçicem?

she has many skills


Dün gece Digiturk'te CSI: Miami izlerken karşıma Lucy Lawless'ın çıkmasıyla kalbim neredeyse duruyordu direk. Son 2 senedir günümün %60'ını hakkında hikayeler okuyarak, %40'ını da hayaller kurarak geçirdikten sonra birden son derece tall, dark and gorgeous bir şekilde karşımda görünce nefesim kesildi cidden. Ah synchronicity ve Carl Jung. Gerçekten sırf bu kadının varlığı yüzünden hayatım boyunca hiç kimse yeterli gelmeyecek bana, çok çok eminim. Essaylerim bitene kadar Lucy yok, konsantre olamıyorum yoksa.

Lucy Lawless ve Lindsay Lohan'in ikisinin de LL olması bir işaret olabilir mi?

Sunday, 16 August 2009

don't let the haters keep you from doin your thang

Dün gece 4'e kadar Birleşmiş Milletler'le ilgili ıvır zıvır okuduktan sonra sabahın 10'unda kalkarak süper bir azimle sinemaya Milk izlemeye gittim. "Ama öldü adamcağız" şeklinde moralim bozulduktan sonra Forum'a Reading için festivalde yağmurda çamurda giyilesi birşeyler almaya gittim. Bir kez daha anladım ki, dünyada biraz alışverişin çözemeyeceği çok az sorun var. Belki de yoktur hatta.

Normalde 9 saatten az uyuyunca hayaletimsi bir varlık olarak gününü sürdüren ben, gelecekte beni süper akademik başarıların beklediğine dair ilahi bir işareti andırırcasına 6 saatlik uykuyla hala essayimle uğraşıyordum 5 dakika öncesine kadar. Çok fena azimliyim bu sene %70 ortalama getirme konusunda, ÖSS'den beri bu kadar hırs yapmamış ve bu kadar metodik bir şekilde çalışmamıştım.

Bir süredir hayat felsefem "Her işte bir hayır vardır" oldu, bahsetmiş miydim hatırlamıyorum. Felaket derecede işe yaradığını fark ettim, tavsiye ederim. Gerçekten de oturup geçmişinizi düşününce en dandik olayların, en mal insanların bile aslında bir sürü olaylar dizisi sonucunda size süper birşey ya da birini katmış olduğunu göreceksiniz. (Örnek: Şu anda X kişisinin karşınıza çıktığı güne lanet ediyor olmanıza rağmen onun sayesinde Y ile tanışmışsınızdır, çok fena dost olmuşsunuzdur, hayatınızda çok önemli bir kararı onun sayesinde vermişsinizdir vb.)

Bu arada son birkaç gündür birkaç insana anlattığım şeyler hakkında, kimseye kızgın değilim gerçekten ve kimseyi suçlamıyorum. Kendimi o insanların yerine koyduğumda neden o şekilde davranma gereği duyduklarını anlayabiliyorum, ben olsam ben de öyle yapardım sanırım, insanın böyle bir durumda olumsuz hiç bir hissi olmaması için aşırı -muhtemelen 20'lerinde elde etmesi imkansız olan- bir olgunluğa erişmiş olması gerekir zaten. Üzgünüm o şekilde hissettikleri için, hoş bir his olmadığından eminim. Negatif düşüncelerden asla olumlu bir sonuç doğmuyor malesef.

"Without hope, the us's give up - I know you cannot live on hope alone, but without it, life is not worth living. So you, and you, and you... You gotta give em' hope... you gotta give em' hope."

i heart brunettes


Gaydar'da online olanlara bakınırken çok sevdiğim bir grubun vokali olan kızın profiline denk geldim az önce. "Pardon çok fena bayılıyorum sana" demek istedim, sonra durdurdum kendimi. Tanışmak ya da tanışmamak?

Saturday, 15 August 2009

colourless colour


My reflections are protection
They will keep me from destruction
My directions are distractions
When you're ready, come into the light.



İstiyorum!!

Evet, master başvurularımı yapmam gerek 1,5 ay sonra falan. Çok, çok kararsızım. Bir yandan Gender Studies okursam manyak gibi zevk aldığım bir bölümden mezun olmuş olacağım ama iş bulma potansiyelim ve alabileceğim maaş daha sınırlı olacak. Diğer yandan Journalism okursam her yerde iyi para kazandıran bir iş bulabilirim, ama deliler gibi değil normal seviyede zevk aldığım bir bölüm olur.

Bir de İngiltere'de istediğim okullara ortalamam yetmezse ne olacağı konusu var. İngiltere'deki okullar Amerika ve Avrupa'daki tüm üniversitelerden daha iyi ortalama istiyorlar. UCLA ya da Wesleyan düşündüm bir ara ama Amerika'ya gitmek gözümde büyüdü, ve oradan sonra İngiltere'ye geri dönmem çok zor olur, hayatım boyunca da orada yaşamak istemem. Böylece bu fikir iptal oldu şimdilik.

Paris'te Sciences Po'da Journalism olabilir aslında, Paris'te 1 yıl yaşamak her zaman hayal ettiğim de birşeydi, ama oradan İngiltere'ye dönüşüm zor olur mu diye düşünüyorum yine ama Bachelor diplomam İngiltere'den olduğu için sorun olmaz herhalde. Bölüm İngilizce olacak ama yine de Fransızca bilmeden Paris'te yaşanabilir mi emin değilim. Yaşanabilir mi ki?

En en en kötü ihtimalle hiç bir yere ortalamam yetmezse Universiteit Van Amsterdam'da Gender, Sexuality and Society olabilir. Hollanda'da Dutch bilmeden yaşanabilir gayet.

Evet, kısacası bu sene deliler gibi ders çalışıp son senemin ortalamasını 2:1 getirmem gerekiyor en az. Ama üniversitelerin başvuranlar arasında en yüksek ortalaması olanları seçtiğini düşünürsek Türkiye'deki 4 üzerinden 3.5'e benzer bir ortalamam olması lazım. Hatta daha bile yüksek. Bu sene kafamı kaldırmadan ders çalışmam lazım. Bir de tez falan var bu sene. Fena yani.

Çok kararsızım dediğim gibi. Politics and International Relations BA'i ve Journalism ya da Gender Studies master'ı ile hangi alanda çalışılabilir? Eğitim danışmanı falan biri var mı acaba blogumu okuyan?

Thursday, 13 August 2009

moonlight sonata

Neden bilmiyorum, Beethoven'ın Moonlight Sonata'sının melodisi geldi aklıma hiç beklemediğim bir anda. Depeche Mode'dan Alan Wilder'ın çaldığı videosunu aradım, bulamadım, bulabilen varsa haber versin.

Wednesday, 12 August 2009

you are a cheap and nasty fake

Dün gece telefonumdaki mesajları silerken yıllar önce gelmiş eski mesajlar çıktı karşıma. Şu anda konuşmuyor olduğum, birine hiç bir hissim kalmamış olan ve diğerinden de hiç hiç hiç hazzetmediğim 2 insandan gelen 2 mesaj:

"İpekcim, seni çok özledim <3" ve "Aşkım, çok şanslıyım sana sahip olduğum için" konseptli 2 mesaj özetlemek gerekirse. Zaman ne kadar çok değiştiriyor herşeyi.

Oturdum, düşündüm geçen gün, kızgınım ben bu insanlara madem bu kadar, karşıma çıksalar ne söylerdim diye. Aklıma bir sürü şey geldi, sonra fark ettim ki söyleyeceğim şeyler üzerinde adam gibi oturup düşünüp neden bahsettiğimi anlayacak ve bana hak verecek kadar mantıklı insanlar olsalar şu an bu yazıyı yazıyor olmazdım zaten. Vardığım sonuç ise, I have nothing left to say to you. Hatta Brian Molko'nun sözleriyle "You are a black and heavy weight and I won't participate". Evet, düşman bile olmak istemiyorum.

You are a cheap and nasty fake,
And I'm the bones you couldn't break.