Thursday, 11 February 2010

some people are gay, get over it

Sözlük'te Esra Erol'un izdivaç programında bir kadının başka bir kadına talip olmasıyla ilgili entry'i gördükten sonra acaba doğru mudur diye merak ediyordum. Kısmen doğruymuş. Olayla ilgili haberi burada okuduktan sonra kafama takılanlar:

-Böyle programlar popüler hale geldiğinden beri yıllardır hep "Biz de arayıp kadına talip olsak nolur acaba ahaha" şeklinde muhabbetler geçmişti bir sürü arkadaşımla aramda. Bazen öyle şeyler oluyor ki böyle programlarda, insanlar o kadar "yok artık" derecesinde salak laflar ediyorlar ki, programın tamamı kurgu mu diye merak etmeden duramıyorum. Eğer kurgu değilse ve bu kadın ciddi ciddi aradıysa cesaretinden ötürü tebrik etmek gerek kendisini. Lezbiyen değilse ve sadece eğlencesine aradıysa bile eşcinsellik kimsenin haber yapmaya gerek duymayacağı kadar normal hale gelene kadar gerekirse rahatsız edicilik seviyesinde toplumun gözüne bir şekilde sokulmalı diye düşünüyorum, bu yüzden yine de tebrik edilmeli. Eğer kurguysa, Esra Erol'un az sonra bahsedeceğim şekilde leş tepkiler verip homofobi üzerinden rating kazanması üzerine kurgulanmış bir programın varlığı bile ne kadar içler acısı.

"Eda Hanım, "Ben Hollanda'da bir kadınla evlendim. Hollanda'da evim var. Maddi durumum da iyi. Oradaki bayanlardan beni anlayacak biriyle evlenmek, beraber yaşamak istiyorum" deyince başta sunucu Esra Erol olmak üzere stüdyodaki herkes dondu, kaldı. Sunucu Erol, ilk şoku atlatır atlatmaz, "Haydi git başka programlara" diyerek, sesi yayından aldırdı ve kameraya dönüp, izleyicilerle dertleşmeye başladı. "Bu hanım şov yapmak istedi. Biz de buna istemeden alet olduk. Çeşit çeşit insan var. Kimsenin cinsel tercihi bizi ilgilendirmiyor ama bu sadece şov amaçlı. İyi de Serdar Bey'i niye kullandı?" diyerek üzüntüsünü dile getirdi."

-"Haydi git başka programlara" nedir bir kere? Görgü ya da terbiyeden en ufak bir şekilde nasibini almamış böyle lafları insanlar nasıl ülkenin en çok izlenen televizyon kanallarında edip hala işlerine sahip olabiliyorlar? "Bu programın konsepti bu değil, biz burada kadınların kendilerini erkeklere beğendirebilmek için bir taraflarını yırttıkları ve aklı başında tek bir insanın ciddi ciddi oturup izlemediği bir program yapıyoruz" yeterli olurdu bence.

-"Kimsenin cinsel tercihi bizi ilgilendirmiyor" ama bıdı bıdı bıdı bıdı. Cinsel tercihin beni ilgilendirmiyor ama hayatımda eşcinselliğini istemem. Eşcinsel olmana saygı duyuyorum ama sokakta el ele geziyorsunuz rahatsız oluyoruz. Gay olabilirsin, bana bundan bahsetmediğin sürece sorun değil.

Böyle insanlar hakkında ne düşündüğümü f word kullanmadan anlatabilmem mümkün değil.

"Sinirlerine hakim olmakta güçlük çektiği gözlenen Erol konuşmasını şöyle sürdürdü: "İyi oldu be, renk geldi programa... Hep birlikte güldük, eğlendik. Aslında söyleyecek çok söz var ama terbiyem müsaade etmiyor... Ama ben o telefon numarasını bulurum. Arayan kişinin de canını yakarım..." "

-Buna ne desem bilemedim gerçekten, sanırım Esra Erol insanının lafları gayet kendi kendini açıklıyor. Terbiyesi müsaade etmiyormuş. Hangi terbiyesi acaba? Bir kadın olarak son derece kadını aşağılayan bir programı sunup hala kendiyle yaşamaya devam etmesine yardımcı olan terbiyesi mi, yoksa kendisininki gibi olmayan her türlü sevginin "yanlış" ve o sevgiden hastalıklı olma derecesine varan bir şekilde nefret etmenin "doğru" olduğunu söyleyen terbiyesi mi?

-"Ben o telefon numarasını bulurum, arayan kişinin de canını yakarım" şeklinde tehditlerle bu kadının hala nasıl bir işi var? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki insanlar bunu tamamen normal karşılıyor? Haberin altındaki yorumlara bakıyorum, tamamen YAZIK diyesim geliyor. O daracık kafalarının içine hapsolarak yaşayıp gidecek olan o insanlara yazık.

on most surfaces

Okulun tatil olması dileğim gerçekleşti gayet. Üniversite tepenin üstünde olduğundan ve oraya çıkan yol kapandığından kampüse ulaşılamıyormuş.



Wednesday, 10 February 2010

better you than me

Gideceğim workshop'a daha 1 saat var diye zaman geçirmek için okulda kütüphaneye gidip video-DVD izleme yerlerinden birine oturmuş Okin'in Rawls'a feminist eleştirisini okuyordum ki videolar arasında gözüme Gay Classics diye birşey çarptı ve alıp izlemeye karar verdim. Çocukluğumdan beri VHS izlememiştim, ileri-geri sarmak ne kadar işkenceymiş unutmuşum. Video kasetteki kısa filmlerin ilki 1950 yapımı bir sessiz filmdi, sessizlik neden bilmiyorum aşırı rahatsız etti beni. İkincisi, Flames of Passion, inanılmaz derecede romantik ve şirindi. Bundan sonra bir süre trenlerdeki insanlara farklı bir gözle bakacağım sanırım.



Kütüphaneden dışarı çıktığımdaysa azıcık kar yerini çok çılgın bir kar fırtınasına bırakmıştı. Okul tatil ve hayat süper olsa.



Kafamda sürekli Delphic var bugünlerde..

Missing the life gone by that I have lost
I'm missing the better times that I had lost
When you're near me I get tired
When you follow
When you speak what you say is what will go

Doubt, in it all for me
I've hit the wall, all thats left for you is doubt
Better you than me, I've so far to fall
But I can't change now

Tuesday, 9 February 2010

the alternative to real world

Londra'nın en süper yanı müzelerin ücretsiz olması ve genelde koleksiyonları o kadar iyi ki, kitap sayfalarında görmeye alıştığınız o ünlü resimleri karşınızda görünce içiniz bir garip oluyor, yüzyıllar öncesine ait bir sırra dahil olmuş gibi hissediyorsunuz kendinizi.

National Gallery'deki Kienholz: The Hoerengracht sergisine gidesim var bu aralar, Amsterdam'daki Red Light District'in bir kopyasını yaratmışlar.




Frans Hals'in Portrait of a Young Man Holding a Skull resmi beni çok etkilemiştir hep, çocuğun (evet adam değil o, ergen gibi daha çok) yüzündeki ifadeden belki, bilmiyorum. Dünya üzerindeki en çok görmek istediğim portre diyebilirim. Acaba nerededir diye bakayım dedim ve süper bir tesadüf eseri National Gallery'de ikamet etmekteymiş kendisi.


National Gallery'de görülecekler listesi:
Venus and Mars, about 1485, Sandro Botticelli, Room 58
Bathers at La Grenouillère, 1869, Claude-Oscar Monet, Room 43
Samson and Delilah, about 1609-10, Peter Paul Rubens, Room 29
Self Portrait at the Age of 34, 1640, Rembrandt, Room 24
Young Man holding a Skull (Vanitas), 1626-8, Frans Hals, Room 24
Sunflowers, 1888, Vincent van Gogh, Room 45
The Entombment, about 1500-1, Michelangelo, Room 8
The Madonna of the Pinks ('La Madonna dei Garofani'), about 1506-7, Raphael, Room 8
The Leonardo Cartoon, about 1499-1500, Leonardo da Vinci, Room 2
Guided tour: 60-minute taster tour of the collection, Every day 11.30am and 2.30pm, Sainsbury Wing Information Desk
Exhibition: Kienholz: The Hoerengracht, 18 November 2009 – 21 February 2010, Sunley Room, Admission free

Monday, 8 February 2010

everything i know is suddenly gone

Hiç uzun zamandır aradığınız ama bulamadığınız bir şey aslında dibinizde olduğu halde bakıp da görmemiş olduğunuzu fark ettiğiniz olur mu? Bugün öyle oldu benim için, çokk uzun zamandır tanıdığım ama nedense hiç yüzeyinin altına inmemiş olduğum bir insanın aslında ne kadar ilgi çekici olduğunu fark ettim. İçimde yine değerli bir insan bulduğuma dair o kıpırtıyı hissettim, ve mutlu oldum. Aynı zamanda değer verdiğim bir insanın ileride onu çok üzeceğinden emin olduğum bir hata yapmasına şahit oldum bugün, onu durdurmak için yapabileceğim bir şey yoktu çünkü o hatayı yapacağını zaten önceden biliyordum. Bazen insanın yeterince üzülmeden alması gereken dersi alamadığının ve "Ben sana demiştim" demek zorunda kalacağımın da farkındayım. Ve hayır, öyle demek hoşuma gitmiyor.

Delphic ruh halindeyim son birkaç haftadır. Eylül'de La Roux'nun alt grubuyken izlemiştim onları ama o zaman bitse de gitsinler modunda olduğumdan pek dikkat etmemiştim. Daha şarkılarını bilmiyorken konserde izlediğim grupları sonradan çok sevip o konsere geri dönebilmeyi dilemeye sinir oluyorum ayrıca.

We all return to change
We all have time to change
We swim against the tide
Look back into the past
We all do anything
We live in unconditional change

A call to all
A call to us
A call to everything you wanted
It's your life
It's your life.

Sunday, 7 February 2010

passio factionis

Son zamanlarda fazla modadan bahsedip durmamdan sıkılanlarınız varsa yeni bir blog'um var artık, evet:

Passio Factionis

Moda ve türevleriyle ilgili post'larımı bundan sonra orada bulabilirsiniz.

Friday, 29 January 2010

happiness hit her like a train on a track

Son zamanlarda emaillerime sürekli olarak ulaşamıyor olmanın eksikliğini iyice hissetmeye başladım. Her ne kadar zamanının %90ını evde ve evde olduğu her dakikayı uyku, duş ve yemek dışında laptop başında geçiren bir insan olsam da bu bana yetmiyordu artık. Evet, indirim mailinin mailing list üyelerine ulaşması ve bir Marc Jacobs ayakkabının sold out olması arasında geçen dakikaları bir elinizin parmaklarıyla sayabileceğinizi bilseniz siz de bana hak verirdiniz sevgili okuyucular. Aynı şey konser biletleri için de geçerli. Ve bu aralar okulsal durumlarım çok çılgın olduğu için de maillerime sürekli ulaşabilir halde olmam gerek, evet. Ayrıca netbook'um her ne kadar mini ötesi de olsa açılması için beklemem gereken o 1-2 dakika beni sinir ediyor. Bunlar da kendime bir adet Blackberry almamın çok gerekli olduğuna dair sunduğum bahaneler. Bir nevi justification da denebilir. (Dilimizin-içine-ediyorsun'culara not: "Mazur göstermek" justification anlamını tam olarak vermiyor bana göre.)




İşin garip olan kısmı Blackberry'i daha Türkiye'deyken almış olmam. "2 hafta oldu nerede bu telefon" konseptli sayısı tahminen 10'a ulaşan mail'lerime haftalardır cevap vermeyen Orange'ı arayıp "Sizi aradık ama ulaşamadık o yüzden siparişinizi iptal ettik" cevabı aldıktan sonra aklımdan "Kapsama alanınız o kadar dandik ki evimde telefon çekmiyor, o yüzden ulaşamıyorsunuz" geçiyorken telefondaki kızcağızın suçu olmadığını kendime hatırlattım, o da siparişimi bir daha kaydetti. Denedi daha doğrusu, çünkü salak Orange insanları uluslararası kartımı verify edemiyorlarmış da, falanmış filanmış. Sonuç olarak sokağın başındaki Orange'a gittim sabah sabah ve telefonumu kendim aldım, kartım da gayet verify edilebildi, "Bekledim de gelmedin" bir durum değilmiş o kadar, değil mi sevgili Orange yetkilileri? Sonra annemin "Bilmemkaç milyarlık kaç kere ne aldın öyle" diye panik içinde araması sonucu ortaya çıktı ki gayet o "Kredi kartınızda sorun çıktı, tamamlayamadık" dedikleri siparişlerin tutarını provizyona almışlar. Gayet de olmuş yani, nedir anlamadım. Buradan İngiltere'ye taşınacaklara not: Orange'dan uzak durun mümkünse. Diğerlerinden daha pahalı bir operatör(müş) herkesten duyduğuma göre, başka bir operatör kullanmadığım için bilemiyorum, öyle über pahalı değil eğer daha pahalıysa bile, ama kapsama gücü çok çok dandik kesinlikle. Gayet şehrin en ana caddesindeki evimin hiç bir yerinde telefon çekmiyor. Ve son 1-2 haftada anladığım üzere müşteri servisleri tamamen non-existant. Az önce arayıp 20 dakika müzik dinledim telefonda ve açmamışlardı hala kapattığımda, ama müzik zevkleri güzelmiş, Meet Me Halfway ve You've Got the Love dinleyesim geliyordu hep bu aralar, haklarını vermek lazım o nedenle.

Sabah 8.40'ta uyanıp Florence + the Machine biletlerini almayı başardım bugün. Londra'daki 3 konserin 3'ü de sold out görünüyor şu anda.

12 Şubat'ta Fischerspooner vardı, iptal olmuş. Çok izlemek istiyordum Fischerspooner ama matter'daki konserler gece 2 gibi başladığı için biraz da üşeniyordum, rahatlamış olabilirim o yüzden iptal olduğu için.

Son 1 aydır elime aldığım her dergide Tom Ford'un ilk filmi A Single Man'i gördüğüm için filmi çok merak ediyordum ama yorumları okudukça deli gibi izleyesim gelmeye başladı. 2 hafta sonra gösterime giriyormuş.

Bir diğer izlenesi film de the Runaways. Sevgili olarak Dakota Fanning ve Kristen Stewart ayrıca, lol.


Quote of the day for a certain someone: I never wanted anything from you except everything you had and what was left after that too.

Thursday, 28 January 2010

happiness, how'd you get to be happiness

Just got my hands on a MbMJ Softy Zip Clutch in Chocolate!!


Florence + the Machine tickets for May go on sale tomorrow morning.

It's almost Friday.

A certain someone and I have started talking again.

I have loads of reasons to be happy today.

Sunday, 24 January 2010

i heart MJ

Marc Jacobs'ın sınırlı sayıda üretilen, çok az Marc by Marc Jacobs mağazasında oha ucuz fiyatlara satılan special item'ların Londra'daki Marc by Marc Jacobs'da satıldığını öğrendikten sonra gitmek için ölüyordum haftalardır. Cuma gecesi o niyetle evden çıktıktan ve trende üstüme üşenmeler basıp "Pazartesi falan giderim" kararı verdikten sonra First Out'a gittim bir arkadaşımla buluşmak için, 9 double Jack Daniels + diyet kola ve tanımadığım insanların aşırı ısrar etmeleri sonrasında kendimi son trenle dönmekten vazgeçmiş olarak ıyy-hayatta-gitmem-iğrenç bir mekan olan Candy Bar'da striptiz izlerken buldum. Sabah korkunç bir baş ağrısıyla King's College yurtlarının birinde uyandıktan sonra madem-geceyi-burada-geçirdim-bari-alışverişe-gideyim şeklinde MbMJ yolunu tuttum. Kaybolup durmam sonucu Google Maps'in 10 dakika süreceğini iddia ettiği yol 1 saati geçmiş, kırık ayağım artık insan üstü derecelerde acımaya başlamış ve diğer ayağım da kırılmaya yakın hale gelmişken karşımda MbMJ yerine Louis Vuitton bulduktan sonra ölmek üzere olan telefonumun son şarjıyla Google Maps'e girdim. Ters yöne yürümüş olduğumu anladıktan sonra sinirden ağlayarak eve dönmeyi tercih eden escapist kişiliğim ve bu-kadar-boşuna-mı-uğraştın-hadi-son-kez-bi-dene diye bağıran confrontational kişiliğim kapışırken birden önümde beliren South Audley Street levhasını görüp sevinçten zıplamaya başladı içimdeki ayağı hiç kırılmamış self-image.

İçerisi aşırı boş olmasına rağmen fiyatlar Mango Outlet'te Pazar günü 5 kilometrelik kasa sırasına sıra demeden "onu da, bunu da, bu da olsun" şeklinde eline geçeni peşine takılmış zavallı erkek arkadaşının kucağına yığan kadınları cezbedecek haldeydi gerçekten. eBay'de insanlar bunlara bilmeden mi 2 katı para ödüyorlar bilmiyorum. Fiyatı £5 olan ama baktığım 294729 tane etiketin hepsinin XS olması nedeniyle eeh deyip almaktan vazgeçtiğim Pride tshirtü aşırı içimde kaldı özellikle.




Yine kısmen pride konseptli Latince yazılı yüzükler pek şirindi.




Bir de pride demişken, eBay'de gördüğüm bu JC de Castelbajac halıya bayıldım!! Ama kilime de £400 verilmez yani. Yok artık.

My vault



My wishlist