Friday, 11 April 2014

flare 2014 pt.2

Önceki hafta sona eren Londra LGBT Film Festivali BFI Flare kapsamında izlediğim Violette Leduc, In Pursuit Of Love (Violette Leduc, La Chasse à L'amour) filmi için büyük umutlarım vardı. Simone de Beauvoir'ın kanatları altına aldığı, daha sonra de Beauvoir'a aşık olan ama aşkına karşılık bulamayan yazar Violette Leduc'ün biyografisi çok daha ilgi çekici olabilirdi, ama maalesef Leduc'ün kendisinden çok hayatındaki insanların onun hakkındaki görüşleri üzerine kurulmuş, kendini zor izleten bir filmdi (4/10). Şansım ise filmin Extrasystole adlı bir kısa filmle birlikte gösterilmesiydi. Fransız liseli bir kızın edebiyat öğretmenine olan platonik aşkını anlatan, beklenmedik güzellikteki Extrasystole'ün, tam da ekstra kalp atışları (ekstrasistol) ile cebelleşmekte olduğum şu günlerde karşıma çıkması ve başroldeki kızın benim o günkü siyah Balenciaga Day çantamın birebir aynısını taşıyor olması acayip bir histi.

Edebiyat temasıyla devam ederek aynı akşam Amerikalı şair Elizabeth Bishop ile Brezilyalı mimar Lota de Macedo Soares'in aşkını anlatan Reaching for the Moon filmini izledim. Yazarlığın yalnızlığı, alkolizm, depresyon gibi konuların işlendiği, bitince yerinizden kalkamadığınız, sinema salonu boşalırken birkaç dakika koltuğunuzda oturup kendinize gelme ihtiyacı duyduğunuz filmlerdendi. İçimde deli gibi bir her şeyi bırakıp Rio'ya gitme ve Flamengo Parkı'nı görme, şiir insanı olmasam da Elizabeth Bishop okuma isteği uyandı (7.5/10).

Bir sonraki gösterimim You're the One, Aren't You? adlı bir kısa film koleksiyonuydu. Arka arkaya bir sürü kısa film izlemeye bayılıyorum, insan asla neyle karşılaşacağını bilemiyor. "Bu da neydi öyle" dedirtecek acayiplikte ve "Oha buna bayıldım" dedirtecek güzellikte filmleri keşfetme fırsatı süper bir şey. Bu seneki kısa filmler arasında hem acayipler, hem güzeller vardı, hepsi de izlemeye değerdi (özellikle What's Your Sign, Dream Date ve Neighbours'ı çok beğendim). Olur da gelecekte Youtube ve türevlerinden bulup izlemek istediğim olursa diye buraya isimlerini not ediyorum.

Kısalardan sonraki filmim Who's Afraid of Vagina Wolf, Guinevere Turner delisi olarak en heyecanla beklediğim filmlerdendi. Eğlenceli ancak iz bırakmayan filmle biraz hayal kırıklığına uğradıktan sonra The L Word ve Go Fish'ten tanıyor olabileceğiniz, American Psycho'nun senaristi olan ve festivalde 2010 yılında The Owls filmi gösterilen ancak kendisi gelmeyen Guinevere Turner'ı bu kez bir metre öteden dünya gözüyle görme şansı yakalamak benim için festivalin en heyecan verici anlarındandı (film 7/10, Guinevere 10/10). 

Son olarak festivalin kapanış filmi 52 Tuesdays'e gittim. 16 yaşında cinsel kimliğini yeni yeni keşfetmeye başlamış olan Billie'nin erkekliğe geçiş yapmakta olan trans annesi tarafından babasıyla yaşamaya gönderilmesi ve annesiyle bir yıl boyunca sadece Salı günleri görüşmeleri üzerine kurulu olan filmin çekimleri bir yıl boyunca sadece Salı günleri yapılmış. Hepsi amatör olan aktörlere her seferinde sadece o bir haftanın ve sadece kendi sahnelerinin metni verilmiş, ve alışılmadık bir şekilde kronolojik olarak yapılan çekimler sayesinde bir yıl boyunca hem Billie'yi hem de annesini canlandıran oyuncuların fiziksel değişimi takip edilebiliyor. Çok değişik, düşündürücü ve mutlaka izlenesi bir filmdi (8.5/10). Bulsam da tekrar izlesem.

Özetlemem gerekirse festivaldeki favori filmlerim bunlar oldu:
1. Dual (Dvojina)
2. 52 Tuesdays
3. My Prairie Home

2015 festivalini sabırsızlıkla bekliyorum şimdiden.

Elizabeth Bishop'un One Art şiiriyle bitireyim:

The art of losing isn't hard to master;
so many things seem filled with the intent
to be lost that their loss is no disaster.
Lose something every day. Accept the fluster
of lost door keys, the hour badly spent.
The art of losing isn't hard to master.
Then practice losing farther, losing faster:
places, and names, and where it was you meant
to travel. None of these will bring disaster.
I lost my mother’s watch. And look! my last, or
next-to-last, of three loved houses went.
The art of losing isn't hard to master.
I lost two cities, lovely ones. And, vaster,
some realms I owned, two rivers, a continent.
I miss them, but it wasn't a disaster.
—Even losing you (the joking voice, a gesture
I love) I shan't have lied. It's evident
the art of losing's not too hard to master
though it may look like (Write it!) like disaster.

No comments: