Sunday 5 January 2014

post-izmir blues

18 Aralık'ta öğleden sonra 2'de başlayan sınırsız alkolle gecenin geç saatlerine kadar devam eden iş yeri Noel partisinde fena yamulduktan sonra iş ortamından uzaklaşmak bana süper geldi. On günlüğüne İzmir'e geldim.

**

Ilıca'da denize girme denemesinde bulunmak için Çeşme'ye giderken şunu fark ettim ki, ben İzmir'i çok seviyorum. İnsanlarına ya da başka bir şeyine değil de, İzmir denen toprak parçasına, şehrin havasına suyuna hiçbir yere olmadığım kadar bağlıyım.

İzmir'imi o kadar çok seviyorum ki; kokusu ve pelikanlarıyla güzelim körfezi, Çeşme'ye giderken otobanın kıvrımları arasında birden görünen muhteşem deniz manzarasını ve yeşil tepeleri, İzmir'den gelenlere merhaba diyen Alaçatı rüzgar türbinlerini, kışın ıssız bir sessizliğe bürünen Ilıca'nın bembeyaz kumlarını, yatak odamdaki camdan baktığımda gördüğüm derenin körfeze karıştığı yerde yüzen karabatakları, Karşıyaka-Alsancak vapuruna bindiğimde bütün şehrin çevremde ışıl ışıl oluşunu her gördüğümde kalbim sevgiden patlayacakmış gibi oluyor. İzmir'in en sıradan köşesine bile aşkla bakar oldum Londra'ya taşındığımdan beri, doğma büyüme İzmirli olduğum halde yıllardır gözümün önünde duran pek çok güzelliği yeni yeni fark ediyorum. Ve o kadar güzel şeyler var ki İzmir'de, baktıkça içim acıyor, kalbim sıkışıyor.

Genelde benim için duygulanıma sebep olan şeyler sanattan çok film ve müzik olduğundan Stendhal sendromu konseptini aklım almazdı. Artık insanı ağlatacak kadar ezici bir güzelliğin varlığını anlayabiliyorum.

Türkiye'ye döndüğümde asla İzmir'den başka yerde yaşamak istemem.

**

1 Ocak'ta İstanbul aktarmalı olarak Londra'ya dönecektim. Havaalanına gittiğimde İzmir-İstanbul uçuşunun 35 dakika gecikmeli olduğunu öğrenmem, o 35 dakikanın 1.5 saatlik bir gecikmeye dönüşmesi ve sonuç olarak daha İzmir'den uçağa binemeden Londra uçağını kaçırmam sebebiyle havayolunun yaptığı "İstanbul'da sizi otele götüreceğiz, ertesi gün uçarsınız" teklifini kabul etmeyerek birkaç gün daha İzmir'de kaldım ve dün direk uçuşla Londra'ya döndüm.

Londra'ya geri dönüşler her seferinde benim için zor oluyor. İzmir'de annemin, kedimin ve süper yemeklerin olduğu kocaman evimden ve "Armut piş ağzıma düş" usulü yaşantımdan buradaki yalnızlığıma, "odacık" boyutundaki evime ve hayatımla ilgili her şeyden tek başıma sorumlu olmaya dönüş kolay değil. Birkaç gün ve birkaç hafta arasında değişen bir alışma ve özlem sürecini atlatmam gerekiyor her seferinde. Bu sefer bir de vizemin bitmesine 2 hafta falan kaldığı için ve  yeni vizeye başvurmam gerektiği için iyice stresliyim. Türkiye'deyken ailemin de desteğiyle her zorluğu aşabileceğime olan inancımın verdiği güvenlik hissi yok buradayken, her şey tamamen benim sorumluluğumda. Büyümenin gereği bu olsa da, kolay bir şey değil.

No comments: