Tuesday 21 December 2010

let's dance to joy division, and celebrate the irony

Birkaç gün önceki post'larımdan birinde THY'den pek hoşlanmadığımdan bahsetmiştim. Hoşlanmama sebebim direk İzmir-Londra seferinin olmayışı, ülkenin milli havayolu olarak uygun fiyatlı olması gerektiği halde ülkedeki en pahalı havayolu olması (British Airways'den hep daha pahalı oluyor Londra seferleri), ve uluslararası uçuşlarda diğer havayollarının bilmemkaç katı para almasına rağmen bagaj limitinin diğer havayollarından daha az olması ve üstüne üstlük ekstra bagajlar için kilo başına 10 euro almasıydı. 2-3 yıl önce İngiltere'ye bir ekstra bavul götürmek istediğimde benden 475TL ekstra bagaj parası istedikleri (ve benim "Siktirin gidin, o paraya bir bilet daha alır bavulumu yanımdaki koltuğa oturtur kemerini de takarım" tepkisi verip bagajımı bırakmak zorunda kaldığım) günden beri THY'den özellikle hazzetmiyordum. Dolayısıyla bu post'umda şöyle demiştim:

Normal koşullar altında yarın öğleden sonra İstanbul uçağına binip oradan 23.50'de mi ne son İzmir uçağını yakalayacaktım. En ufak bir gecikme olursa (ki olmaması mümkün değil gibi) o uçak kaçıyor. Bir sonraki uçak sabah 7'de. Her şeyine sinir olduğum ve British Airways İzmir uçuşunu iptal etmiş olmasa asla tercih etmeyeceğim Türk Havayolları öyle bir durum halinde yolcularını bir otele bile yerleştirmeyecek kadar cimri tabii ki. İnsanların bütün gece bir şişe suyun 3TL'ye satıldığı bir havaalanında ne bok yemesini bekliyorlar bilmiyorum. Bana insanoğlunun bildiği her bankadan bir kredi kartı çıkartan anneme şükrediyorum ki öyle bir şey olması durumunda havaalanındaki bir sürü lounge'dan istediğime girebiliyorum. Bu da geceyi rahat rahat koltuklara yayılıp beleş yemek ve beleş sınırsız Jack Daniels eşliğinde beleş internete girerek geçirebileceğim anlamına geliyor. Umarım her şey yolunda gider ve buna gerek kalmaz.

THY hakkındaki tüm laflarımı geri alıyorum dünden sonra.

Facebook'umda varsanız bunları zaten biliyorsunuz, ama dün olaylar şöyle gelişti:

12.30 gibi evden çıktım 12.55 Heathrow Express trenine binmek üzere. Yerlerde kar vardı, ama o sırada yağmıyordu. 13.10'da Heathrow'daydım. Terminalime gittiğimde güvenlik görevlileri havaalanı binasına giriş kapılarında kol kola vererek barikat kurmuş, kimseyi içeri sokmuyorlardı. Cumartesi uçuşların çoğu iptal olduğundan ve Pazar havaalanı tamamen kapalı olduğundan o günlerde uçuşunu kaçıranlar da dün Heathrow'a akın etmişti; o yüzden içeride adım atacak yer olmadığından insanları içeri almıyorlarmış, sonradan fark ettiğime göre. Dışarıda nefeslerin buhar olarak çıktığı derecede buz gibi bir havada en az bir 300 kişi AKP'nin ekmek dağıttığı tipler gibi birbirini ittire ittire tıkış tepiş bekliyor ve içeri girebilmeye çalışıyordu. Ben de söz konusu kalabalığa dahil oldum. Tam o anda kar yağmaya başladı. Karın altında 1 saat 45 dakika donarak ve kırık ayak kemiğimin içine edilerek bekledikten sonra sonunda güvenlik görevlilerinden biriyle konuşabilecek kadar yakına ittirilmeyi başardım. Adama o gün iptal olmamış bir uçuşum olduğunu ve kaçırmak üzere olduğumu söyleyip e-bilet'imi gösterdiğimde beni içeri aldı. Check-in yaptırırken uçağın 1,5 saat gecikmeli olduğunu söylediler. Güvenlikten geçtim, Starbucks'ta kahve içerken karşıdaki Harrods mağazasında bir Marc by Marc Jacobs çanta gözüme çarptı. %40 indirimle £160'a düşmüştü, alsam mı diye düşündüm, ama haftaya Noel sonrası indirimlerde daha da düşeceğini bildiğimden almadım. Bu sırada 1,5 saat geldi ve geçti; ama hala uçağımdan haber yoktu. Sonunda uçak 3 saat gecikmeli olarak kalktı. THY'nin uçağı normalde bindiğim British Airways uçaklarından çok daha lükstü, koltuk aralığı normalin 2 katı falandı, yemekler süperdi (THY'nin dış hat yemeklerinden daha güzelini hiç bir havayolunda yemedim), şaraplar da o kadar fena değildi ki uçuş boyunca 3 küçük şişe içtim. Alkolden yanaklarım kızarmış bir şekilde İstanbul'a indim, koştura koştura İç Hatlar'a gittim. Alakasız olacak şimdi ama, İstanbul kadar büyük bir şehrin Atatürk kadar varoş bir havaalanı sahibi olması ne acı. Gerçekten, iç hatlar acınası durumda zaten de, dış hatlarda bile bir bok yok. Nerede Harrods'lı, Burberry'li, Mulberry'li, Tiffany & Co'lu Heathrow; nerede transit yolcularını bir görevliyle karşılayıp araçla transfer etmek yerine yarım saat tek başına iç hatlara yürüten Atatürk Havalimanı. Neyse, iç hatlar THY masasına ulaştığımda içinde olmam gereken son İzmir uçağı 1,5 saat önce kaçmıştı. Türk Havayolları görevlileri beni ve aynı durumda olan 10 kadar kişiyi daha Taksim'de son derece lüks bir otele götürüp hepsini kendileri karşıladılar. THY yolcuları için özel olarak sabahın 4 buçuğunda hazırlanan kahvaltıyı bile THY ödüyordu (binebilecekleri bir sonraki uçak 2 gün sonra olan bazı insanların 2 günlük oda ve tüm öğünlerini karşılıyorlardı). Sabah THY'nin gönderdiği bir arabayla havaalanına geldim, ilk İzmir uçağına bindim, ve neredeyse 24 saat süren bir yolculuktan sonra evime ulaştım.

Bu da böyle bir gündü.

Sonuç olarak THY'yi çok takdir ettim, kabus gibi bir günü daha dayanılabilir hale getirdiler.

Birisi Sözlük'te "Aynı şehirdeki 2 havaalanı (Stansted, Luton) arı gibi işlerken biri (Heathrow) tamamen kapalı" yazmış. Stansted ve Luton Londra'ya dahil değiller. "Aynı şehirde" falan değiller yani. Mesajla bunu belirtmek istedim yazara, ama üşendim.

No comments: