Saturday 30 October 2010

london after midnight

"You'll find no man, at all intellectual, who is willing to leave London. No, Sir, when a man is tired of London, he is tired of life; for there is in London all that life can afford."

Ne kadar da doğru bir laf bu. Londra'yla fazlasıyla bütünleşmiş bir haldeyim bu aralar. Kent'te yaşarken de haftada bir falan gidip geliyordum buraya, ama yaşamak bambaşka bir şey. O zamanlar bana Londra çok kalabalık ve insanlarının sürekli koşuşturma halinde ve soğuk olduğu bir şehir gibi gelirdi. Burada yaşamak yerine Brighton'ı tercih ediyordum (eğer blog'umu okuyorsanız biliyorsunuz "Nerede yaşasam" muhabbetlerimi).

İnsan Londra'da yaşamaya başlayınca şehir nasıl da tamamen değişiyormuş meğer. Şehrin en ghetto semtlerini gördükçe, yüzlerce milletten bir sürü "Londralı" insanla karşılaştıkça, metroya binmeyip otobüslerde zaman harcadıkça, turistlerle dolu caddelerde turist olmayarak yürüdükçe insan kendini daha bir Londra'ya ait hissediyor.

Yıllardır kendimi hiç bu kadar huzurlu, mutlu ve hayatından memnun hissetmemiştim. Öyle ki, bunun üstüne bir master daha ya da doktora yapsam da Londra'da öğrencilik hayatımı uzatsam mı diye düşünüyorum bu aralar. Okul bittikten sonra buradan ayrılmaya niyetim yok gerçi. Bu ülkeden kovulana kadar Londra'dayım.

No comments: