Friday, 4 September 2009

cosmic love

The stars, the moon, they have all been blown out
You left me in the dark
No dawn, no day, I'm always in this twilight
In the shadow of your heart

And in the dark, I can hear your heartbeat
I tried to find the sound
But then it stopped, and I was in the darkness,
So darkness I became


I took the stars from our eyes, and then I made a map
And knew that somehow I could find my way back
Then I heard your heart beating, you were in the darkness too
So I stayed in the darkness with you.


Both are sensitive, imaginative water signs. Pisces is drawn to the nurturing air of Cancer, and the promise of something enduring in romance. Cancer understands when Pisces drifts off, tuning into some far-off melody. Pisces has a tendency to escape in fantasy or addictions, and Cancer, wanting to protect and give of themselves, can become like the harried Mother to the Pisces little girl lost. Cancer is a cardinal sign, but with confidence problems and sensitivities of its own to manage. This is a sea of love, and both could end up drowning. Both can fall into deep depressions, and have to guard against the relationship becoming stagnant. As long as the beautiful pools of sentiment don't turn to swamps, this relationship is a definite love connection.

Wednesday, 2 September 2009

burning with desire for a kiss


Reading'deydim bu haftasonu ve fark ettim ki çok, çok yaşlı hissediyorum kendimi. Yaşıma göre hiç normal olmayan bir blasélik var üstümde eğlenmek konusunda. Neden bilmiyorum, ama festival/konser ortamlarında kendi yaşımda hatta benden 10 yaş büyük insanları sabahın köründe içmeye başlayıp bütün gün sarhoş sarhoş dans edip tepindikten sonra sabaha kadar ayakta gördükten sonra ne zaman gün boyunca sadece diyet kola içip akşam 10'da çadırına gidip uyuyan biri haline geldim merak ediyorum. Özellikle kalabalık ortamlar dayanılmaz hale geldi bir süredir. Geçen kış Justice'i izlemeye gidip daha başlamadan insanların arasında ezilmeye başladıktan sonra "Nefes alamıyorum ben, gidelim" yapmıştım ve o biletleri bulabilmek için nerelerimi yırttığım konusunda bir dakika bile düşünmeden izlemeden çıkmıştık. Bu sene La Roux'da başıma geldi bu neredeyse. Reading'in oha line-up'ı arasında daha fazla izlemek istediğim bir grup yoktu, bütün haftasonu o anı bekledikten sonra 1,5 saat önceden La Roux'nun çıkacağı ve nedense festivalin en küçük çadırı olan sahneye gittik ve Lightspeed Champion sahneden inene kadar gayet normal bir sıkışıklık derecesi vardı, ah en öndeyiz falan modundaydım, sonra birden nasıl olduysa her taraftan milyonlarca insan ittirmeye başladı ve kendimi In for the Kill'den başka şarkı bilmeyen, "Ginger Twat" falan deyip durmalarından anladığım kadarıyla grubu seviyor bile olmayan, felaket sarhoş ve kocaman İngiliz holigan adamlarının arasında buldum. Elly sahneye çıktı, konser başladı, o anda siktir diye geçirdim aklımdan, ve hayatımda o kadar ezildiğim, gerçekten bir an yere düşüp üstüme basılarak ölsem kimsenin birşey yapmayacağını fark ettiğim hiç bir an olmamıştı. Yok artık dedirten bir mosh pit başladığında dışarı çıkabilme ihtimalimin de kalmadığını anladım, bitsin diye dua ettiğim rezalet bir tecrübeydi kısacası. Duyabildiğim kadarıyla La Roux mükemmeldi, Elly'nin sahnede o kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim. Evet, konser bittikten sonraki 2 saati "F-ing wankers, I hope they die" diye sinirimden hıçkıra hıçkıra ağlayarak geçirmiş olabilirim. Uygarlıktan nasibini almamış insanlara zaten sinir oluyorum, ama hayatımda 12 yaşımdayken ilk kez Placebo dinlediğimden beri yaşamamış olduğum kadar aşırı bir takıntıyla tapıyor olduğum La Roux'yu benden başka kimse izlesin istemiyorum, kıskanıyorum, SİNİRİM BOZULUYOR.

Bütün haftasonu boyunca tamamen ayıktım, garip bir tecrübeydi. Herşeyin tamamen farkında olmak ve hepsini hatırlamak süper birşey. Kings of Leon'un yarısında çıkıp Billy Talent izlemeye gitmemiz, tam o anda Line & Sinker çalmaya başlamaları, o bitince tuvalete doğru yürürken Lisa'nın "Hep en uzun boylu herifler benim önümde oluyor, sinir oluyorum" muhabbeti yapması, "Hiçbiri Placebo'daki Stefan kadar uzun boylu olamaz" cevabını vermem, 10 saniye geçmeden birinin yanımdan geçerken bana çarpması üzerine kafamı kaldırıp bakınca o birinin Stefan olduğunu görmem, eşzamanlılık ve tesadüfler oha dedirtiyor bazen bana kesinlikle, ilahi bir gücün varlığına dair düşüncelere falan dalıyorum sonra.

Bu aralar favori pubım olan Wotever'ın dün Vauxhall'a taşınması, Vauxhall'un Londra metrosunda Brixton'la arasında tek bir durak bulunması, Elly'nin Brixton'da yaşıyor olması bu gücün varlığına dair bir kanıt olabilir mi acaba? Stalker olduğum için tutuklanırken "God made me do it" diyebilir miyim? İnsan nasıl stalker olur? Ünlü birinin ev adresi nasıl öğrenilebilir? Gerçekten aşırı derece bu konuya kafa yoruyorum Pazar gecesinden beri, hatta tek düşündüğüm şey denebilir. Şu ana kadar Brixton'da yaşadığını öğrenebildim sadece -I love Google-, Brixton'ın en zengin sokaklarında sabahtan akşama gezinsem olur mu acaba? Elly'le karşılaşsam, "Tonight out on the streets I'm gonna follow you, I'm gonna give you all you want" diye Tigerlily söylesem ona. Ciddi olarak düşünüyorum bunu. Şu takıntı seviyem benim için bile çok fazla.

I'm obsessively, insanely, uncontrollably in love with Elly and she doesn't even know I exist. I can't stop thinking about how much I just want to hold her and tell her everything will be okay. That I would never leave her. How fucked up is that?

I know you better than this
I could be here when you call
I'll make you top of the list
And in the crush of the dark
I'll be your light in the mist
I can see you burning with desire for a kiss
Psychobabble all upon your lips

"Have you ever felt like you're being followed?
Or watched the ones that held your stare?
Turned around to see who's behind you to find there's no one there?
Lurking in the dark
There's someone who breathes you night and day
There's a friend who wants so much more
And if they can't have you
They'll never let you walk away"


Ayrıca dünyadaki en şirin gülümsemeye sahip insan olarak I don't do smiles modunda olmamalı kesinlikle.

Monday, 31 August 2009

sometimes in the cold night my phone rings, but it's not you

Kiss me and comfort me, my sweet
Come over, I just got the new OC
And if they can sort their problems out
Why can't I get out of the house?
For mango, Frescato or tea

Sometimes in the cold night
My phone rings but it's not you
And even when the buzzer
To my pager rings, it's still not you

And a stranger on the night bus
With the checked coat is not you
And your warm hands hold me so close
But deep down it's not you..

Tuesday, 25 August 2009

eradicate this schism

Yazarınız yağmurlu ve serin bir İngiltere gününden bildiriyor. Az sonra Londra'ya gidip kendimden geçene kadar cider içmeyi planlıyorum. Wotever'ı çok özledim ayrıca.

No one can take it away from me
And no one can tear it apart
Because a heart that hurts is a heart that works
A heart that hurts is a heart that works!!


Bugün sanırım 1 saat boyunca falan Placebo-Battle for the Sun albüm kitapçığına bakınmış olabilirim, DVD'sini izlemedim henüz ama kitapçık mükemmel. Placebo gibi aynen.

Yukarıdaki sözler kendimi hatırlatıyor bana. Ne olursa olsun kimsenin elimden alamayacağı şeyler Placebo ve %97 olasılıkla sonunda üzüleceğimi bilerek inatla insanlara büyük anlamlar yükleme özelliğim. Benim kadar bunu abartmış başka biriyle karşılaşmadım hiç bugüne kadar, karşılaşalım mümkünse, birbirimize mallık yapmayız en azından hiç. Kalp kırıklığı riski almadan hayat felaket derecede bayık oluyor çünkü, benim dayanamayacağım kadar boş. Dün fark ettim bunu yine yapıyorum, yine birine özellikle değer vermeye çalışıyorum hayatımda değerli biri olsun diye, "Yapma bu sefer" dedim kendime, sonra "Boşver, yap gitsin" diye cevap verdim. Normal seviyedeki hislerle herşey çok sıkıcı, dümdüz bir çizgi gibi hayat, biraz aşırılık olmalı, nefret/aşk/sinir/kıskançlık ne olursa olsun, insanın içinde bir yerlere dokunan bir şeyler olmalı.

Dün yeni evimde 7.5 saat internet, elektrik, laptop, hiçbirşey olmadan hayatımın en bayık gününü yaşadım. Evdeki tek eşya olan sandalyede oturarak uyusam sıkıntım geçer diye düşündüm, olmadı, gün bitip evden çıktığımda yarı deli bir insandım. Bunu düzenli 1 hafta yapsam dönüşü olmayan psikolojik problemlerim olur diye düşünüyorum.

Promise me that we will make it through
Promise me that we will make it through
If we don't, I don't know what I'd do
So promise me that we will make it through


We. will. make. it. through.

Sunday, 23 August 2009

english summer rain, seems to last for ages

Forumun birinde mutlu şarkılarla ilgili konunun altına Bloc Party-This Modern Love, Imogen Heap-Goodnight and Go, Kate Nash-Foundations falan yazmış kızın biri. Sizi bilmiyorum ama ilk tepkim "What are you, mental??" oldu. Gayet melodisi-şirin-ama-sözleri-çok-fena kategorisindeki depresyon şarkılarım benim bunlar. Biri de Bright Eyes yazmış altına. Bildiğimiz, Arienette'e aşk mektupları yazan, ağlayarak gitme diyen Conor Oberst'li Bright Eyes. Sanırım bende bir gariplik var.

Bugün akşam sonunda İngiltere'ye dönüyorum. Okulun açılmasına 5 hafta var, 1 haftasonum dışında her haftasonum dolu, ama haftaiçlerim bomboş tamamen. Yapacak birşeyler bulmam lazım, kafamda bir fikir var, nasıl olur bilmiyorum henüz. Yarın sabah 6'da kalkıp 7'de yeni evimde olup akşama kadar Tesco'dan gelecek eşyaları beklemem lazım. İnternetin henüz bağlanmamış olacağını varsayarak bir sandalye bile olmayan bomboş bir evde bütün gün tek başına insan ne yapar bilemiyorum. İnsanlar elektrik öncesi dönemde ne yapıyorlarmış acaba?

Essaylerim bitti, son zamanlarda İzmir'deki çoğu insan içimde negatif duygular uyandırmaya başlamıştı, bana-uzak-allaha-yakın modunda mutlu ve huzurluyum bu aralar. Bir daha Birleşmiş Milletler ya da istatistikle ilgili en ufak birşey görmek istemiyorum.

Friday, 21 August 2009

how could we know we had found treasure

"Perhaps strength doesn't reside in having never been broken... but in the courage required to grow strong in the broken places."

Sevdiğim bir yazarın websitesine bakınırken bu çıktı karşıma, kim söylemiş aradım bulamadım ama hoşuma gitti çok.

Ödevlerim bitmek üzere, yaşasın. Pazar akşamı İngiltere'ye dönüyorum.

Placebo-Ashtray Heart videosu çıkmış, süper. Black Market Music döneminden beri bu kadar bağlanmamıştım Placebo'ya. Benim için o kadar büyük bir önemleri var ve hayatımdaki pek çok kararı, davranışı, duyguyu o kadar etkilediler ki, onları kalıcı bir şekilde üzerimde taşımak ve hep varlıklarından güç almak istiyorum. Placebo dövmesi konusuna geri dönüyoruz evet. Ne yaptırsam karar veremiyorum bir türlü, 6 yıldır falan aklımda bu fikir var ve periyodik olarak hep düşünüyorum ama asla kesin bir karara varamadım. Bütün şarkılarını o kadar çok seviyorum ki..

Leni'nin sözlerinin bir kıtası ve "We can build a new tomorrow, today" üzerinde düşünmekteyim bu aralar.

I kneel before her
Beneath this frozen sky
I beg below her
My limbs are paralyzed
She beats me harder than any kind of guy
My sci-fi lullaby


Hiç fena olmaz aslında sanki, evet.

Ashtray Heart demişken, bu şarkıyı (ya da Placebo'nun son albümünü) ne zaman dinlesem sen aklıma geleceksin sanırım hayatım boyunca, Mi corazón, mesajıma cevap vermedin, merak ediyorum seni iyi misin diye.

Tuesday, 18 August 2009

reading 2009 clashfinder

Reading 2009'un tahmini programı. Herşey bu kadar mı çakışır oof sinir olucam çok. Nası seçicem?

she has many skills


Dün gece Digiturk'te CSI: Miami izlerken karşıma Lucy Lawless'ın çıkmasıyla kalbim neredeyse duruyordu direk. Son 2 senedir günümün %60'ını hakkında hikayeler okuyarak, %40'ını da hayaller kurarak geçirdikten sonra birden son derece tall, dark and gorgeous bir şekilde karşımda görünce nefesim kesildi cidden. Ah synchronicity ve Carl Jung. Gerçekten sırf bu kadının varlığı yüzünden hayatım boyunca hiç kimse yeterli gelmeyecek bana, çok çok eminim. Essaylerim bitene kadar Lucy yok, konsantre olamıyorum yoksa.

Lucy Lawless ve Lindsay Lohan'in ikisinin de LL olması bir işaret olabilir mi?

Sunday, 16 August 2009

don't let the haters keep you from doin your thang

Dün gece 4'e kadar Birleşmiş Milletler'le ilgili ıvır zıvır okuduktan sonra sabahın 10'unda kalkarak süper bir azimle sinemaya Milk izlemeye gittim. "Ama öldü adamcağız" şeklinde moralim bozulduktan sonra Forum'a Reading için festivalde yağmurda çamurda giyilesi birşeyler almaya gittim. Bir kez daha anladım ki, dünyada biraz alışverişin çözemeyeceği çok az sorun var. Belki de yoktur hatta.

Normalde 9 saatten az uyuyunca hayaletimsi bir varlık olarak gününü sürdüren ben, gelecekte beni süper akademik başarıların beklediğine dair ilahi bir işareti andırırcasına 6 saatlik uykuyla hala essayimle uğraşıyordum 5 dakika öncesine kadar. Çok fena azimliyim bu sene %70 ortalama getirme konusunda, ÖSS'den beri bu kadar hırs yapmamış ve bu kadar metodik bir şekilde çalışmamıştım.

Bir süredir hayat felsefem "Her işte bir hayır vardır" oldu, bahsetmiş miydim hatırlamıyorum. Felaket derecede işe yaradığını fark ettim, tavsiye ederim. Gerçekten de oturup geçmişinizi düşününce en dandik olayların, en mal insanların bile aslında bir sürü olaylar dizisi sonucunda size süper birşey ya da birini katmış olduğunu göreceksiniz. (Örnek: Şu anda X kişisinin karşınıza çıktığı güne lanet ediyor olmanıza rağmen onun sayesinde Y ile tanışmışsınızdır, çok fena dost olmuşsunuzdur, hayatınızda çok önemli bir kararı onun sayesinde vermişsinizdir vb.)

Bu arada son birkaç gündür birkaç insana anlattığım şeyler hakkında, kimseye kızgın değilim gerçekten ve kimseyi suçlamıyorum. Kendimi o insanların yerine koyduğumda neden o şekilde davranma gereği duyduklarını anlayabiliyorum, ben olsam ben de öyle yapardım sanırım, insanın böyle bir durumda olumsuz hiç bir hissi olmaması için aşırı -muhtemelen 20'lerinde elde etmesi imkansız olan- bir olgunluğa erişmiş olması gerekir zaten. Üzgünüm o şekilde hissettikleri için, hoş bir his olmadığından eminim. Negatif düşüncelerden asla olumlu bir sonuç doğmuyor malesef.

"Without hope, the us's give up - I know you cannot live on hope alone, but without it, life is not worth living. So you, and you, and you... You gotta give em' hope... you gotta give em' hope."

i heart brunettes


Gaydar'da online olanlara bakınırken çok sevdiğim bir grubun vokali olan kızın profiline denk geldim az önce. "Pardon çok fena bayılıyorum sana" demek istedim, sonra durdurdum kendimi. Tanışmak ya da tanışmamak?