Friday, 26 February 2010

nostalgia is drunk and frustration can be gorgeous

Bugünlerde içimde esen nostalji rüzgarları sebebiyle bol bol lise dönemi şarkılarımı dinler oldum. Nostalji playlistim içinde

-My Chemical Romance - Three Cheers for Sweet Revenge albümünün tamamı ve Demolition Lovers;

-Alkaline Trio - Mercy Me, Burn, Radio, We Can Never Break Up, I Lied My Face Off, Stupid Kid, Private Eye, Sorry About That ve Enjoy Your Day;

-Coheed and Cambria - A Favor House Atlantic ve Delirium Trigger;

-Matchbook Romance, Finch, Dashboard Confessional, From Autumn to Ashes, From First to Last, Saosin, Circa Survive etc. şarkıları yer alıyor.

O kadar ki, kendime bir adet Coheed and Cambria konser bileti almış bulunuyorum 24 Haziran Londra konserlerine.

Oh dear god, I don't feel alive
when you're cut short of misery
will you pray it be the end?
give a look surprised wide eyes to me
then you'll know just what I am,
the scare that triggers your fear.
come know me in a different light now,
come know me as god

you made a good friend to me
but while you were outnumbered and torn
you made us do things to you

Nostalji rüzgarlarım liseye kadar esiyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ortalık yerde söylerken 2 kere düşüneceğim bir şey bu ama gayet ortaokul grubum olan Duman'ın bile iğrenç titrek vokalleri saymayınca aslında ne kadar güzel şarkılarının olduğunu fark ettim ilk 2 albümlerinde. Dolayısıyla Duman-Bal. So there.

you never see the lonely me at all



Bu şarkı dünya üzerindeki en hüzünlü güzelliklerden biri kesinlikle. Thank the gods şu an deli aşık olup birlikte olamadığım biri yok ki içimi o kadar acıtmıyor dinlerken, ama 1.55'teki bölümüne tapıyorum kesinlikle. Ayrıca 2.55'te Bowie'nin "Without you I'm nothing" deyişine ayrı tapıyorum.

I'm unclean, a libertine
And every time you vent your spleen,
I seem to lose the power of speech,
You're slipping slowly from my reach.
You grow me like an evergreen,
You never see the lonely me at all

I...
Take the plan, spin it sideways.
I...
Fall.
Without you, I'm nothing.

Take the plan, spin it sideways.
Without you, I'm nothing at all.

Tuesday, 23 February 2010

goldsmiths


University of London'un bir bölümü -ve aynı zamanda Brian Molko'nun mezun olduğu okul- olan Goldsmiths College başvurduğum 3 okul arasında en çok istediğimdi. Bugün Gender Studies bölümünden koşullu kabul geldi, koşul da 2:1 degree'm olması. Degree notu İngiltere'de son 2 yıla bakılarak hesaplanıyor ve bu durumda bu sene %65 ortalamamın olması gerekiyor kabul edilmek için. Ama İzmir'de bir eğitim danışmanlık bürosuna sorduğumda da "Hayır 4 senenin ortalamasına bakılır" cevabı aldım. Ben hala son 2 sene olduğunu düşünüyorum, çünkü benimle aynı okuldan mezun olan diğer öğrencilerin son 2 yılına bakılırken benim 4 yılıma bakmaları saçma olur. Eğer 4 yılsa gerçekten ve Yeditepe'yi de Kent'e eklemem gerekiyorsa çoooook çok karışacak ortalama hesabım.


Sizce?

Deli gibi azimli öğrenci moduna geçip o 65'i almalıyım kesinlikle. Diğer 2 başvuruma henüz cevap gelmedi.

the vault pt.2

Yangında kendimden önce kurtaracaklarım arasına 2 yeni cici daha eklemiş bulunuyorum (2-3 hafta oldu ama ancak yazıyorum aslında).

MbMJ Totally Turnlock Billfold

MbMJ Jelly Jacquard Pochette in Brownie








PS: Şu an fark ettim ki birisi "the L Word Shane'in penisi var mı" diye google'da aratıp blog'uma ulaşmış. LOL out loud yani, Shane bir kadın olduğuna göre penisi olma ihtimali ne kadar? Strap-on diyoruz biz ona.

Sunday, 21 February 2010

love music hate homophobia


İngiltere'nin her yerinden üniversite öğrencilerinin katıldığı National Student Pride bu sene 6 Mart Cumartesi yapılacak. Geçen sene çok eğlendiğim ve Brighton'a taptığım için bu sene de kesin gidecektim ama artık clubber kişiliğim tamamen yok olduğundan ve kırık ayağım pub crawl kaldıracak halde olmadığından sadece gündüz event'lerine katılırım diye düşünüyordum. Bu aralar pek bir hoşuma giden Chew Lips'i programa ekleyerek beni benden aldılar kendileri, o yüzden şimdi tamamına katılacağım. Tamamı dediğim Chew Lips sahneden inene kadar, gece 4'te başlayan after party'e ne çeşit insan üstü varlıklar enerji yetiştirebilecekler emin değilim.

Gündüz Itty Bitty Titty Committee gösterilecekmiş ayrıca, özlemiştim o filmi çok, süper oldu.

Saturday, 20 February 2010

you were standing on another track like a real aristocrat

Okula gitmek için bile erken uyanmaya üşenen bir insan olarak bu sabah dağıtılan YSL Manifesto tote'lardan almak için sabahın 7 buçuğunda kalkıp Londra'ya gittim hiç üşenmeden. Tam tren yaklaşırken son anda YSL Facebook sayfasından kesin nerede dağıtılacakmış bir bakayım dedim, ben Bond Street'e gitmeyi planlamışken Covent Garden yazıyordu, iyi ki bakmışım yani. Sonuç olarak iç bayıltıcı bir metro yolculuğu sonunda dağıtım saatinden (11.00) 15 dakika önce Covent Garden istasyonundan dışarı adımımı attığımda hiç de beklediğim gibi "2 saat nerede dağıtıldığını aramak zorunda kalacağım, insanlar izdiham içinde kapışıyor olacaklar" şeklinde bir ortam yoktu, 2-3 tane kız sakin sakin gelene geçene dağıtıyorlardı YSL tote'ları. Onu alıp tekrar metroya binip Oxford Circus H&M'e gittim yeni Sonia Rykiel koleksiyonuna bakmak için. Fashionista izdihamı asıl orada yaşanıyormuş meğer. Koleksiyonun satışa çıkmasının üzerinden sadece 2 saat geçmesine rağmen XS ve S dışında tek bir şey kalmamıştı, son M ve L bana denk geldi sanırım. Ayrıca H&M'in kalıpları zaten normalden küçük olduğuna göre XS hangi yaratıklar giyiyor bilemiyorum, ilginç.

Blog'uma eklemiş olduğum bir adet şey sayesinde kim nereden buraya geliyor bakıp eğleniyorum bir kaç gündür. Dilara'nın -Strasbourg'da başka okuyucum yoktur herhalde :) - varlığından haberdar olmak bana mutluluk veriyor. Ayrıca gayet enteresan bir şekilde istisnasız her gün Google'da "nasıl cool olunur" diye aratıp cool kid olmakla ilgili yazıma ulaştıklarını görüyorum insanların. Çok garip gerçekten. Eğer buraya bu yüzden geldiyseniz boşuna, cool olmak internetten öğrenilecek şey değil nitekim, özenilesi bir şey de sayılmaz.

Asıl bahsetmek istediğim gerizekalının tekinin "sarhoş etmek için İMOVANE" diye aratıp benim uyku ilacım Imovane'dan bahsettiğim yazıya gelmiş olması. Birincisi i harfi büyük olduğunda noktalı olmuyor, I oluyor, hala öğrenemiyor insanlar sinirleniyorum. İkincisi insanların uyuyabilmesi için üretilmiş bir hapı tecavüz hapı olarak kullanmayı akıl eden zihniyetten (Imovane kesinlikle "hadi kafa olalım" şeklinde alınacak etkiyi yapan bir hap olmadığından amaç bu sanıyorum ki) de tiksiniyorum ayrıca, her kim aradıysa bir zahmet gidip kendini öldürsün lütfen. Ya da ilaç dolabımda kutular dolusu Imovane var, hepsini yutturup gecenin bir yarısı Tarlabaşı'nın ortasına bırakayım kendisini. Buraya bak sen: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=allah%C4%B1m+madem+yaratt%C4%B1n+takip+et

Tuesday, 16 February 2010

if at first you don't succeed, failure may be your style

Kalbimin prensesi Florence okulumuzun 2010 SummerBall'unda sahneye çıkacakmış. 15 Mayıs Florence + the Machine biletimi almış olduğumdan buna 44 pound verip gidesim yok, the Venue ortamından ayrı bir nefret ediyorum zaten, ama yine de Florence ile bir süre aynı şehrin havasını soluyacak olmak ve hatta o gece the Venue arka kapısında stalkerlık yapabilme potansiyeli bile heyecan verici.

Bu akşam Duygu'ya Babyshambles biletini vermek için Londra'ya gidiyorum yine, aylardır uğramadığım Wotever'a gitmeye karar verdik yemek yedikten sonra. Bu gece Wotever'da Quentin Crisp'in ölmeden önceki son görüntülerini içeren bir kısa film gösterilecekmiş ve Quentin Crisp seviyorum kesinlikle.

"The very purpose of existence is to reconcile the glowing opinion we hold of ourselves with the appalling things that other people think about us." --Quentin Crisp

Monday, 15 February 2010

A Single Man + I Can't Think Straight

Dün Londra'da A Single Man izlemeyi başardım sonunda. Aylardır bu filmi bekliyor olduğum gibi hayatımda hiç bir filmi beklememiştim, izlemeden önceki gece heyecandan zor uyudum, o derece. Son derece yüksek olan beklentilerime rağmen hayal kırıklığına uğratmadı beni A Single Man.

Film Christopher Isherwood'un aynı adlı romanından Tom Ford tarafından uyarlandı bilmeyenler için. Isherwood'un partneri Don Bachardy'nin -filmde İngilizce hocalarından biri olarak görünüyor- kendisini başkası için terk etmesinin ardından kaleme aldığı roman, 16 yıllık sevgilisi ölen George'un hayatındaki bir günü başından sonuna bizlere gösteriyor.

George karakteri Colin Firth için yazılmış sanki, o derece üzerine oturmuş. Filmi izlediğinizde Firth'ün bu rolle neden Venedik Film Festivali'nde En İyi Aktör ödülü aldığını ve aynı dalda Golden Globe ve Akademi ödülüne aday gösterildiğini anlayacaksınız. Aşağıdaki fotoğrafta ve filmin genelinde görebileceğiniz yüz ifadesi verilmek istenen yalnızlık, umutsuzluk ve hüzün hissini çok iyi yansıtıyor. George'un sevgilisi olmadan yaşama devam edemeyen, bir nevi ayakta ölü modunda bir adam haline geldiğini açıkça görebiliyoruz.



Eğer hareketli filmlerinden hoşlanıyorsanız bu filmi büyük ihtimalle sıkıcı bulacaksınız, çünkü çok durgun ve yavaş ilerleyen bir film. Ayrıca tam bir melankoli ve umutsuzluk hakim, başlamasından 5 dakika geçmeden salonun çoğunun ağladığı duyulabiliyordu. Bence kesinlikle görülmeli, ama hüzünlü bir ruh halindeyken görülse daha iyi çünkü odun ötesi biri değilseniz kesinlikle ağlayacaksınız.

Filmde en sevdiğim nokta George'un eşcinsel olmasının sadece ufak bir detay olarak gösterilmesi; filmin ana öğesi sevgilisinin erkek olması değil, ölmüş olması. Ayrıca filmde renkler mükemmel bir şekilde kullanılmış. George'un ruh haline göre donuk, nötr tonlardan sıcak, canlı tonlara geçen renklere dikkat edin. Tom Ford'dan daha azını beklemezdim zaten.



A Single Man sonrası içine edilmiş moralime sıcak bir White Mocha ve Shamim Sarif filmi I Can't Think Straight süper geldi. Alt ya da orta sınıf LGBT temalı filmlerden sıkılmış olan bir insan olarak benim için bu sefer en azından kızlardan birinin mega üst sınıf olması iyi bir değişiklikti. Arada bir çok güldüğüm anlar dışında öyle çok da süper bir film değildi, denk gelirse izleyin ama denk gelmezse piyasada aynı konuyu işleyen çok daha başarılı filmler mevcut. Coming out hikayeleri içimi sıkıyor benim ayrıca, iki karakter de out and proud lezbiyen insanlar olarak tanışırlarsa daha çok hoşuma gidiyor.


Ayrıca filmdeki başrol bayanlarından biri olan Lisa Ray'e dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu kadar etkileyici olamaz bir insan. Yok artık.



Bu arada fotoğrafı için Google'larken öğrendim ki Lisa Ray kansermiş. Üzüldüm.

Random pics from V day:



Friday, 12 February 2010

understand this is a dream



Ruhuma ciddi anlamda dokunabilmiş 3-5 gruptan biri olan The Juliana Theory yıllar önce dağılmıştı. 2010 Ağustos'ta Amerika'da 6 konser vermek için son kez bir araya geleceklermiş ama insan bari tek bir kez de olsa Avrupa'nın herhangi bir yerine uğrar değil mi? Gidebilmek için ilk çocuğumu rahatlıkla feda edeceğim bu konserlerin hiç birine gidemiyorum kısacası. Life's not fair.

Did you really think that it was over,
when you hung up the phone, and said goodnight?
And did you ever think that it'd be too much?
I can't leave without saying goodbye


So did you really think that you could take it?
Could you make it alone tonight?
I never could have hoped for anything more
Be my angel if you can, alright


You always say goodnight, and you, you always say goodnight.

So baby did you sleep an hour for me?
How I wish I was there right now
I wasn't gonna tell you I could change things
I'm afraid I never will know how


But I don't really think that I can take it
Will I make it alone somehow?
So hold me in your arms before I leave you
I'll be back as soon as time allows


You always say goodnight, yeah, and you

you always say goodnight.
Goodnight.

Goodnight The Juliana Theory, and goodbye.

some people are gay, get over it pt.3

Alexander McQueen'in ölüm haberi üzerine sözlükteki başlığını okuyordum ki, en kibar şekilde densiz olarak tanımlayabileceğim bir yaşam formunun entry'sine denk geldim.

32.ibne olmanın cezasını öbür tarafta çekecek kafir. artık zebanilere tasarlarsın kıyafetlerini zındık seni.
(hayvansi terlik, 11.02.2010 21:22)

Kanım sinirden beynime sıçramak üzereydi ama yine de "Yok artık, ciddi ciddi kimse böyle birşey yazmamıştır?" diye düşünüp söz konusu varlığın diğer entry'lerine baktım. Tiksinme refleksimi fazlasıyla tahrik eden konsept hepsinde mevcut, homofobi mi istersiniz kadın düşmanlığı mı, ne ararsanız var:





Gerçekten inanılır gibi değil. Böyleleri (böyle insan demeyi uygun göremedim nedense) kendileriyle nasıl yaşıyorlar?

Onu da geçtim, sözlüğün artık iyice çivisi çıkmış bir yer haline geldiğinin kanıtı bu. Kesinlikle bir kontrol mekanizması gerekiyor, düşünce özgürlüğü iyi tamam da, herkesin yarrak ibne ıvır zıvır saydırma ya da nefret dolu düşünceleri yayma özgürlüğü de olmamalı mahalle kıraathanesi gibi.

Bunun üzerine birden fark ettim ki böyle insanlar uçurumdan aşağı düşmek üzere olsalar ve tek kurtuluşları benim elimin onları tutuyor olması olsa; ailesi, sevdikleri vardır diye bir saniye düşünmeden bırakır ve en ufak bir vicdan azabı da duymam sanırım.