Bütün bir yıl heyecanla beklediğim BFI Flare: London LGBT Film Festival geçen Pazar sona erdi. Programı ilk gördüğümde biraz hayal kırıklığına uğramıştım, ama izlediğim filmlerin biri dışında hepsinden çok memnun kaldım. Bu festivale altı yıldır katılıyorum, denk geldiğim en başarılı programlardan biriydi.
Festivalin açılışını 'gay best friend' anlamına gelen G.B.F. ile yaptım. Mean Girls gibi kült statüsüne erişecek bir film olmamakla beraber uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Özellikle filme girerken verilen ve aşağıda görmekte olduğunuz argo sözlüğü süperdi. Lise filmlerini seviyorsanız, political correctness kavramını boşverip kahkahalarla gülmek istiyorsanız ve zaman zaman yüz buruşturtacak derecede kötü olan oyunculuklar sizi rahatsız etmeyecekse izlemenizi tavsiye ederim (benim gibi fanatik Mean Girls hayranıysanız filmin sonundaki prom sahnesi ile Mean Girls'ün sonundaki prom sahnesinde aynı şarkının çaldığını fark edeceksiniz). (7/10)
İkinci filmim Valencia: The Movie/S idi. 90'lar San Francisco'sunda yaşayan Michelle adlı queer bir kadının otobiyografisinin her bir bölümünün birbirinden tamamen bağımsız çalışan 20 farklı yönetmen tarafından kısa film haline getirilmesiyle oluşan bir projeydi. Geçen yıllarda filmlerini festival kapsamında büyük zevkle izlediğim Cheryl Dunye o 20 yönetmenden biri olduğundan bu filmi sabırsızlıkla bekliyordum. Karakterlerin her bir filmde değişmesi ve Michelle'in karşımıza kadın, trans erkek, bufalo ve hatta şişme bebek olarak çıkması bazıları için hikayeyi takip etmeyi zorlaştırsa da benim için narratif kavramının altını üstüne getiren, film yapımına yepyeni bir açıdan bakan bir yaklaşımdı, izlemekten büyük zevk aldım. En kısa zamanda Michelle'in otobiyografisini okumayı planlıyorum. Bu arada izlerken karşınıza Lynn Breedlove, ve The Real L Word izlediyseniz Whitney'nin eski sevgililerinden biri çıkacak. (7.5/10)
Bir sonraki filmim Dual'a (orijinal adıyla Dvojina) beni ziyaret etmekte olan ve yalnız bırakmak istemediğim annemi götürdüm. İkimiz de hem filme, hem karakterlere, hem de açılış şarkısına bayıldık. Festivalde en sevdiğim ve hatta Blue is the Warmest Colour'dan sonraki favori lezbiyen filmim diyebilirim, inanılmaz tatlı bir filmdi. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim, o yüzden spoil etmemek için konudan bahsetmeyeceğim. Bulabilirsem tekrar izlemek istiyorum bu aralar. (9/10)
Daha sonra Rae Spoon'un My Prairie Home filmini ve filme eşlik eden canlı performansını izledim. Geçen seneki festivalde Youtube'da butch olmak ve femme sevmek temalı monologlarına denk gelmiş olabileceğiniz Ivan Coyote ile olan Gender Failure performansını izlediğimden beri Rae Spoon iPod'umda kendine büyük bir yer edinmişti. Uzun zamandır izlemek istediğim filmini bizzat kendisinin de katılımıyla izlemek bambaşka bir histi; filmdeki memleketine sığamadığı için daha büyük şehirlere yelken açmak ama bir yandan da hep yolun doğup büyünen yere düşmesi teması bana çok dokundu. Rae Spoon'un 18-19 yaşlarındaykenki ilk aşkına şarkı söylediği sırada festival programcılarının sahne önünde ayağa fırlayıp dans etmeye başladığı an benim için festival tarihinin en unutulmazlarından. (8.5/10)
Extrasystole, Violette Leduc: In Pursuit of Love, Reaching for the Moon, You're the One Aren't You, Who's Afraid of Vagina Wolf ve 52 Tuesdays'den yarın bahsedeceğim.
No comments:
Post a Comment