Thursday, 26 March 2009

victims, aren't we all?


21 Şubat 2002, 14.30, Alsancak, Sevinç'in önü. Arka Sokak, çilekli çikolata, hava kapalı İzmir'de o gün. Mavişehir'deki kırmızı ışıklı odam, The Crow ve ölümsüz aşk, upuzun karamel saçların, siyah göz kalemin. Gün batımında Konak'tan Alsancak'a doğru yürüyoruz seninle Kordon'da. Avni Akyol'da Lise 2'deyiz ikimiz de, hala yürüyoruz. Güneş batıyor, bizden başkası yok Kordon'da. Evdeyiz sonunda, uyumam gerek, daha 2 saatimiz var, yanındayken dakikaları saydığım tek insansın. "Yanımda dur" diyorum sana "ne olursun, ben uyurken otur yanımda, bekle beni". "Sen uyu" diyorsun bana, "merak etme, ben buradayım". Uyanıyorum, yoksun. Hala yoksun.

Love of two is one
Here but now they're gone


Came the last night of sadness
And it was clear we couldn't go on
The door was open and the wind appeared
The candles blew and then disappeared
The curtains flew then he appeared
Saying don't be afraid

Come on baby... And we had no fear
And we ran to him... Then we started to fly
We looked backward and said goodbye
We had become like they are
We had taken his hand
We had become like they are

Come on baby...don't fear the reaper

Wednesday, 25 March 2009

addicted to bass

Easter tatili yaklaşıyor. İlke'nin "1 ay İzmir'de napıcaksın ki" sorusu üzerine fark ettim ki, gerçekten İzmir'de 1 ay sıkıntı basar beni. Nasıl oluyor bilmiyorum, sanki GPS cihazı falan taşıyorum üzerimde, ben şehre adımımı attığım anda ne kadar uyuz olduğum tip varsa hepsinin telefonlarına geldiğime dair bir alert gidiyor, minik bakteriler gibi toplaşıp güçlerini birleştiriyorlar beni sinir edebilmek için. Evet, o zaman o 1 ayın bir kısmını İngiltere'de, bir kısmını da yurdumuzun güney tatil beldelerinde geçirerek İzmir'deki zamanımı azaltayım dedim. Favori tatil bölgem olan Bodrum'da karar kıldıktan sonra gönlümün sahibi Magic Life Bodrum Imperial'a baktım, 14 Mayıs'ta açılıyor olduklarını görünce hayallerim yıkıldı. Evet sayın okuyucular, tamamen yıkıldım cidden. "Hangi otele gidicez şimdi pfh" diye nette dolandım, WOW ve Kempinski fiyatlarının uçmuş olduğunu gördüm, Dedeman da gözüme biraz dandikimsi göründü. Bodrum'da dandik olmayan başka hangi otel var, bilen var mı?

Yan odamda yaşayan meymenetsiz şeye gün geçtikçe daha çok uyuz oluyorum. 1 aydır aynı evde yaşayıp yüzünü görmemeyi başarıyor olmama rağmen yine de sesini duydukça içim kalkıyor nedense. Grr.



Gecenin bir yarısı makarna yaparken aklıma bu şarkı takıldı. Özlemişim.

Tuesday, 24 March 2009

xiao xin-- come back in time, come back

"Saosin, it's this Chinese proverb, which means... like... keep your heart small, because nothing is forever. You know. Don't let yourself get attached to something, because that thing's gonna be gone eventually.."

Dün gece uyumaya çalışırken uzun zamandır izlememiş olduğum -ve sabah uyandığım anda Amazon'u açıp DVD'sini aldığım- film The Grind ve filmde çalan Blindside-Pitiful geldi aklıma. Şarkıyı ilk duyduğumda "Oha bu adamın sesine aşık olabilirim ben" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Cool ya da soğuk kelimeleri geliyor sesi tanımlamaya çalıştığımda aklıma, çok seksi bir ses kesinlikle. Bilmiyorum, bi garip işte. Mükemmel bir şarkı.

As I recall with my stomach turning
I was hiding away from myself, away from you
Like nothing, though something was terribly wrong
And I admit that I was only waiting for the right time
Night time, the right moment for you to look away
Though you never did, I pretended for a while
So I could walk where I don't belong

And I remember every word you said
Come back in time, come back
And I remember I would soon be dead
Now so pitiful, so pitiful

But I know, as I hammered those nails into your beautiful hands
Your eyes still try to search for mine, but I look away
Now your eyes are the only thing that can save me
I'm still so afraid of them piercing
You're breaking into my prison,
Just pretended for a while
My soul is dying
I won't look away

And I remember every word you said...

I'll remember every word you said
This time I won't look away.

Sunday, 22 March 2009

goth juice



Bu kadar mükemmel bir şarkı ve The Mighty Boosh kadar komik bir dizi olamaz dünyada. Bayılıyorum.

Goth Juice... The most powerful hairspray known to man. Made from the tears of Robert Smith.

yes, you are exactly my brand of heroin


Aralık'ta sinemada Twilight izlediğimden beri kafayı bozmuş durumdayım. Sinemadan çıktıktan sonra filmin içimde bıraktığı his hala yerinde duruyor. Soundtrack şarkısı Decode'u dinlemekteyim hatta şu an. Kitaplarını okuyorum bu aralar, ilginç şekilde hiç de sıkılmıyorum henüz.

Brighton National Student Pride fotoları nete konmuş bugün, kendiminkilere bakınırken aşağıdaki fotoyu gördüm, en sağdaki kız her kimse hayallerimin kadını olabilir kendisi, beni bulsun evlenelim.



Fazlasıyla foto dolu olacak bu post. Aşağıda Sir Ian McKellen'lı Stonewall homofobi protestosu ve Sugar Rush kızlarına ait fotolar görmektesiniz. Sugar Rush'ı seviyorum, Brighton'ı da.



Friday, 20 March 2009

she's too posh for argos, she only shops in tescos


She don't need no diamonds, don't need no jewels
Her clothes and her shoes, they keep her cool

Alice is cool yeah Alice is cool
She's so fuckin cool she don't need to talk to you
Alice is cool yeah Alice is cool
She's so fuckin cool she don't need to skip school

Wednesday, 18 March 2009

why, oh why, that is the question

How did we get here?
When I used to know you so well..


Twilight soundtrack albümünü background music modunda dinlerken bu cümleyi duydum, hmm? diye dikkatimi iTunes'a yönelttim bir anda. Şarkı güzel, cümle hayatımda çok insana sormak isteyip soramadığım o soru. 2 adet A, bir adet O ve bir adet C'ye gelsin bu soru o zaman,


How did we get here, when I used to know you so well?


C dışında -o kendi mallığımdan kaynaklanıyordu- değer verdiğim hiç kimseyle olan ilişkim/arkadaşlığım benim umursamazlığım/özensizliğim/gereken çabayı göstermemem nedeniyle bitmedi. Gayet birbirimizin içine girmiş kadar yakın olduğum insanlar birden uzaklaşıyorlar, neden anlayamıyorum, sorduğumda "Yok birşey"imsi bir cevap alıyorum sanki salakmışım gibi, garipsiyorum cidden. 1 yıl sonra unutuyorum, yenisi geliyor yerine.

88'li bir kızın bu kadar güzel olmasını kınıyorum ayrıca.







Neden bilmiyorum, şu klibi buraya koyasım geldi. Ergen dönemimin yegane grubu HIM'in Join Me'sinin Ice Version klibini izlemektesiniz. Dünyada en sevdiğim klip olabilir kendisi. Ville Valo kadın olsa keşke.

Dün gece tek başıma trene atladım Londra'ya gittim, aşırı sıkıntı basmıştı ve Wotever diye bir barı merak ediyordum. Normalde hayatta tek başıma bar ortamlarına gidemem ama iyi ki gitmişim. Hayatımda gördüğüm en mükemmel, en "welcoming" mi desem ne desem yerdi. Londra'da pek fazla insanın bilmediği, müşterilerin genelini kadın olduğunu sokakta görseniz hayatta anlamayacağınız kadınların oluşturduğu queer/gender bender/trans/gay ve türevi insanlarla dolu küçük bir mekan. Drag performansı mükemmeldi özellikle. Ve benden başka etek giyen tek kişi 60 yaşlarında bir amcaydı. "Tek başıma sıkılıcam" modunda oturup Jack'imi yudumluyordum ki birden baby dyke'larla dolu bir masada buldum kendimi, bir sürü insanla tanıştım. Çok eğlendim evet, sonunda ait olduğum mekanı bulmuş olabilirim.

Ayrıca gay erkeklerin kızları sevme nedeni nedir? Ne zaman gay bir mekana gitsem "Ayy ne şirin şeysin sen" tepkisi alıyorum erkeklerden. Biri açıklasın.

Set me free why don't you girl
Get out of my life girl
Cause you don't really love me, no
You just keep me hanging on

Sunday, 15 March 2009

make us it, make us hip, make us scene


Just for the record,
The weather today is slightly sarcastic with a good chance of:
A. Indifference or
B. Disinterest in what the critics say


Issız Adam izledim, yine ağladım, Lisa ağlamadı. Altyazılı izleyince pek etkili olmuyor sanırım. İlk izlediğimdeki kadar fena olmadım, 1 saate normale döndüm hatta. İngiltere'de ve gözyaşlarımın sebebi insandan binlerce kilometre uzakta oluşuma bağlıyorum. Belki de cidden unutmuşumdur onu? Sanmıyorum. Unutmak istemem bile.

Mark Ronson-Version ve Panic! At The Disco-A Fever You Can't Sweat Out dinleyerek geçiyor günlerim. Mark Ronson'ın albümü tamamen bir Pazar günü İngiltere kırsalında hafif güneşli bir havada arabadayken dinlenesi hatta. Bu Ronson kardeşlerin ikisi de çok taş.

Guilty pleasure'larım olarak tanımladığım bazı şeyleri dışa çıkarmak istiyorum artık. Ama korkuyorum biraz ve ne yapacağımı bilemiyorum tam olarak.

Mango Kiss Region 2 DVD'si istiyorum ama 16 pound ödemek istemiyorum. Bugün Tesco'dan 60 poundluk yiyecek-içecek alışverişi yaptım, 20 poundu sırf alkol, pfh. Fakir hayatı yaşıyorum bu aralar.

Note to self: The Leather Daddy and The Femme

Oh, who said I'd lied ? - because I never, I never
Who said I'd lied ? - because I never

Oh, so I drank one
It became four
And when I fell on the floor ...
...I drank more

Stop me, oh, stop me
Stop me if you think that you've
Heard this one before

Nothing's changed
I still love you, oh, I still love you
...Only slightly, only slightly less than I used to, my love

Friday, 13 March 2009

my desolate ada

Desolate kelimesini ilk kez kullandım hayatımda Wikipedia sayesinde, ben solitary'yi tercih ederdim. Issız Adam İngiltere'deki sinemalarda gösterime girdi bugün, filmin adı Alone olarak çevrilmiş. Yakındaki Odeon'larda gösterilmediği için 2 saatlik tren yolculuğu yapmaya hiç üşenmeden Londra'ya sinemaya gidiyoruz bugün Lisa'yla, tekrar fena olacağımı hissedebiliyorum film bittiğinde. Ve gördüğünüz gibi canım isteyince hiç üşenmiyorum, evet.
Ayrıca Zeynep, Issız Adam bile geldi, sen gelmedin Londra'ya.

Thursday, 12 March 2009

the last word

Evet, The L Word'ün son sahnesini görmektesiniz yukarıda. Pazar gecesi yayınlandı son bölüm, Salı günü izledim, ve 2 gün geçmesine rağmen hala bir garip hissediyorum. "Son kez the L Word izliyorum" cümlesi yanıp sönüyordu kafamda izlemeden önce, Salı'ya kadar bekledim, izlemek istemedi canım, abartı gelecek ama cenaze modundaydım tamamen. Çok çok iyi bir arkadaşım ölmüş gibi. Evet saçma olabilir dediğim gibi, ama hayatımda hiç bir dizi benim hayatımı bu kadar değiştirmemişti, benim için bu derece önemli olmamıştı, ve bitiyor olması aşırı etkiledi cidden beni. O kadar heyecan yapıp son bölümü izledikten sonra hem kafam karıştı, hem de hayal kırıklığına uğradım. 6. sezon zaten başından beri baymıştı beni ama bu kadar mükemmel bir dizi bu şekilde bitmemeliydi kesinlikle.

SPOILER!!

Helena ve Dylan birlikte olmalıydı bir kere. Ayrıca çok şey havada kaldı: Jenny Dylan'ın kandırıldığını bildiğini ne zaman öğrendi? Max'e ve bebeğine noldu? Molly nereden çıktı, mektubu okuduktan sonra Shane'le aralarında birşeyler geçmeliydi bence. Nikki ne arıyordu çalıların içinde? Yıllardır uyuzluğuyla gönüllerimizde taht kurmuş olan Jenny neden son bölümde birden canım cicim bir moddaydı? İntihar edeceği için miydi acaba? İntihar mı etti, yoksa öldü mü? "Who killed Jenny?" diye aylardır reklam yaptıktan sonra Jenny'yi kim öldürdü, kendi mi öldü, kaza mıydı, intihar mıydı, sonuçta kim suçlandı falan filan gibi şeylerin hepsinin cevapsız kalması saçma cidden. Ya the L Word Movie ya da dizinin spin-off'u the Farm cevaplar umarım sorularımı.

Jenny'nin ölümü konusunda ise intihar mı etti, Bette mi öldürdü yoksa hepsi mi yaptılar seçenekleri arasında kararsız kaldım.