Tuesday 20 December 2011

battle for the sun

Blogger'a birkaç gündür bir şey yazmıyordum, yokluğumda değişmiş mi, yoksa benim bilgisayarım mı kafayı yedi? Yukarıda foto ekle ve spellcheck imgelerinden başka şey kalmamış, yazı yazılan sayfada. İlginç.

**

İstanbul'dan geleli 5 gün oldu. Alışılmadık bir biçimde 5 gündür aralıksız, sular seller gibi yağmur yağıyor. Hava öyle kapalı ki, öğleden sonra 2 gibi falan ışık yakma ihtiyacı duymaya başlıyorum, hatta bazen daha erken. İnsanın ruhunu karartıcı bir hava gerçekten. Ve bunu ne zaman dile getirsem, "E Londra'da hep böyle değil mi, sen orada ne yapıyorsun o zaman" türü bir laf ediyor karşımdaki insan. Neden bilmiyorum, Londra'da havanın günler boyunca gri olması beni çok rahatsız etmiyordu. Belki genelde güneşli olan İzmir'in aksine Londra çoğu zaman gri olduğu için ve yaz dışında güneş çok nadir görüldüğü için havanın kapalı olması sıradan bir şey haline geliyordu, bir tür "blasé" olma durumu. Ya da belki insan öyle bir şehirde başka türlü yaşamanın mümkün olmadığını bildiği için kendini ruh halinin havadan olabildiğince az etkilenmesi için şartlıyor. Bilmiyorum.

İzmir'de (ya da Türkiye'nin çoğunda diyelim) güneşin değerini bilmiyoruz. Ancak olmadığı zaman onun bizim için ne kadar önemli olduğunu fark ediyoruz. Kış günü bile güneş gözlüğümüz çantamızdan, arabamızdan eksik olmuyor. Hiç hazzetmediğim bir insan modeli olan "otobüste/uçakta yüzüne güneş geldiği anda perdeyi çeken cam kenarı insanları"na dönüşüyoruz.

İngiltere'ye ilk taşındığımda hava yağmurlu ya da buz gibi bile olsa, güneş yüzünü gösterdiği an yarı çıplak bir şekilde parklara akın eden insanları hep garipsemiştim. Ya da "Bugün hava güneşli, dersten sonra mutlaka bahçesi olan bir pub bulmalıyız" diyen sınıf arkadaşlarımı. Ama bir süre sonra onları anlamaya başladım. Güneşli günlerde laptop'umun ekranı görünmez hale gelse bile *asla* odamın perdesini çekmez hale geldim. "Daha güneşin batımına bir saat var" diye mutlu olup, o son bir saati kendimi 10 kez arkamı dönüp güneşe uzun uzun bakmak zorunda hissederek geçirdim. Güneş ne kadar gözlerimi rahatsız ederse etsin, asla güneş gözlüklerimi takmadım; dünyayı güneşin parlaklığı altında görmektense koyulaşmış, grileşmiş bir şekilde görmek, bana bir tür "günah" gibi göründü. Hava güneşliyken mutsuz olamazmışım gibi hissediyor ve gözlük takarsam bir şekilde güneşin bu ruh halimi koruyucu etkisini kaybedeceğimi düşünüyordum. O yüzden havanın günlerdir kapalı olması ve birkaç gün daha bu şekilde devam edeceğini bilmek hoşuma gitmiyor.

Öte yandan, tam olarak rengini bilemediğim bej bir Balenciaga Day çanta sahibiyim artık. Day'lerde çantanın hangi sezona ait olduğunu belirten metal etiket olmadığından çantanın sezonunu ve dolayısıyla renginin adını bilemiyorum. Praline, Sahara ve Granny adlı 3 renkten biri olduğunu sanıyorum. Ama bu üç rengin hiç birini gerçek hayatta görmediğimden, sadece internetteki fotoğraflara bakarak tahminde bulunmaya çalıştığımdan ve Balenciaga çantaların renkleri ışığa/kameraya/flaşa vs bağlı olarak deli gibi oynayabildiğinden emin olamıyorum. Çantamın fotoğraflarını çekip Purse Forum insanlarına sormayı planlıyordum, ama hava gri olduğu için rengi fotoğraflarda olduğundan daha gri çıkıyor. Normalde biraz daha yeşilimsi/sarımsı bir tonu var, o ton fotoğrafa yansımıyor nedense. Güneşli havada çekersem yansıyacağını ve çantamın renginin adını bulacağımı umuyorum. Böyle yazınca baktım ki bir renk ismi için bu kadar kasmam saçma geliyor göze, ama çok kafaya taktım cidden.



PS. 5 gündür bir de aralıksız balık yiyorum. Hala sıkılmış değilim. Her gün deniz ürünü yesem hayat ne güzel olur.

No comments: