Thursday 14 January 2010

my heart is open to you

Bugünlerde ters bir ruh halindeyim. Herkesi tersleyip sonra üzülüyorum. Ayağıma alçımsı birşey takıldı bugün, bir daha kırarsam ameliyatmış, istemiyorum. Okulla ilgili Alize, Zeynep ve ailem dışında kimseyle paylaşmadığım problemlerim var. Buraya bile yazasım gelmiyor, daralıyorum çünkü aklıma gelince. Master başvurularıma hala gelmeyen cevapları bekledikçe daha da daralıyorum, ve Salı bitmiş olması gereken sıkıcı ötesi bir essay beni bekliyor. Cumartesi İngiltere'ye dönüyorum, Lisa 2 yıldır ilk kez beni almaya gelemiyor ve ülkeyi kar-buz götürüyor. Eve zamanında ulaşabileceğim ya da ulaşıp ulaşamayacağım belli değil. Belirsizlik canımı sıkıyor. Son derece zaafım olan bir insanın canı istediği anda hayatıma girip (waltzing into someone's life'ın karşılığının olmaması) yine canı istediğinde arkasını dönüp gitmesi ve benim her seferinde buna izin vermekten başka çaremin olmamasına sinir oluyorum. Sinir olan halimi sevmiyorum, huzurlu olmak istiyorum yine.

Geçen gün Mango'da duymam üzerine kafama takılan ve 13 yaşıma döndüren Silverchair-Miss You Love ile başlayıp Morrissey-Let Me Kiss You ile bitmeye karar verdi bu yazı.

There's a place in the sun
For anyone who has the will to chase one
And I think I've found mine
Yes, I do believe I have found mine

I've zig-zagged all over America and I cannot find a safety haven
Say, would you let me cry on your shoulder
I've heard that you'll try anything twice

Close your eyes and think of someone you physically admire
And let me kiss you, let me kiss you
But then you open your eyes and you see someone that you physically despise
But my heart is open, my heart is open to you.

Bu arada şu an fark ettim de, Miss You Love gibi depresifimsi bir şarkıyla mı insanları alışverişe teşvik etmeyi planlıyor Mango?

No comments: