Wednesday 2 May 2012

let me kiss you hard in the pouring rain

Geçen hafta Norveç'e gittim. Döneli birkaç gün olmasına rağmen günlerim fena halde koşuşturmaca geçti, ancak  yazacak zaman bulabiliyorum.

Norveç ilginç bir deneyimdi. "Yaşasın deniz ürünleri!!" şeklinde bir heyecanla gitmiştim, ülkedeki yeme-içme fiyatlarını görünce nasıl bir şoka girdim anlatamam. Ülkenin en büyük dördüncü şehrinde olmamıza rağmen her şey Londra fiyatlarının üç, Türkiye fiyatlarının ise beş katıydı. Marketlerde bir kutu kola 12TL'ye satılıyordu. En sıradan ve ucuz restoranlarda içecekler ve bahşiş dahil olmadan bir akşam yemeği kişi başı 150TL civarındaydı. Son derece salaş barlarda bile bira fiyatları 30TL'den başlıyordu, yüksek alkollü bir biranın şişesinin 120TL olduğuna denk geldim. Stavanger bile böyleyse Oslo'yu düşünmek dahi istemiyorum. Yurtdışına çıkınca yerel yemekleri olabildiğince tatmak isteyen, oturup uzun uzun yemek yemeyi turist deneyiminin en önemli kısımlarından sayan biriyimdir. Hayatımda ilk kez yabancı bir ülkede yerel yemek falan demeyip öğle yemeklerini tamamen açlık giderme amacıyla marketlerden olabildiğince ucuz şeyler alarak geçiştirmek zorunda kaldım. İnanılmaz cidden.

Bir de birlikte yemek yediğimiz insanların bazıları Londra'da yaşadığımı duyunca "Londra da amma pahalı şehir" türü yorumlar yaptılar. Şaka gibi gerçekten. Londra'da kişi başı 150TL'ye Michelin yıldızlı restoranlarda başlangıç + ana yemek + tatlı yeniyor.

Astronomik fiyatlar dışında Norveç gördüğüm kadarıyla inanılmaz bir ülkeydi. Tekneyle bütün gün fiyordları gezdim, 1 km yürümeye üşenmeyip dünyanın en güzel kumsallarından biri seçilen bir plaja gittim; kanımı donduran soğuk ve rüzgara, her tarafıma kaçan kumlara aldırmadan Londra'dan getirdiğim dandik Evening Standard gazetesini serip üzerine oturdum. Görünürde tek bir insan olmamasının tadını çıkararak o inanılmaz manzaraya karşı oturdum, hayatımın aldığı yönü düşündüm.

Karşınıza gitme fırsatı çıkarsa Güneybatı Norveç tarafına mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Mümkünse yaz sezonunun başlamadığı, havanın size kuzeyde olduğunuzu hissettirecek kadar soğuk olduğu ve bölgenin doğa harikalarını ziyarete gittiğinizde etrafın turistlerle kaynamadığı bir zamanda.

Hayatta güzelim bir kumsala kışın kimse yokken gitmek kadar huzur verici çok az şey biliyorum.

**

Yarın sevgilim akşam yemeğine gelecek. İngiliz sevgililere Türk mutfağını tanıtmayı kendine görev bilen, ancak hayatında Türk yemeği taş çatlasa 2-3 kere pişirmiş biri olarak üşenmedim, ona kalamar dolması ve yalancı mantı yapmaya karar verdim. Kalamarlarımı ricotta ve pesto ile dolduracak, nette bulduğum tüm tariflere ters düşen babamın tarifiyle pişireceğim. Yapabilmek için internetten yufka siparişi vermemi gerektiren yalancı mantının ise nasıl olacağı merak konusu.

Umarım her şey yolunda gider ve bu işin altından kalkabilirim.


No comments: