Tuesday, 12 August 2008

you're looking very shane today


Benim ve dünya üzerindeki milyonlarca hanfendinin hayallerini süsleyen Katherine Moennig, yani efsanevi Shane, CSI: Miami'nin dün Digiturk'te gösterilen bölümünde Mary adlı bir şüpheliyi canlandırıyordu. Hatta sonradan adamın tekini bıçakladığı ortaya çıkıp hapse girdi diyerek izleyecek olan varsa hemen sonunu da söylemiş olayım.

bir tipsizden kurtulmuşum

Kafama takılan birkaç şey var.

-İnsanlar nasıl biriyle birlikte yaşayabiliyorlar? Hayatta en aşık olduğum anı düşünüyorum, o insanla bile yaşamak istemezdim birlikte. 24/7 sıkılmaz mı ya insan? Şahsen benim 2. günden sinirime dokunmaya başlar kim olursa olsun. Yalnızlığıma çok düşkün oluşumdan mı bu, yoksa bir gün birisiyle birlikte yaşamak isteyecek miyim?

-Yine yukarıdakine benzer bir soru. İnsanın çevresindeki tüm potansiyellere gözünü kapatıp isteyerek tek eşli bir ilişki içinde olması, settle down moduna geçip tek bir kişiye bağlanması belli bir yaşa gelmediğim için mi bana imkansız geliyor; yoksa aslında öyle yapanlar kendilerini kandırıyor ve böyle birşey yok mu? Gerçekten evli ya da ciddi ilişki içindeki insanlar başkasına bakma isteği duymuyorlar mı, yoksa bakmak isteyip içlerinden gizlice ahh mı çekiyorlar?

Ayrıca bir de cevaplandırabildiğim bir soru var. Şu anda/bir süredir nasıl bir ilişki istiyor(d)um? Biraz uzak mesafeli, her gün görmeyeceğim ama görünce de tadını sonuna kadar çıkarabileceğim, beni her dakika aramayan ama arada sevgi kelebeği mesajlar atarak beni çok mutlu eden, ortam insanı olmayan ve bana iyi gelecek olan biriyle, hiç kavga etmediğimiz, herşeyin kolay, rahat ve huzurlu olduğu, içime nedensiz sıkıntılar vermeyen, yalnız olmadığımı her an bildiğim için beni mutlu eden bir ilişki. Bunu istiyormuşum demek ben uzun süredir, çünkü şimdi o ilişkiye sahibim ve herşey tamamlandı.

Saturday, 9 August 2008

bang bang, shoot shoot

I know you're dying to tell me everything that you want to say, but I'm not listening. Try to tell me everything that you want to say. I know you're trying to force me, feed me lies but I'm on my way. Can you taste it now? I'm dying to watch your face when I walk away. Here's the final bullet to put our love to death. Our days are never coming back. I know it's you. I can forget. Bang, bang. Shoot, shoot. There's a freight train coming to force your head in check. Our love is never coming back. I know it's you. I can forget our love forever ending. You're trying to warm my heart but you freeze my blood. There's ice inside my veins. I'm only dying to watch your face when I turn away, and I'll turn away. But you cannot separate the two things I would live or die for. I'd kill to separate your heart from your head. That's to die for. You're just a waste of a song. You're a simple regret. I thought I knew who you were, but watch how fast I forget. You wore your prettiest dress, but there's a mess in your head. They say old habits die hard. I say they're better off dead, cause you were bitter and cold, but still you burned me alive. You held the match to my skin and poured the fuel on the fire. You're not my favorite mistake. You're just a simple regret. I thought I knew who you were, but watch how fast and watch how well I forget.

Friday, 8 August 2008

the LiLo word

Bursa'da eşcinsel kahvesi açıp adını da Gullüm koymuşlar. Neyse, "gullüm yapmak" Lubunca'da "geyik yapmak" anlamına geliyormuş. Milletin Bursa'da kahvesi bile var, bizim İzmir'de bir barımız bile yok, yetkililere sesleniyorum, duysunlar sesimi lütfen.



Ayrıca Sam ve Lilo'nun bir fotoğrafını görünce buraya koymadan duramadım. Lilo benim sevgilim olsaydı bana sarılınca öyle odun gibi durmazdım, Sam'e duyrulur.


Thursday, 7 August 2008

i'll fall asleep tonight cause that brings me closer to you

Senin için hayatta kimse için yapmayacağım bir sürü şey yapıyorum ve bu daha 8. gün. Kendimi pis insanların ve ortamların arasına batmış hissederken bütün saflığınla ve hayatımdaki herkesten daha temiz, daha dokunulmamış kalbinle beni herşeyin arasından çekip aldın ve kurtardın, ve ben senin için Türkçe yazıyorum. Sokaklar kendini kaybetmiş leş insanlarla, hasta ruhlarla doluyken sen tamamen bembeyazsın benim için. Ten rengimiz ve ojelerimiz bile aynı :) Yastığının kokusuna, minicik ellerine, şirin saçlarına, birşeyler anlatırken düşündüğünde uzağa bakışına ve dudaklarının aldığı şekle, gece 1'de beni evine alan ailene, senaryona, dürüstlüğüne, söylediğin herşeye, tatlılığına bayılıyorum senin. Daha süper olamazdın sanırım. Ve seni şimdiden deli gibi özledim.

I'm writing again, these letters to you
Not much, I know
But I'm not sleeping and you're not here
The thought stops my heart

I want you to know that I miss you, I miss you so

No more looking, I've found her

now it's istanbul, not constantinople

Salı akşamı Nur'la Alsancak'ta oturup sıkılırken "Napsak? Nereye gidelim?" sorusuna verdiğim "Hadi İstanbul'a gidelim" cevabı üzerine hayatımızın en anlık ve çılgın kararını vererek hesabımdaki bütün parayı çekip taksiyle havaalanına gittik. Ben sevgilimi, Nur da arkadaşını arayıp geliyor olduğumuzu haber verdik, 25 dakika sonra kalkacak olan ilk İstanbul uçağına bilet aldıktan sonra gecenin bir yarısı kendimizi Taksim'de bulduk. Annemin nerede olduğumdan haberi olmadığından ve az sonra İngiliz Konsolosluğu'nda randevum olduğundan şehir sınırları içinde yaklaşık 12 saat geçirdikten sonra dönmek zorunda kaldım, ama gece her uyandığımda yana dönüp melekler gibi uyuyan sevgilimi görmek çok çok ve çok süperdi.

Monday, 4 August 2008

faites vos jeux-- haters make me famous

Çeşme'yi haftasonuna erteleyip İzmir'de kalmaya karar verdim. Güneşli bir açık pembe pazartesi günü, Robert Nozick'in Anarşi Devlet ve Ütopya kitabı bitirilmeyi bekliyor masamda. Sonunda avea'mı aldım, mutluyum. Aşık ve mutluyum evet. Mutlu kalmakta da gayet kararlıyım her türlü dış faktöre rağmen.

Karakter problemi yaşayan insanları hayatımda istemiyorum. Karakter problemi derken;

-Egosu boyunu 2 metre geçenleri,
-İşi gücü dedikodu olanları,
-Kendini kanıtlama çabaları içindekileri,
-Dikkat çekmeye çalışanları,
-Arkadan konuşanları,
-Hala kişilik arayışı içinde olanları,
-Kendi tavırlarını geliştirememiş olanları,
-Arkadaş ortamında kabul görebilmek için götünü yırtanları, kendini satanları,
-Durup dururken olay çıkarma gereği duyanları,
-Sıkıntıdan ne yapacağın şaşırdığı için dramatik bir ortam yaratıp başrolünde olmaya çalışanları,
-Adını bile bilmeyen insanlar hakkında konuşup duracak kadar ezik olanları,
-Hayatı boyunca bulunduğu yere tıkışıp kalacak olmalarının acısını başkalarından çıkarmak isteyenleri,
-Kıskanç insanları,
-Başkasının sevgilisine/arkadaşına/eşyasına bilmemnesine göz diken zavallıları,
-İstenmediği halde zorla bir yerinden hayatıma girmeye çalışanları,
-Kısacası her türlü karaktersizi kastediyorum.

Onun dışında blogumu neden bilmiyorum ama takip edenleri, beni tanımak isteyenleri ya da konuşacak birşeyleri olanları tanımak isterdim ben de.

Saturday, 2 August 2008

is your welfare gonna pay for my dry cleaning, you skanky ocean shore whore?

-İlaçlarımı saatinde bile içsem bazen sanki içmeyi unutmuşum gibi başım dönüp ellerim titremeye başlıyor, bi garip oluyorum. Neden böyle anlamadım.

-Hande Yener garip garip saç renkleriyle gezmemeli, Sena'nın fotoğraflarından görüldüğü kadarıyla. Kemal Doğulu istediği şekilde gezebilir, hastasıyız.

-"Sevgilimi koluma takarım, Bebek'te 3-5 tur atarım.." ne kadar da yaz şarkısı. Seviyorum.

-Periyodik aralıklarla sürekli gördüğüm birkaç rüya var. Bunlardan biri olan kaçırılma/hapsedilme rüyalarımı bugünlerde çok görmeye başladım ve sonunda hep annemi arayıp "Kurtar beni" diyorum, kadın beni takmıyor hiç.

-Önceki hayatımda kedi olduğuma inanıyorum. Bu kadar eve bağlılık, sürekli kendini sevdirme deliliği ve uyku sevgisi ancak öyle açıklanabilir.

-Vodafone hat alıyorum sevgilimle daha çok konuşabilmek için. Yıllardır avea'lı sevgililerimle Turkcell olmadıkları için mesajlaşmayan ben, sonunda böyle bir karar verdim. 24 saat seni düşünüyorum ve sana bütün gün salak salak mesajlar atmak istiyorum :)

-Pazartesi Çeşme'ye gitsem iyi olacak artık. Perşembe gibi vize için İngiliz Konsolosluğu'nda randevum var. Umarım Alsancak'tadır. Vize soruları da ölüm gibi zaten 202489302 sayfa.
Evet Alsancak'taymış.

-Artık İngiltere'ye gitmek istiyorum mümkünse. Okul hemen başlasa olmaz mı?

-Ayrıca;

"Is your welfare gonna pay for my dry cleaning, you skanky Ocean Shore whore?"

İsteyen üstüne alınsın. Ocean Shore'u da Kadifekale Konfeksiyon Atölyesi olarak değiştirsin.

Friday, 1 August 2008

lovefool

Dün gece İstanbul'daki evimi boşaltıp İzmir'e döndüm. Peki, neymiş?

-İstanbul'da yaşarken "öff trafik var yine geç kalıcam" gözüyle baktığımız Boğaziçi Köprüsü, şehri terk ederken son kez baktığımızda duygusal anlar yaşamamıza neden olabiliyormuş. (Terk etmek ve son kez bakmak gibi ifadelerimden ne kadar duygu seli modu olduğum anlaşılabilir zaten.)

-Garanti Zone VIP Lounge, her türlü VIP lounge'ı dövermiş. Ve havaalanındaki cafe türevi yerlerde herşeyi fiyatının 5 katı parayla alıp sıkış pıkış oturmaktansa, bankanızın lounge'ında deri koltuklara yayılıp elinizde beleş Jack'n Coke'unuzla msn'e girmek daha mantıklı bir davranışmış.

-Jeux d'enfants adlı pek sevilesi filmde "Yıldırım aşkına inanıyor musun? Salak." şeklinde bir yaklaşımla imkansız olduğu vurgulanan ilk görüşte aşk konsepti gerçekten de insanın başına gelebiliyormuş. Sadece birkaç gündür netten tanıdığım ve ilk mesajımdan itibaren kendimi yıllardır tanıyormuş kadar rahat hissettiğim çok çok şirin birisini hayatımda ilk kez gördükten sonra tamamen ayık bir kafayla ve gerçekten her yerimde hissederek "Ben de seni seviyorum" demek hayatımın şu döneminde en son beklediğim şeydi. Ve buna çok ihtiyacım vardı gerçekten, senin gibi birini tanımaya çok ihtiyacım vardı. Çok mutluyum.

-Dünyanın en üşengeç insanı olarak bilinen İpek kişisinin sevgilisini eve bırakmak için İstanbul'un alakasız ve adını bile bilmediği yerlerine gidip kendi yolunu 2 saat uzattığını duyduğunuzda inanır mıydınız? Love is in the air :)

Tuesday, 29 July 2008

bye bye beautiful, don't bother to write

Dün hayatımın en garip 2. gününü yaşadım. Her türlü görmek istemediğim insanı gördüm sanırım Alsancak'ta. Akşam İstanbul'daki evimdeyim, yay!

Gayet huzurlu günümde yüzünü göstererek bembeyaz ve süper temiz bir halının ortasındaki köpek boku gibi davranan insanlara aklımdaki lafları söyleme hakkım var sanırım:

-X, seni tanıdığım 2 aydır aynı şeyleri giyiyorsun, artık kokmuşsundur diye düşünüyorum. 90ların dandik modasından fırlamış gözlüklerinle bilader modunda yürümen çok gülünesi. Zaten dengesizsin.

-Y, sen asil misin yavrum? Hayatında ne başardın, ne özelliğin, ne fazlalığın var ki? İyi ki babanın parası var yoksa o sik kadar zekanla kendi kendine birşey başaramazdın sen. Gerçi hala başaramadın, yıllardır heyecanla bekliyoruz.

-Z kişisi zaten 30 yaşında ailesiyle yaşayan ve minik dünyasının sınırları dışına çıkamamış biri olacağından şimdi ben burada ne desem yazır olur. Vallahi çok yazık ediyorsunuz kendinize haberiniz yok.

Bu arada insanlara mesaj attığımda cevap vermemelerinden hoşlanmıyorum, ailenizden arkadaşlarınızdan artık yanınızda kim varsa telefonunu isteyip cevap verin mümkünse, "kontörüm yoktu" bahanesi biraz zorlama oluyor. Herşeye paranız var, kontöre mi yok? Hattımın faturası kendi kendine ödeniyor ve ben aramak zorundayım sanki sizi eğer dediğim şeyin karşılığını almak istiyorsam.

Yine de dün çok eğlendik ama biz :)

The words you scribbled on the walls
With the loss of friends you didn't have
I'll call you when the time is right
Are you in or are you out?
For them all to know

Bye bye beautiful
Don't bother to write