I will battle for the sun And I won’t stop until I’m done You are getting in the way And I have nothing left to say
I will brush off all the dirt And I will pretend it didn’t hurt You are a black and heavy weight And I will not participate
Dream brother, my killer, my lover Dream brother, my killer, my lover..
Placebo'nun son single'ı Battle For The Sun'ı dinliyorum şu an. Nasıl beceriyorlar, nasıl her albümleri o anki ruh halime, hayatımın o dönemine bu kadar uyuyor bilmiyorum. Ne yapsalar tapınarak dinleyeceğim tek grup, Brian Molko öl dese mutlu öleceğim tek insan. İstanbul konserleri varmış hem de Haziran'da, mükemmel.
Bu arada yeni davulcularının tipine ısınamadım, dandik hardcore gruplarının redneck'liğini dövmelerle kapatan bir üyesi gibi. Placebo'nun imajına yakışmamış hiç. Ama Brian'ım Molko'mun saçlarının daha uzun olmasına bayıldım. Of tapıyorum bu adama ben.
Queer theory'e sarmış durumdayım bu aralar. Öyle ki, masterımı o konuda yapmayı düşünüyorum. Aileme "Ben Queer Studies okumak istiyorum, hadi 50 milyar tuition ödeyin" desem ne olur merak konusu. Ama Gender Studies okuyabilirim gerçekten, yani ciddi anlamda şu an kafamdaki en büyük olasılık o master konum için.
"There are times in life when the question of knowing if one can think differently than one thinks, and perceive differently than one sees, is absolutely necessary if one is to go on looking and reflecting at all."
Michel Foucault, The Use of Pleasure
Bugün Londra'ya giderken trende okumak için aşağıdaki kitabı almayı planlıyorum yanıma. İşin ironik yanı, son derece gender bending, clothes shedding, keyboard smashing bir partiye gidiyor olmam. Genderfuck kavramı çok ilgimi çekiyor, tamamen androjen ya da genderqueer'lerle dolu bir odada cinsiyetinin (demek istediğim sex, gender değil) kadın olduğu dışarıdan bakınca belli olan çok az sayıda kişiden biri olmak gerçekten çok farklı ve güçlü bir deneyim.
21 Şubat 2002, 14.30, Alsancak, Sevinç'in önü. Arka Sokak, çilekli çikolata, hava kapalı İzmir'de o gün. Mavişehir'deki kırmızı ışıklı odam, The Crow ve ölümsüz aşk, upuzun karamel saçların, siyah göz kalemin. Gün batımında Konak'tan Alsancak'a doğru yürüyoruz seninle Kordon'da. Avni Akyol'da Lise 2'deyiz ikimiz de, hala yürüyoruz. Güneş batıyor, bizden başkası yok Kordon'da. Evdeyiz sonunda, uyumam gerek, daha 2 saatimiz var, yanındayken dakikaları saydığım tek insansın. "Yanımda dur" diyorum sana "ne olursun, ben uyurken otur yanımda, bekle beni". "Sen uyu" diyorsun bana, "merak etme, ben buradayım". Uyanıyorum, yoksun. Hala yoksun.
Love of two is one Here but now they're gone
Came the last night of sadness And it was clear we couldn't go on The door was open and the wind appeared The candles blew and then disappeared The curtains flew then he appeared Saying don't be afraid
Come on baby... And we had no fear And we ran to him... Then we started to fly We looked backward and said goodbye We had become like they are We had taken his hand We had become like they are
Easter tatili yaklaşıyor. İlke'nin "1 ay İzmir'de napıcaksın ki" sorusu üzerine fark ettim ki, gerçekten İzmir'de 1 ay sıkıntı basar beni. Nasıl oluyor bilmiyorum, sanki GPS cihazı falan taşıyorum üzerimde, ben şehre adımımı attığım anda ne kadar uyuz olduğum tip varsa hepsinin telefonlarına geldiğime dair bir alert gidiyor, minik bakteriler gibi toplaşıp güçlerini birleştiriyorlar beni sinir edebilmek için. Evet, o zaman o 1 ayın bir kısmını İngiltere'de, bir kısmını da yurdumuzun güney tatil beldelerinde geçirerek İzmir'deki zamanımı azaltayım dedim. Favori tatil bölgem olan Bodrum'da karar kıldıktan sonra gönlümün sahibi Magic Life Bodrum Imperial'a baktım, 14 Mayıs'ta açılıyor olduklarını görünce hayallerim yıkıldı. Evet sayın okuyucular, tamamen yıkıldım cidden. "Hangi otele gidicez şimdi pfh" diye nette dolandım, WOW ve Kempinski fiyatlarının uçmuş olduğunu gördüm, Dedeman da gözüme biraz dandikimsi göründü. Bodrum'da dandik olmayan başka hangi otel var, bilen var mı?
Yan odamda yaşayan meymenetsiz şeye gün geçtikçe daha çok uyuz oluyorum. 1 aydır aynı evde yaşayıp yüzünü görmemeyi başarıyor olmama rağmen yine de sesini duydukça içim kalkıyor nedense. Grr.
Gecenin bir yarısı makarna yaparken aklıma bu şarkı takıldı. Özlemişim.
"Saosin, it's this Chinese proverb, which means... like... keep your heart small, because nothing is forever. You know. Don't let yourself get attached to something, because that thing's gonna be gone eventually.."
Dün gece uyumaya çalışırken uzun zamandır izlememiş olduğum -ve sabah uyandığım anda Amazon'u açıp DVD'sini aldığım- film The Grind ve filmde çalan Blindside-Pitiful geldi aklıma. Şarkıyı ilk duyduğumda "Oha bu adamın sesine aşık olabilirim ben" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Cool ya da soğuk kelimeleri geliyor sesi tanımlamaya çalıştığımda aklıma, çok seksi bir ses kesinlikle. Bilmiyorum, bi garip işte. Mükemmel bir şarkı.
As I recall with my stomach turning I was hiding away from myself, away from you Like nothing, though something was terribly wrong And I admit that I was only waiting for the right time Night time, the right moment for you to look away Though you never did, I pretended for a while So I could walk where I don't belong
And I remember every word you said Come back in time, come back And I remember I would soon be dead Now so pitiful, so pitiful
But I know, as I hammered those nails into your beautiful hands Your eyes still try to search for mine, but I look away Now your eyes are the only thing that can save me I'm still so afraid of them piercing You're breaking into my prison, Just pretended for a while My soul is dying I won't look away
And I remember every word you said...
I'll remember every word you said This time I won't look away.
Aralık'ta sinemada Twilight izlediğimden beri kafayı bozmuş durumdayım. Sinemadan çıktıktan sonra filmin içimde bıraktığı his hala yerinde duruyor. Soundtrack şarkısı Decode'u dinlemekteyim hatta şu an. Kitaplarını okuyorum bu aralar, ilginç şekilde hiç de sıkılmıyorum henüz.
Brighton National Student Pride fotoları nete konmuş bugün, kendiminkilere bakınırken aşağıdaki fotoyu gördüm, en sağdaki kız her kimse hayallerimin kadını olabilir kendisi, beni bulsun evlenelim.
Fazlasıyla foto dolu olacak bu post. Aşağıda Sir Ian McKellen'lı Stonewall homofobi protestosu ve Sugar Rush kızlarına ait fotolar görmektesiniz. Sugar Rush'ı seviyorum, Brighton'ı da.
She don't need no diamonds, don't need no jewels Her clothes and her shoes, they keep her cool
Alice is cool yeah Alice is cool She's so fuckin cool she don't need to talk to you Alice is cool yeah Alice is cool She's so fuckin cool she don't need to skip school
How did we get here? When I used to know you so well..
Twilight soundtrack albümünü background music modunda dinlerken bu cümleyi duydum, hmm? diye dikkatimi iTunes'a yönelttim bir anda. Şarkı güzel, cümle hayatımda çok insana sormak isteyip soramadığım o soru. 2 adet A, bir adet O ve bir adet C'ye gelsin bu soru o zaman,
How did we get here, when I used to know you so well?
C dışında -o kendi mallığımdan kaynaklanıyordu- değer verdiğim hiç kimseyle olan ilişkim/arkadaşlığım benim umursamazlığım/özensizliğim/gereken çabayı göstermemem nedeniyle bitmedi. Gayet birbirimizin içine girmiş kadar yakın olduğum insanlar birden uzaklaşıyorlar, neden anlayamıyorum, sorduğumda "Yok birşey"imsi bir cevap alıyorum sanki salakmışım gibi, garipsiyorum cidden. 1 yıl sonra unutuyorum, yenisi geliyor yerine.
88'li bir kızın bu kadar güzel olmasını kınıyorum ayrıca.
Neden bilmiyorum, şu klibi buraya koyasım geldi. Ergen dönemimin yegane grubu HIM'in Join Me'sinin Ice Version klibini izlemektesiniz. Dünyada en sevdiğim klip olabilir kendisi. Ville Valo kadın olsa keşke.
Dün gece tek başıma trene atladım Londra'ya gittim, aşırı sıkıntı basmıştı ve Wotever diye bir barı merak ediyordum. Normalde hayatta tek başıma bar ortamlarına gidemem ama iyi ki gitmişim. Hayatımda gördüğüm en mükemmel, en "welcoming" mi desem ne desem yerdi. Londra'da pek fazla insanın bilmediği, müşterilerin genelini kadın olduğunu sokakta görseniz hayatta anlamayacağınız kadınların oluşturduğu queer/gender bender/trans/gay ve türevi insanlarla dolu küçük bir mekan. Drag performansı mükemmeldi özellikle. Ve benden başka etek giyen tek kişi 60 yaşlarında bir amcaydı. "Tek başıma sıkılıcam" modunda oturup Jack'imi yudumluyordum ki birden baby dyke'larla dolu bir masada buldum kendimi, bir sürü insanla tanıştım. Çok eğlendim evet, sonunda ait olduğum mekanı bulmuş olabilirim.
Ayrıca gay erkeklerin kızları sevme nedeni nedir? Ne zaman gay bir mekana gitsem "Ayy ne şirin şeysin sen" tepkisi alıyorum erkeklerden. Biri açıklasın.
Set me free why don't you girl Get out of my life girl Cause you don't really love me, no You just keep me hanging on
Just for the record, The weather today is slightly sarcastic with a good chance of: A. Indifference or B. Disinterest in what the critics say
Issız Adam izledim, yine ağladım, Lisa ağlamadı. Altyazılı izleyince pek etkili olmuyor sanırım. İlk izlediğimdeki kadar fena olmadım, 1 saate normale döndüm hatta. İngiltere'de ve gözyaşlarımın sebebi insandan binlerce kilometre uzakta oluşuma bağlıyorum. Belki de cidden unutmuşumdur onu? Sanmıyorum. Unutmak istemem bile.
Mark Ronson-Version ve Panic! At The Disco-A Fever You Can't Sweat Out dinleyerek geçiyor günlerim. Mark Ronson'ın albümü tamamen bir Pazar günü İngiltere kırsalında hafif güneşli bir havada arabadayken dinlenesi hatta. Bu Ronson kardeşlerin ikisi de çok taş.
Guilty pleasure'larım olarak tanımladığım bazı şeyleri dışa çıkarmak istiyorum artık. Ama korkuyorum biraz ve ne yapacağımı bilemiyorum tam olarak.
Mango Kiss Region 2 DVD'si istiyorum ama 16 pound ödemek istemiyorum. Bugün Tesco'dan 60 poundluk yiyecek-içecek alışverişi yaptım, 20 poundu sırf alkol, pfh. Fakir hayatı yaşıyorum bu aralar.
Note to self: The Leather Daddy and The Femme
Oh, who said I'd lied ? - because I never, I never Who said I'd lied ? - because I never
Oh, so I drank one It became four And when I fell on the floor ... ...I drank more
Stop me, oh, stop me Stop me if you think that you've Heard this one before
Nothing's changed I still love you, oh, I still love you ...Only slightly, only slightly less than I used to, my love