Denize çok bağlı bir insanım. Yengeç burcu olmanın buna etkisi var mıdır bilmiyorum. Ne zaman bir şeye canım sıkılıyor olsun, deniz ya da en azından herhangi bir su kaynağına gitmek hep bana iyi gelir. Denizden uzun süre uzak kaldığımda bir şeyler hep eksik kalır.
Kendimi denize bırakıp sırtüstü boşlukta dalgalandığım; sualtının sessizliğinin, gökyüzünün maviliğinin ve yüzüme vuran güneşin tadını çıkardığım anlarda duyduğum huzur hissinin önüne çok az şey geçebilir. Kışın bomboş bir plajda tek başına yürümenin zevki ise ayrıdır benim için.
Yeni bir ülkeye gidecek olduğumda her zaman ilk iş bölgeye en yakın sahili araştırırım. Dokunulmamış plajlara erişmek için yüzlerce kilometre yol gitmeye, bir hafta bacak kaslarımı kullanılmaz hale getirecek diklikteki tepelerden aşağı ölüm tehlikesiyle inmeye, hiç bilmediğim ve dilini konuşmadığım ülkelerde tek başıma kilometrelerce yol yürümeye çekinmem. Ve şu ana kadar dünyanın hangi ülkesinde kalbimin minik bir parçasını bıraktıysam o ülkeye dair zihnimde en çok yer eden anıların hepsi denizle ilgilidir.
Londra'yı çok seviyorum, ama uyandığımda odamın penceresini açıp denizi koklayabilmeyi çok özlüyorum. Keşke Londra'yı denize taşıyabilsem.
Deniz demişken, Röyksopp en sevdiğim şarkılarından Running to the Sea'ye eşlik edecek kısa filmler için çağrıda bulunmuş. Ortaya çıkan (çoğu deniz temalı) işlerin bazıları çok güzel. Buradan izleyebilirsiniz.
Yine de her zaman favorim şarkının bu live versiyonu.
No comments:
Post a Comment