Tuesday 29 May 2012

release me from the heatwave

Türkiye gündemini düzenli olarak takip etmiyorum. Çok dolu bir haftasonu geçirdim, o yüzden gündemi kürtajın işgal ettiğini yeni öğrendim. Ekşi sözlüğe bir girdim, "karnındaki çocuğu öldürme hakkı isteyen kadın" gibi mal mal başlıklar, "kürtaj yasağı" temalı entryler dolmuş.

Türk toplumunun yakın zamanda prehistorik çağdan günümüze adım atacağına dair en ufak bir umut kırıntısı taşıyor olsaydım, o da o yazılanları gördükten sonra yok olurdu.

Öncelikle, hiçbir erkeğin kürtaj hakkında atıp tutma hakkı yok. Kendileri çocuk taşıyabilecek hale geldikleri zaman yorum yapabilirler.

İkinci olarak, kürtaj karşıtı örümcek kafalılara karşı yapılan "Ama kadın tecavüze uğrarsa, çocuğu engelli doğacaksa kürtaj olmasın mı" argümanı sinirime dokunuyor. Kadının vücudu kendisine aittir, üzerinde kimse hak iddia edemez. Dolayısıyla kürtaj kararı da YALNIZCA kadına aittir. Kadın kürtaj kararını meşru göstermek için tecavüz, engel gibi şeyleri neden göstermek zorunda değildir. "Ama babanın söz hakkı yok mu" insanları sırf adamın birisi 3-5 saniyeliğine spermiyle olaya katkıda bulundu diye vücutlarında istemedikleri bir ağırlığı 9 ay taşımanın, sonra da hayat boyu onun bakımıyla uğraşıp sorumluluğunu üstlenmenin nasıl bir his olabileceği üzerinde düşünebilirler.

Bir diğer sinir olduğum nokta ise bu miladi zihniyete sahip insanların doğmamış, fasülye kadar bir fetüsten "bebek, çocuk, canı ve ruhu olan şey" gibi bahsederek Emrah edebiyatı yapmaları. 

Gezegenin doğal kaynakları şimdiden tam kapasite çalışırken, daha fazla nüfusu kaldıramayacak haldeyken ve milyonlarca yetim çocuk varken üremeyi gerekli görenleri de ayrı bir garip karşılıyorum.

Özetle kürtaj karşıtı insanlardan hiç hazzetmiyorum. İnanan biri olsam tüm bu tartışma içimde "Allahım aklıma mukayet ol" deme isteği uyandırırdı.

**

Cuma sevgilimle üniforma partisine gittik. Bodrum katı dungeon olan bir pub'da 20-30 tane askeri/polis üniformalı kadınla takılmak son derece gerçeküstü bir deneyimdi. Cumartesi sabahı yokluğumda gelmiş olan kürk pelerini almak için postaneye gittik. Böylece haftaya Manchester'daki konferansta giyeceğim prenses kostümü tamamlanmış oldu. Oradan nehir kenarına gittik, Globe Theatre'da Haluk Bilginer'in oyunu vardı. Güneşin alnında pişerek bitse de gitsek modunda oyunu izledikten sonra kendimizi en yakın yeşil alana attık. Eve geldik, yemek yapıp yedik ve yorgunluktan erkenden sızdık. Pazar sabahı güneşli ve 27 derece olan havayı görünce içimi deli bir pikniğe gitme arzusu kapladı. Marketten bir şeyler alıp Battersea Park'a pikniğe gittik. Mükemmeldi. 

Hava çok, çok sıcak. Klimamı özlüyorum.




No comments: