Tuesday 3 April 2012

when love is not madness, it is not love

Son yazdığımdan beri o kadar çok şey oldu ki...

Kronolojik değil, aklıma geliş sırasına göre gideyim.

Türkiye'de otomatik vites için ehliyet çıkıyormuş. Yıllardır düz vites kullanamadığı için ehliyet alamayan biri olarak bunu duyduğuma çok sevindim. Ancak yasa teklifinde gerekçe olarak "kadın ve yaşlı sürücülerin düz vitesle eğitim görmek zorunda bırakılmasının zaman zaman sıkıntı yaratması"nın gösterilmesi beni fena halde uyuz etti. Merhaba, seksizm.

Cumartesi günü Londra'da 80'lerden beri ilk kez eşcinsel kadınlar için bir yürüyüş düzenlendi, Dyke March adı altında. Ancak yürüyüşün adından başka hiçbir şeyi 'dyke' değildi. Hayatımda ilk kez böyle bir yürüyüşe katılma fırsatı yakaladığım için çok heyecanlı bir şekilde gittim yürüyüşün başladığı Soho Meydanı'na. Yürüyüşün Facebook sayfasında bazı insanların yaptığı yorumlar ve organizatörlerin verdikleri tepkiler beni organizatörlerin tam birer göt deliği oldukları konusunda ikna etmişti. Ama yine de 'dyke' kimliğini üç beş götü boklu insana bırakmayı reddederek katılmak istiyordum. Organizatörler en baştan "Ne olursan gel" türü bir politika izleyeceklerini söylemişlerdi, en başta uyuz olduğum şey buydu (Dünyanın hiçbir yerinde Dyke March'lara erkekler davet edilmiyor, Londra bu konuda bir ilke imza attı). Ve tanıdığım çoğu dyke buna uyuz olup gitmediğinden, gerçekten de meydanda toplanan kalabalığın çoğu erkeklerden oluşuyordu. Biz de katılmaktan vazgeçip BFI'a doğru yol aldık.

Madem adında dyke kelimesi geçen bir yürüyüş düzenliyorsunuz, bu yürüyüşte erkeklerin/heteroların/bilmem nelerin ne işi var? Erkeler/hetero kadınlar/diğer lezbiyen kimlikli olmayan kişiler neden illa her şeye maydanoz olmak ve böyle bir yürüyüşe dahil olmak ister? Organizatörler madem asıl lezbiyenleri kaçırma pahasına böyle salak bir politika uygulayarak Dyke March'ı bir LGBTQIAbıdıbıdıbıdı yürüyüşüne dönüştüreceklerdi, neden adını Queer March koymadılar? Çok gerizekalılar ve hepsini tokatlamak istiyorum. Size de edeyim, yürüyüşünüze de. Ne hakla eşcinsel kadınların kimliklerini bu şekilde çalarsınız? Göt zekalılar.

Aşık olma sürecim son hızla devam ediyor. Cuma hayatımın en ilginç anlarından birini yaşadım. Ben, sevgilim, sevgilimin eşi ve sevgilimin eşinin sevgilisi buluşup birlikte bir şeyler içtik. Sonra sevgilim ve ben bütün haftasonunu birlikte geçirdik. Baştan sona her dakikası mükemmeldi. Kelimelere dökemiyorum. Hayatımda hiç kimse için böyle hissetmedim. İlk kez birinin yanında tamamen kendim olabileceğimi, en salak hallerimi bile ona gösterebileceğimi hissediyorum. İlk kez günde milyon kere biriyle mesajlaşmazsam içim bir fena oluyor. İlk kez birini 2 gün göremeyecek olmak bile içimde ağlama isteği uyandırıyor. İlk kez *her* konuda benimle aynı frekansta olan, aklımdan geçenleri o anda onun da düşündüğünü bildiğim için söyleme gereği duymadığım biriyle birlikteyim. İlk kez biriyle Starbucks'ta oturup bir kahve içmek ya da bir süpermarket otoparkında müzik dinleyip konuşmak hayatımın en güzel anları kategorisine dahil oluyor. Deli gibi aşık olmak bu mu?

BFI Londra Lezbiyen ve Gay Film Festivali Pazar günü sona erdi. 10 gün boyunca 14 film izledim, yine de doyamadım, "Keşke bitmeseydi" diye üzülüyorum iki gündür. Binlerce eşcinsel ile aynı çatı altında olmak ve birlikte süper filmler izlemek gibisi yok.

Bu seneki favorim Cheryl Dunye'nin Mommy is Coming'iydi. Bir sürü tabuya değinen ve bunu çok eğlenceli bir şekilde yapan bir film. Denk gelirseniz tavsiye ederim.

No comments: