Sunday, 17 August 2008

dream endless

to do list: fabsugar, sakin, facebook profil, itunes, hallelujah, 40ytl, tapas, toefl.

Son zamanlarda benim için önemli olan çok şey kaybettim, ve mutsuz değilim. Hayatımda artık olmayan şeyler ya da kimseler aklıma geldiğinde o düşünce sanki hiç olmamış gibi beynimin derinliklerine geri gönderiyorum. En ufak bir mutsuzluk belirtisi taşıyan şarkıları dinlemiyor, kötü şeyler düşünmek için kendime izin vermiyor, bana mutsuz şeyler hatırlatacak olan her türlü ortam ve insandan kaçınıyorum. İzleyeceğim filmlerin senaryosunu önce netten okuyor, mutsuz bitecekse izlemekten vazgeçiyorum. Bindiğim takside Emre Aydın çalmaya başlarsa iniyorum. Engelli listeme atmış olduğum konular başkaları tarafından açılmaya çalışıldığında, kalkıp gidiyorum. Zorla mutlu ettim kendimi bir süredir. Bu kalıcı mı olacak, yoksa geçen seneki Prozac maceramdaki gibi birden gülerek geçirdiğim her dakikanın acısını 3 katıyla çıkaracak derecede bir patlamayla yine depresyona girecek ve en dibe vurmak deyimindeki "en dip"in de aslında daha bir dibinin var olabildiğini mi keşfedeceğim, bilemiyorum.

Dün gece her zamanki rüyalarımdan daha garip olan bir rüya gördüm. 17 Ağustos olmasından etkilenmiş olabilirim. Rüyamda lisedeki en yakın 2 arkadaşımla Taksim Tünel'e gidiyorduk. Garip olan tünelin gerçekten bir tünel, hatta mağara gibi bir yer oluşuydu. Forgotten Realms'de drowların yaşadığı Underdark gibiydi hatta. Yürürken Göksu Lisesi adlı -huh??- bir lisenin önünden geçtik, ben simsiyah mağaranın tavanına baktım başımı kaldırıp, bir gariplik vardı ama şu anda ne olduğunu hatırlamıyorum, rüyadayken mantıklı gelmişti. "Birşeyler olacak, gitmemiz lazım" dedim Ece'ye. Tam o anda mağara çökmeye başladı, ayaklarımızın altındaki zemin yok oluyordu, koşmaya başladık. Tramvay durağı tek güvenli yerdi, oraya kadar koştuk. Diğer arkadaşımı arkamızda bırakmıştık. Tramvay'a binip Taksim'e gidiyorduk, tramvayın şoförü sarışın bir kadındı. Taksim birden Alsancak halini aldı. Tanıdık bir yere gelmiş olmanın rahatlığıyla uyandım.

Ayrıca gay kanka istiyorum ben. Gay olmasa bile gayet fashionista ve güzel görünen, mümkünse feminen, çok az Marlboro Light içen, süper bir kanka arıyorum kendime evet. İzmir'de yaşasın bir de ama ortamınız-için-fazla-cool-olduğum-için-evden-çıkmıyorum modunda olsun.

Saturday, 16 August 2008

wildhoney

http://www.facebook.com/group.php?gid=22226464029

Benden 1 hafta önce doğan birinin ölmüş olması. İkimizin de burcunun Yengeç oluşu. Yengeç burcunun Ay'la olan garip ilgisi, ve şu anda dolunayın tam ortasında olmak.

how i wish that i could
break into your dreams
do i have the force i need
to break into your dreams

i hold you in my arms
dimmed by scarlet morning red
i whisper in your ear
"do you dream of me?"

Wednesday, 13 August 2008

six degrees


Six degrees of separation teorisine göre dünyadaki 2 insan birbirine 6 adımla bağlanabiliyorsa, Kate Moennig ile aramdaki 5 kişi hemen ortaya çıksın.

Tuesday, 12 August 2008

you're looking very shane today


Benim ve dünya üzerindeki milyonlarca hanfendinin hayallerini süsleyen Katherine Moennig, yani efsanevi Shane, CSI: Miami'nin dün Digiturk'te gösterilen bölümünde Mary adlı bir şüpheliyi canlandırıyordu. Hatta sonradan adamın tekini bıçakladığı ortaya çıkıp hapse girdi diyerek izleyecek olan varsa hemen sonunu da söylemiş olayım.

bir tipsizden kurtulmuşum

Kafama takılan birkaç şey var.

-İnsanlar nasıl biriyle birlikte yaşayabiliyorlar? Hayatta en aşık olduğum anı düşünüyorum, o insanla bile yaşamak istemezdim birlikte. 24/7 sıkılmaz mı ya insan? Şahsen benim 2. günden sinirime dokunmaya başlar kim olursa olsun. Yalnızlığıma çok düşkün oluşumdan mı bu, yoksa bir gün birisiyle birlikte yaşamak isteyecek miyim?

-Yine yukarıdakine benzer bir soru. İnsanın çevresindeki tüm potansiyellere gözünü kapatıp isteyerek tek eşli bir ilişki içinde olması, settle down moduna geçip tek bir kişiye bağlanması belli bir yaşa gelmediğim için mi bana imkansız geliyor; yoksa aslında öyle yapanlar kendilerini kandırıyor ve böyle birşey yok mu? Gerçekten evli ya da ciddi ilişki içindeki insanlar başkasına bakma isteği duymuyorlar mı, yoksa bakmak isteyip içlerinden gizlice ahh mı çekiyorlar?

Ayrıca bir de cevaplandırabildiğim bir soru var. Şu anda/bir süredir nasıl bir ilişki istiyor(d)um? Biraz uzak mesafeli, her gün görmeyeceğim ama görünce de tadını sonuna kadar çıkarabileceğim, beni her dakika aramayan ama arada sevgi kelebeği mesajlar atarak beni çok mutlu eden, ortam insanı olmayan ve bana iyi gelecek olan biriyle, hiç kavga etmediğimiz, herşeyin kolay, rahat ve huzurlu olduğu, içime nedensiz sıkıntılar vermeyen, yalnız olmadığımı her an bildiğim için beni mutlu eden bir ilişki. Bunu istiyormuşum demek ben uzun süredir, çünkü şimdi o ilişkiye sahibim ve herşey tamamlandı.

Saturday, 9 August 2008

bang bang, shoot shoot

I know you're dying to tell me everything that you want to say, but I'm not listening. Try to tell me everything that you want to say. I know you're trying to force me, feed me lies but I'm on my way. Can you taste it now? I'm dying to watch your face when I walk away. Here's the final bullet to put our love to death. Our days are never coming back. I know it's you. I can forget. Bang, bang. Shoot, shoot. There's a freight train coming to force your head in check. Our love is never coming back. I know it's you. I can forget our love forever ending. You're trying to warm my heart but you freeze my blood. There's ice inside my veins. I'm only dying to watch your face when I turn away, and I'll turn away. But you cannot separate the two things I would live or die for. I'd kill to separate your heart from your head. That's to die for. You're just a waste of a song. You're a simple regret. I thought I knew who you were, but watch how fast I forget. You wore your prettiest dress, but there's a mess in your head. They say old habits die hard. I say they're better off dead, cause you were bitter and cold, but still you burned me alive. You held the match to my skin and poured the fuel on the fire. You're not my favorite mistake. You're just a simple regret. I thought I knew who you were, but watch how fast and watch how well I forget.

Friday, 8 August 2008

the LiLo word

Bursa'da eşcinsel kahvesi açıp adını da Gullüm koymuşlar. Neyse, "gullüm yapmak" Lubunca'da "geyik yapmak" anlamına geliyormuş. Milletin Bursa'da kahvesi bile var, bizim İzmir'de bir barımız bile yok, yetkililere sesleniyorum, duysunlar sesimi lütfen.



Ayrıca Sam ve Lilo'nun bir fotoğrafını görünce buraya koymadan duramadım. Lilo benim sevgilim olsaydı bana sarılınca öyle odun gibi durmazdım, Sam'e duyrulur.


Thursday, 7 August 2008

i'll fall asleep tonight cause that brings me closer to you

Senin için hayatta kimse için yapmayacağım bir sürü şey yapıyorum ve bu daha 8. gün. Kendimi pis insanların ve ortamların arasına batmış hissederken bütün saflığınla ve hayatımdaki herkesten daha temiz, daha dokunulmamış kalbinle beni herşeyin arasından çekip aldın ve kurtardın, ve ben senin için Türkçe yazıyorum. Sokaklar kendini kaybetmiş leş insanlarla, hasta ruhlarla doluyken sen tamamen bembeyazsın benim için. Ten rengimiz ve ojelerimiz bile aynı :) Yastığının kokusuna, minicik ellerine, şirin saçlarına, birşeyler anlatırken düşündüğünde uzağa bakışına ve dudaklarının aldığı şekle, gece 1'de beni evine alan ailene, senaryona, dürüstlüğüne, söylediğin herşeye, tatlılığına bayılıyorum senin. Daha süper olamazdın sanırım. Ve seni şimdiden deli gibi özledim.

I'm writing again, these letters to you
Not much, I know
But I'm not sleeping and you're not here
The thought stops my heart

I want you to know that I miss you, I miss you so

No more looking, I've found her

now it's istanbul, not constantinople

Salı akşamı Nur'la Alsancak'ta oturup sıkılırken "Napsak? Nereye gidelim?" sorusuna verdiğim "Hadi İstanbul'a gidelim" cevabı üzerine hayatımızın en anlık ve çılgın kararını vererek hesabımdaki bütün parayı çekip taksiyle havaalanına gittik. Ben sevgilimi, Nur da arkadaşını arayıp geliyor olduğumuzu haber verdik, 25 dakika sonra kalkacak olan ilk İstanbul uçağına bilet aldıktan sonra gecenin bir yarısı kendimizi Taksim'de bulduk. Annemin nerede olduğumdan haberi olmadığından ve az sonra İngiliz Konsolosluğu'nda randevum olduğundan şehir sınırları içinde yaklaşık 12 saat geçirdikten sonra dönmek zorunda kaldım, ama gece her uyandığımda yana dönüp melekler gibi uyuyan sevgilimi görmek çok çok ve çok süperdi.

Monday, 4 August 2008

faites vos jeux-- haters make me famous

Çeşme'yi haftasonuna erteleyip İzmir'de kalmaya karar verdim. Güneşli bir açık pembe pazartesi günü, Robert Nozick'in Anarşi Devlet ve Ütopya kitabı bitirilmeyi bekliyor masamda. Sonunda avea'mı aldım, mutluyum. Aşık ve mutluyum evet. Mutlu kalmakta da gayet kararlıyım her türlü dış faktöre rağmen.

Karakter problemi yaşayan insanları hayatımda istemiyorum. Karakter problemi derken;

-Egosu boyunu 2 metre geçenleri,
-İşi gücü dedikodu olanları,
-Kendini kanıtlama çabaları içindekileri,
-Dikkat çekmeye çalışanları,
-Arkadan konuşanları,
-Hala kişilik arayışı içinde olanları,
-Kendi tavırlarını geliştirememiş olanları,
-Arkadaş ortamında kabul görebilmek için götünü yırtanları, kendini satanları,
-Durup dururken olay çıkarma gereği duyanları,
-Sıkıntıdan ne yapacağın şaşırdığı için dramatik bir ortam yaratıp başrolünde olmaya çalışanları,
-Adını bile bilmeyen insanlar hakkında konuşup duracak kadar ezik olanları,
-Hayatı boyunca bulunduğu yere tıkışıp kalacak olmalarının acısını başkalarından çıkarmak isteyenleri,
-Kıskanç insanları,
-Başkasının sevgilisine/arkadaşına/eşyasına bilmemnesine göz diken zavallıları,
-İstenmediği halde zorla bir yerinden hayatıma girmeye çalışanları,
-Kısacası her türlü karaktersizi kastediyorum.

Onun dışında blogumu neden bilmiyorum ama takip edenleri, beni tanımak isteyenleri ya da konuşacak birşeyleri olanları tanımak isterdim ben de.