Sunday 11 March 2012

my heart, it grows

Birkaç gündür Manchester'daydım. Tahminimden çok daha küçük, çok daha atraksiyonsuz ve hayatın gece başladığı bir şehirdi. Akşam 7'de yemek yediğimizde bizden başka yemek yiyen yoktu ve 8 gibi bir bara oturduğumuzda içeride yalnızca 2-3 masa doluydu. Benim mayışmam sonucu geceyarısına doğru gay mekanların olduğu Canal Street'i terk etmeye başladığımızda barlar daha yeni yeni dolmuştu. Londra'nın merkezi yerlerindeki bar ve pub'ların 18.00 civarı ağzına kadar dolmasına ve club'lar dışındaki mekanların 23.00 gibi kapanmasına alışık olan bana bu çok acayip geldi. Londra'da trenden indiğim gibi kendimi bir pub'a attım ve arkadaşlarımı-da-zorla-eve-erken-döndürüyorum diye vicdan azabı çekmeden 11'de eve dönmenin tadını çıkardım. "Gözünü sevdiğimin Londrası" demiş de olabilirim ayrıca.

Trende yanımda oturan kadın ve koridorun diğer ucunda oturan sarhoş adamın teki eşcinselliği tartışıyorlardı. "Benim gaydar'ım çok iyi" dedi kadın, "Hayır hayatım, 2 saattir bir eşcinselin yanında oturuyorsun ve farkında bile değilsin" oldum. Sonra adam "Homofobik değilim, hafif öpücüklere de karşı değilim ama iki erkeğin sokakta yiyişmesinden çok rahatsız oluyorum, yaşadıkları toplumu rahatsız etmemeye dikkat etmeliler" türü bir laf etti. Bu yaşa kadar düşmemiş, ama amcanın jetonunu düşürelim: "Homofobik değilim, ama..." diye başlayan cümleler kuran herkes gibi sen de gayet homofobiksin. Eşcinseller senin gerikafalı zihniyetini rahatsız etmemek için kendi özgürlüklerini feda edeceğine, sen biraz sınırlarını genişletsen ve modern dünyaya adım atsan nasıl olur? Gerizekalı.

Manchester'da süper bir planetarium vardı. Londra'dakine de gideyim dedim, bir de baktım ki şu anda Londra'da aktif olan bir planetarium yokmuş. Yazık.

Evinde kaldığım arkadaşımın Türk bir ev arkadaşı vardı. Sabahtan akşama Türk dizileri izliyordu internetten. Bu zihniyeti de hiç aklım almıyor. Sen İngiltere'ye taşın, en ufak bir İngiliz arkadaş çevren olmasın, takıldığın herkes Türk olsun, bütün gün Türkçe konuşup Fatmagül bilmem ne izle, Türk restoranlarına git falan filan. E İngiltere'ye ne yapmaya geldin o zaman? Gerçekten çok garipsiyorum. Bence insan kendi seçimiyle başka bir ülkede yaşamaya gidiyorsa, o ülkenin insanlarına ve yaşam biçimine ayak uydurmalı. Ülkenin her şeyini yanında getireceksen, niye terk ediyorsun ki? İlginç.

Bugün Londra'daki bir mezarlığın lezbiyen tarihini anlatan bir tura katıldım. Tek başıma turun başlamasını bekliyor ve tanıdık var mı diye çevreme bakınıyordum ki, çok sevdiğim roman yazarlarından biri olan Sarah Waters'ın yanımda durduğunu gördüm. Hala fena halde star-struck bir durumdayım. *sigh*

Nisan sonunda Norveç'e gitmek için uçak bileti aldım. Ve Londra'daki Placebo konseriyle çakıştığını fark ettim. Placebo biletimi satmak zorunda kalacağım. Hayatta Placebo'nun önüne geçecek bir şey olacağını hiç sanmazdım, ama uçak biletleri çok daha pahalıydı ve iadesi mümkün değil. Ve Placebo'yu milyon kere izledim, Norveç'e ilk gidişim.

Uh Huh Her gelecekmiş Nisan'da Londra'ya, az önce biletimi aldım. Şu ana kadar ne zaman onları izlemek istesem bir şey oluyor ve izleyemiyordum, umarım bu sefer iptal falan olmaz.

No comments: