
Friday, 13 March 2009
my desolate ada

Thursday, 12 March 2009
the last word
Evet, The L Word'ün son sahnesini görmektesiniz yukarıda. Pazar gecesi yayınlandı son bölüm, Salı günü izledim, ve 2 gün geçmesine rağmen hala bir garip hissediyorum. "Son kez the L Word izliyorum" cümlesi yanıp sönüyordu kafamda izlemeden önce, Salı'ya kadar bekledim, izlemek istemedi canım, abartı gelecek ama cenaze modundaydım tamamen. Çok çok iyi bir arkadaşım ölmüş gibi. Evet saçma olabilir dediğim gibi, ama hayatımda hiç bir dizi benim hayatımı bu kadar değiştirmemişti, benim için bu derece önemli olmamıştı, ve bitiyor olması aşırı etkiledi cidden beni. O kadar heyecan yapıp son bölümü izledikten sonra hem kafam karıştı, hem de hayal kırıklığına uğradım. 6. sezon zaten başından beri baymıştı beni ama bu kadar mükemmel bir dizi bu şekilde bitmemeliydi kesinlikle.
SPOILER!!
Helena ve Dylan birlikte olmalıydı bir kere. Ayrıca çok şey havada kaldı: Jenny Dylan'ın kandırıldığını bildiğini ne zaman öğrendi? Max'e ve bebeğine noldu? Molly nereden çıktı, mektubu okuduktan sonra Shane'le aralarında birşeyler geçmeliydi bence. Nikki ne arıyordu çalıların içinde? Yıllardır uyuzluğuyla gönüllerimizde taht kurmuş olan Jenny neden son bölümde birden canım cicim bir moddaydı? İntihar edeceği için miydi acaba? İntihar mı etti, yoksa öldü mü? "Who killed Jenny?" diye aylardır reklam yaptıktan sonra Jenny'yi kim öldürdü, kendi mi öldü, kaza mıydı, intihar mıydı, sonuçta kim suçlandı falan filan gibi şeylerin hepsinin cevapsız kalması saçma cidden. Ya the L Word Movie ya da dizinin spin-off'u the Farm cevaplar umarım sorularımı.
Jenny'nin ölümü konusunda ise intihar mı etti, Bette mi öldürdü yoksa hepsi mi yaptılar seçenekleri arasında kararsız kaldım.
Friday, 6 March 2009
they just buy tight jeans till they nuts hang all out boy
Thursday, 5 March 2009
if only tonight we could sleep..

Nüfusun %73'ünün L, G, B ya da T; %21'inin kararsız ve %6'sının straight olduğu şehir Brighton'a gidiyorum yarın. Student Pride ve Winter Pride var haftasonu boyunca. Normalde İngiltere'nin en önemli pride organizasyonu olan ve San Francisco/LA olmasa dünyadaki en süper pride da olabileceğini tahmin ettiğim Brighton Pride (yaz sonu yapılan) kadar eğlenceli olur mu bilemiyorum ama ben içtiği kokteyllerden kimseyi takmayacak kıvama gelmiş gülerek kendi kendine dans eden bir kişi haline gelene kadar eğlenmeye kararlıyım.
Private Dancer'ı sipariş verdim bugün Amazon'dan Mighty Boosh'larımla birlikte. Neredeyse onun kadar iyi olan başka bir hikaye daha buldum bugün ayrıca sanırım. Mutluyum.
Ev arkadaşlarımdan gittikçe daha da tiksinir hale gelmiş bulunuyorum son 2 haftadır. Özellikle yan odamdakini gece yastıkla boğmaktan büyük zevk alabilirdim suç olmasa. Dünyadaki en sıcak ve sevmesi kolay insan olmadığımı biliyorum ama asla ve asla gece 3te eve sarhoş gelip bağırıp çağırdığım, sabahlara kadar bangır bangır müzik dinlediğim -hatta başkası rahatsız olmasın diye kulaklıkla dinliyorum, thank you very much- ya da aynı evde yaşadığım birinin hakkında fısır fısır dedikodu yaptığım görülmemiştir. Bu kadarına küfretmeden ancak görgüsüzlük ötesi tanımını yakıştırabiliyorum. Ben şu satırları yazarken gerizekalı insan 80lerin pop şarkılarını evin tamamına yayın yapmakta. Herkeste bir The Cure'un popüler şarkılarını, 70ler Amerikan folk'u ve türlü abuk şeyler dinleme hevesi bugünlerde, nedir? Mesela Ghostbusters çalıyor şu an hmhmhmh.
Annem dışında kimseyle aynı evde yaşayamadım hayatım boyunca, babamla bile 2 günden fazla aynı ortamda bulununca deliriyoruz. Hatta şu anda fark ettim, Lisa'dan başka bana 2-3 gün üst üste katlanabilen insan yok. 24 saat bir arada olsak o bile katlanamaz belki. Ama ev arkadaşımın öküz olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu.
Sabah Lisa'dan evime dönerken gece tren raylarının buz tutması nedeniyle 2 saatlik bir gecikme sonrası otobüs-tren-tren-otobüs şeklinde ancak evime ulaşabildim. British National Rail'e buradan selamlarımı yollamak istiyorum.
Geçen haftaki NME cd'sindeki Art Brut-Catch mükemmel bir cover olmuş. Orijinalinden (The Cure) bile iyi belki de. Ayrıca Eddie Argos Eurovision'a katılmalı kesinlikle İngiltere adına.
Yes I know who you remind me of
A girl I think I used to know
Yes I'd see her when the day got colder
On those days when it felt like snow
You know I even think that she stared like you
She used to just stand there and stare
And roll her eyes right up to heaven
And make like I just wasn't there
And she used to fall down a lot
That girl was always falling
Again and again
And I used to sometimes try to catch her
But I never even caught her name
Monday, 2 March 2009
michelle, possess and undress me

Ve Michelle Wolff obsesyonum gökyüzüne yükselen boyutlara ulaşmış durumda. 1 milyar uçak bileti parası bayılıp Los Angeles Pride'a ya da LA'deki favori gay barına gitmeyi planlamaktayım ciddi halde. Stalker'vari davranışımın bahanesi ise kendimi onun hayatımın kadını olduğuna inandırmış olmam. Benden 15 (tahminen) yaş büyük olması, dünyanın öbür ucunda yaşaması, bir sürü baby dyke'ın götünün dibinde dolanıyor olması ve kocaman egosu takıntı seviyemde en ufak bir düşüşe yol açamıyor malesef. Onun dışındaki herkes çirkin geliyor bana. NME Big Gig öncesi The O2'da Strongbow içip sevgilimi beklerken aşırı derecede Michelle'e benzeyen ve "Oha kız aşırı taş" edasıyla ağzımın ciddi anlamda bir O şeklini almasına neden olan birini gördüğümden ve o biri bana baktığında heyecandan fena olduğumdan bahsetmiş miydim? Sonra telefonu çaldı o birinin, ve sesini duyduktan sonra anladım ki aslında kendisi bir kız değil, fazla skinny jean'iyle bir adet indie boy'muş. Pfh. Talk about luck.
Tuesday, 24 February 2009
ben sensiz istanbul'a düşmanım
Paramparça
Paramparça ne varsa kadınım
Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
Ne olur, gel, gel, gel, gel
Ben sensiz İstanbul’a düşmanım.
Şu sözlerin ne kadar doğru olduğunu hissetmek korkutuyor beni. Geçen seneki halime dönmekten, yine depresyona girmekten, yine öyle hissetmekten korkuyorum.
Sen de hala paramparça mısın kadınım?
Monday, 23 February 2009
never again alone in the dark
So I... I will paint you in silver, I will wrap you in cold
I will lift up your voice as I sink
Your sins into me
Oh, my beautiful one, now
Your sins into me
As a rapturous voice escapes, I will tremble a prayer
And I'll beg for forgiveness
Your sins into me

Don't waste your touch, you won't feel anything
Or were you sent to save me?
I've thought too much, you won't find anything...
Worthy of redeeming
Look what I've built, it shines so beautifully
Now watch as it destroys me
To... break down, and cease all feeling
Burn now, what once was breathing
Reach out, and you may take my heart away
I left it all behind, and never said goodbye
I left it all to die
I saw its birth, I watched it grow
I felt it change me
I took the life, I ate it slow
Now it consumes me
i lied my face off when i said that i would be okay
Sonunda İstanbul'a ulaştıktan sonra bütün günü uyuyarak geçirdik, Nevizade'ye gittik akşam. Ne kadar Türk yemeği varsa hepsini yedik sanırım 3 günde. O piuuu yapan sokakta yerde satılan minik elektronik kedilerden istiyorum bu arada, bana alıp yollamak isteyen varsa sonsuza kadar sevgimin sahibi olabilir.
İstanbul değişmiş yine, aynı insanlar, tavırları ve gittikleri mekanlar değişmiş. Geçen sene göt göte olduğumuz insanları bu sene cool kid tavırları içinde Taksim'de takılırken görmek midemi bulandırdı, tanıdığım birçok insan yanımdan geçerken kafamı çevirdim görmemiş gibi, konuşasım gelmedi hiçbiriyle. İlke, Gencer ve Cansu'yu gördüm sadece, zaten onlar ve Zeynep dışında başka da görmem gereken biri yoktu pek. Ben bilmemkaç bin kilometre uzaktan %40 onu görme amacıyla İstanbul'a gelirken Cansu hanfendinin önce beni 2 saat bekletmesi, ertesi gün yine saatlerce gelmemesi, gelince aramaması, ben arayınca "Bekle geliyorum" demesi ve ben soğukta götüm donarak beklemekten sıkılıp tekrar "Nerdesin" demek için arayınca "Yan sokaktayım ama gelemicem ben" yapması saçma geldi açıkçası. Kaba ötesi bir davranış olmasının yanında başkası bana onda birini yapsa siktiri çekeceğim şeylerdi. Ona o gün birşey dememiş olsam da bundan sonra o benimle konuşmak ya da beni görmek için fazlasıyla çaba göstermedikçe benden en ufak bir adım görmeyeceğini de burada belirtmek istedim.
Güzeldi İstanbul, şehrin büyüsünü hiç bu kadar hissetmemiştim orada yaşadığım süre boyunca. Hayatımın bir döneminde tekrar Cadde'de yaşamalıyım kesinlikle, gece Taksim'den dönerken dolmuştan Caddebostan'ta inip eve yürümeliyim iPod dinlerken.
It's not fair, it's not even close.
You fed me the sun,
Burned me up inside and watched me choke
On everything we did,
On everything we lived.
Let's see if I can live again.
I lied my face off when I said
That I would be okay.
It's never fine when you go away.
These cuts run deep,
These scars are permanent and always on display.
This makes things difficult for me.
Monday, 16 February 2009
casually dressed and deep in conversation

Monogamy mümkün mü acaba gerçek anlamda? Aldatmak nedir, bi-bok-yedim-ama-ona-karşı-bişey-hissetmiyodum-aşkım mı aldatmak, yoksa biriyle birlikteyken başkasını düşünmek mi? Şu hayatta bir kere olsun tek eşli bir insan olamamam ama beni aldatan eski sevgililerime yıllar sonra hala içten içe kin duyuyor olmam nasıl bir mantık? Beni seven her insana bir şekilde yalan söylemiş ya da söylüyor olmam beni dandik bir insan mı yapıyor? Bilemiyorum. En iyisi bunu hiç sorgulamamak belki de.
Sevgililer Günü'm bu sene sabah 5.30'da kalkıp normal insanların uyanma saatini bekleyerek Die Hard 4 izlememle başladı, Queer As Folk'un bütün bölümlerini baştan sona izleyerek devam etti, Maidstone'daki gay bara gidip o aşırı güzel kızın bana gülümsemesinden sonra eve gidip Die Hard 1 izledikten sonra sona erdi. Bugün de Die Hard 2 ve 3 izledim, Pazar sabahi 8'de ayakta olmama ve 1 saat önce uyku ilacımı almama rağmen hala en ufak uykumun olmamasından bahsetmiyorum. Sanırım hopeless romantic kişiliğim uykuda bu sene, St. Valentine'ın kemikleri sızlamıştır benim gibi bir insan böyle bir günde olabilen en anti-romantik filmi izlerken.
Uyku problemim var bir adet, nedir bilemiyorum ama ciddi şekilde uyuz olmaya başladım artık. Uyuyamıyorum bütün gece, sonunda uyuyabildiğimde de abuk derecede erken uyanıyorum. "If only tonight we could sleep" geldi aklıma, sonra düşündüm uyku konseptli başka ne var şarkı diye, "it's past 3 am and i'm still far from sleep"'i buldum. "I can't sleep, I'm up all night" dedim daha sonra, ve Enrique Iglesias yani, o derece sıkıntılı bir ruh halindeyim şu an.
Angel don't take those sleeping pills you don't need them
Though it's just time they kill
Angel give me your sleeping pills you don't need them
Give me the time they kill
You're a water sign I'm an air sign
Gone gone to Valium can you get me some?
Wednesday, 11 February 2009
hardcore, girlcore, dancing in the ballroom
Çok beğendim linkteki yazıyı, femme olduğu için straight zannedilmeye uyuz olmakla ilgili.
Industrial Pink'e gidiyorum bu akşam ilk kez. Girls And boYs'daki o uyuz olduğum kız da Facebook'ta attending görünüyor, Jolie ya da Joey adı, öyle birşeyler, emin değilim. Neyse, işin garip kısmı bugün oraya birlikte gideceğim kızın eski sevgilisiymiş bu sinir olduğum tip, ve ikisi de birbirlerine sinir oluyorlarmış şu an. Garip şeyler olabilir yani bu gece. Cat fight!!