Friday, 7 March 2008

the L word

Girls in tight dresses who drag with mustaches
Chicks drivin' fast , ingenues with long lashes
Women who long, love, lust, women who give
This is the way, it's the way that we live.

Talking, laughing, loving, breathing,
fighting, fucking, crying, drinking,
riding, winning, losing, cheating,
kissing, thinking, dreaming.

This is the way that we live, and love.

Monday, 3 March 2008

just like heaven

"Show me how you do that trick the one that makes me scream," she said, "the one that makes me laugh," she said and threw her arms around my neck. "Show me how you do it and I promise you, I promise that I'll run away with you. I'll run away with you." Spinning on that dizzy edge, I kissed her face and kissed her head, and dreamed of all the different ways I had to make her glow. "Why are you so far away?" she said, "Why won't you ever know that I'm in love with you, that I'm in love with you?"

You. Soft and only you. Lost and lonely, you. Strange as angels, dancing in the deepest oceans, sitting in the water, you're just like a dream. You're just like a dream.

Daylight licked me into shape. I must have been asleep for days, and moving lips to breathe her name, I opened up my eyes and found myself alone. Alone. Alone above a raging sea that stole the only girl I loved, and drowned her deep inside of me. You.

Tuesday, 26 February 2008

promiscuous girl, you're teasing me

Romeo ve Juliet'in hikayesi Verona'da geçer, biliyorsunuzdur. Verona'da da Romeo ve Juliet Evi denen bir turist mekanı bulunmakta. Bu evin bahçesinde ünlü balkon sahnesine esin kaynağı olduğu iddia edilen balkonun altındaki duvarların hepsi yazılar ve kalplerle doludur. İnanışa göre oraya gittiğinizde aşık olduğunuz kişinin adını ve kendi adınızı o duvara yazıp etrafına bir kalp çizerseniz, bir gün mutlaka ona kavuşurmuşsunuz. Ben yazmıştım.






don’t stop don't stop


just keep on going until i come

Monday, 25 February 2008

herstory

8 Mart Kadınlar Günü'nün yaklaşıyor olmasıyla ilgili bir konuşmadan sonra feminizm bugünlerde kafamı meşgul eden bir konu oldu.

Etrafımda erkek üstünlüğü o kadar kabullenilmiş ve o kadar herkesin içine sinmiş ki, normal ve olması gereken durum bu kabul edilmiş durumda. Sokaklarda kavga eden heteroseksüel çiftler, ağlayan kızlar, kız ağladıkça daha da bağıran erkekler, kızın kolunu tutup sıkmalar, ve bunlar aslında birşey değil bile. Kendi eski erkek arkadaşlarımla olan ilişkilerime geri dönüp baktığımda ben de o kızların yaptığı hatalardan ne kadar çok yapmış olduğumu görüyor ve tiksiniyorum.

Fiziksel, duygusal, sözlü ya da hiyerarşik olan her türlü erkek üstünlüğü sinirime dokunuyor; ve artık bunları hayatıma sokmayacağım. Bu toplumda eşitsizlik kadınlar tarafından o kadar kabullenilmiş ki, "kanun önünde kadın-erkek eşitliği" gibi hayallerle çözülmesi mümkün değil.

Bir taraftan "Aman be, o kadınlar ne halleri varsa görsün, ben onlar gibi olmayacağım nasıl olsa" diyor insan, tokat atan sevgilisini affeden kadınları gördükçe. Sen affedersen, kabul edersen tabii ki atar, beyinsiz. Hatta senin gibilere bir tokat da ben atmak istiyorum mümkünse. Sizin yüzünüzden sokakta abaza herifler kadınlara laf atmayı "Bu saatte sokaktaysa kim bilir ne bok yemeye çıktı" gibi bir mantıkla kendilerine hak görüyorlar. Bu yüzden erkekler kısmen daha medeni sayılabilecek mekanların ortasında kızlara yavşama yüzünü kendilerinde buluyorlar. Sanki biz oraya onların göz zevki için gidiyormuşuz gibi. Hayır yani anlamıyorum size sizin gibi biriyle en ufak bir işim olabileceğini bile düşündüren nedir, gidin bir kendinize bakın önce.

Siz ne zaman bir kadının yolda yürüyen bir erkek görünce arabayı kenara çekip "İyi geceler güzelim gelsene" dediğini gördünüz? Kaç kadın duydunuz tecavüz eden, elleyen, taciz eden? Sokakta bir erkeğe laf atan, cevap alamayınca peşine takılan, takip eden, yüz vermeyince ana avrat küfreden? Bunlar her sokağa adım atışımda kaç kez başıma geliyor biliyor musunuz? Kaç tane kadın tanıyorsunuz cinselliğini erkekler gibi açık açık yaşadığında orospu etiketi vurulmayan? Kaç kadın tanıyorsunuz sokaklarda rahat rahat yürüyebilen, her yanından geçene potansiyel tacizci hatta belki de tecavüzcü gözüyle bakmayan, sürekli içinde bir yerlerde bir korku taşımayan?

Gelip bana kadın-erkek eşitliği demeyin lütfen. Biz kadınlar o kadar ilkel değiliz.

Sunday, 24 February 2008

you are a natural disaster

Conforming on a Monday, too often and too cold. But you aren't even listening, 'cause you're just too old to feel an earthquake or too cool to even care. You aren't even listening, so why should I?

You are a natural disaster and I've wanted you too much and now I'm gonna lose. I've wanted you too much and now I've gotta choose. You're the cause of all this and I'm sick of trying to please you. And you're gonna feel my emotions coming, because you're the world.

Monday, 18 February 2008

another kind of love it's easy to forget

Dünyanın en seksi oteli olan Adam&Eve'den dönmüş bulunuyorum. Sabiha Gökçen Havaalanı'nın kapatılması, uçuşumun iptal olması, birden herkesin Atatürk'e inecek uçaklara akın etmesi, Atatürk uçuş fiyatlarının borsa modunda 10 dakikada 250 YTL'lere çıkması, Atatürk'e inecek bir uçağa bilet almak zorunda kalmam, 18.45te kalkması gereken uçağın 22.30da kalkması, Yalova'da yapılan "Önümüzde şu an 25 uçak bekliyor, biz de yaklaşık 1 saat havada beklemek zorundayız" anonsu, gece yarımda ancak inebilmem, 1'de Havaş'a binip Kozyatağı'na gitmem, deli gibi karın altında yarım saat boyunca taksi bekleyip götümün donması ve saat 2.30da nihayet eve ulaşabilmemden sonra işte yine burdayım.

Otele çok bayıldım. Koridordaki ordaki burdaki tuvaletlerde bile her kabinde sürekli olarak fashion tv ve türevi kanalların yayını yapılarak tuvalette bile modaya ayak uydurmamız sağlanmıştı. Burberry Prorsum defilesi izleyerek fuhuş kırmızısı ışıklandırılmış bir tuvalette çalan Love Will Tear Us Apart eşliğinde takılmak garip oluyor.

Ünlü Dirty tuvalet koridorunu utandıracak olan koridorlarda tek bir tanecik bile ışık yok ve tavan, yer duvarlar, hepsi simsiyah. Koridorların dönüş yerlerine konulan ve insana yön duygusunu kaybettiren ayna duvarlara ise yanlışlıkla çarpma korkusu duyarak, önünü göremeden karanlıkta zar zor yürüyen ben; cidden o koridorlarda çok çılgın kısa filmler çekme isteğiyle doldum bir an. Sanırım kendileri otelin cehennem konseptini sembolize ediyorlardı.

Cennet konsepti ise odalar olmalı. İstanbul'daki evimin tamamından büyük olan -ve thank god tek başıma kaldığım- süitime adım attığım anda yaşadığım "oha lan bu ne" duygusunu sizlere anlatamam. 3 tane 5 kişinin rahat sığacağı kadar king size bed ve terasta da 3 tane daha çift kişilik yatak vardı. Terasta Adam ve Eve'ler çift kişilik yataklarda orgy mi yapıyorlar diye düşünmedim değil. 2 tane plazma tv, salonun ortasındaki renkli ışıkları yanıp sönen jakuzi ve yatağın yanındaki saunayı görünce, doğumgünümü orada kutlamak istediğime karar verdim. Evet gerçekten de en büyük süiti tutup 10 favori insanımla kutlamak hiç fena olmaz.

Ayrıca birisi Yeditepe'yi bir gün daha tatil etsin lütfen, bu havada okula gidemem yarın.

you close my eyes and soothe my ears
you heal my wounds and dry my tears
on the inside of this marble house i grow
and the seeds i sow will grow up prisoners too

Thursday, 14 February 2008

love is in the air.. or maybe not?

Sevgililer Günü'nü böyle hayal etmemiştim. 11'de uyanıp kendimi şımartarak 2 saat boyunca hazırlanmayı, ve sonra da dışarı çıkıp havadaki sevgi pıtırcıklarına gülümseyerek ve aşk kokusunu hissederek Taksim'e gidip 13.30da Deniz'le buluşmayı planlıyordum. Onun yerine, "Hasiktir abi" diyerek aniden uyandım. Cep telefonuma baktım, şarjı bitip kapanmıştı, alarmım da çalmamıştı doğal olarak. Televizyonu açtım, saatin 14.33 olduğunu gördüm, bir kez daha "Siktir ya" dedim. İlke ve Deniz'den gelen sinirli mesajlardan korkarak telefonumu açtığım anda İlke aradı. Vazo kırmış çocuk sesimle ağzımdan çıkan "Alo?"mun cevabı, son derece ağzıma sıçıcı bir anne ses tonuyla "Nerdesin sen İpek?" oldu. İlke'ye durumu açıkladıktan sonra, ben Southland Tales filmini kaçırmış, İlke de tek başına izlemek zorunda kalmış oldu. Daha sonra Deniz'e üzgünüm konseptli upuzun bir mesaj attıktan sonra, "Seninle bir daha konuşmak istemiyorum" cevabını aldım. Gerçekten çok çok üzgündüm aslında, çünkü onu görmeyi çok istiyordum ve kendimi affettirebilirdim de, ama hiç kimse için o kadar kendimi kasamam ben, üzgünüm, kendini ağırdan satan insanlardan hoşlanmıyorum. Ayşegül ve Ezgi'ye de söz verdim bugün, Taksim'e gidince onları aramam lazım. İlke'yle Starbucks yaptıktan sonra ararım. Ve sonra Itty Bitty Titty Committee'ye gideriz akşam.

Hayata tamamen sevgisel bir bakış açısından bakan ve hayatın anlamı ya da hayatta ulaşılması gereken ultimate hedef olarak gerçek aşkı gören birisi olarak, Sevgililer Günü'nün bu kadar yüzeysel geçmesi sinirime dokunuyor. Sahibi bulunduğum 4 dövmeden birinin Cupid, birinin kalp, ikisinin de hayatımın en büyük 2 aşkının simgeleri olduğunu düşünürsek, ne kadar hopeless romantic bir kişilik olduğumu anlayabiliriz sanırım. Sevgililer Günü, "naber aşkıooğmm" yapan salak sevgilimsilerin kendilerini büyümüş hissetmek için mum ışığında yemek yiyip birbirlerine klişe hediyeler aldıkları beyinsizlik örneği bir gün olmamalı. Sevgilisi onun evine geldiğinde bıraktığı saç tellerini toplayıp saklayanların, sakızlardan çıkan "Love is..." kağıtlarının 150sini birden biriktirenlerin, teknolojiye inat ısrarla aşk mektupları yazanların, Bright Eyes dinleyip ağlayanların, birlikte Kordon'da yere yatıp el ele tutuşarak yıldızlara bakan ve sevgilerinde boğularak ölen aşıkların günü olmalı.

i believe that lovers should be tied together
and thrown into the ocean in the worst of weather
and left there to drown
left there to drown in their innocence

i believe that lovers should be chained together
and thrown into a fire with their songs and letters
and left there to burn in their arrogance

i believe that lovers should be draped in flowers
and layed entwined together on a bed of clover
and left there to sleep
left there to dream of their happiness

Wednesday, 13 February 2008

it's about love, not gender

Bugünlerde çok garip insanlarla tanışıp çok garip yerlerde çok garip muhabbetler yapıyorum. Son 2-3 günde yaşadığım gariplikler toplamını sanıyorum ki hayatımın herhangi bir döneminde daha önce görmemiştim. Toplumcu zihniyetten, "normal" anlayışından, heteroseksist insanlardan nefret ediyorum. Son zamanlarda erkeklerin %97sinden de iyice nefret eder oldum. Yolladıkları ve sadece okumanın bile midemi kaldırdığı derecede tiksinç mesajları eğer daha uygar bir ülkede yaşıyor olsaydım, direk yargıya yönlendirirdim. Kendilerinde bu hakkı nasıl buluyorlar bilmiyorum. Rezil şeyler. İnsan bile değilsiniz.

Saturday, 9 February 2008

thou shall have no other gods before me



02:40'tan başlayan ilk hikayeyi izlemelisiniz sevgili Adam Brody hayranları. Youtube, dailymotion ve türevi sitelerde telif hakları nedeniyle videoyu bulamamış olduğumdan, youtube'un Çin çakması olduğunu tahmin ettiğim bir sitede bulduğumu koyuyorum. Link verdim, gidin bakın.



http://6.cn/plist/138481/0.html

Thursday, 7 February 2008

countdown to the disappointment, i'm yours tonight

You're very kind and very sweet. You're my favorite person.

i’m a little scared to hold you close
cause i just might never ever let you go
caught up in your smile
i’m happy as a child
but i’m still drowning
drowning in your love

your heart cares for nothing in return
and i’m just taking
taking you in.

** I totally aced the interview today.