Thursday 29 December 2011

you can tell everybody this is your song

Çocukken en sevdiğim bilgisayar oyunlarından olan RollerCoaster Tycoon, geçenlerde National Geographic'te rollercoaster yapımıyla ilgili bir program izledikten sonra aklıma gelmişti. Baktım üçüncüsü falan çıkmış, oynamaya başladım. Manyak gibi sabahtan akşama bununla uğraşıyorum. Bağımlılık yapıcı gerçekten.

Böyle uzun süre evde oturduğum dönemlerde sıkıntıdan bir şeylere sarıyor ve bütün günümü onunla geçiriyorum. Bu takıntım her zaman kısa ömürlü oluyor, hevesim kısa sürede geçiyor. Başladığım iş de yarım kalıyor o yüzden genelde. İlgi alanlarım konusunda böyle daldan dala bir yaklaşımımın olmasına yakın çevrem "Maymun iştahlısın/Hiçbir şeyi bitirmiyorsun" şeklinde bakıyor. Bilmiyorlar ki gerçekten elimde değil, gerçekten ilgim birden pat diye başka bir şeye kayıyor. Aynı şeyi ilişkiler konusunda da yaşıyorum. Yeni bir arkadaşla/sevgiliyle deli gibi zaman geçirirken, birden ilk günlerde hissettiğim o coşku yok oluyor. Şu ana kadar çocukluğumdan beri hala arkadaş olduğum tek bir insan var, o derece (hep 93290 tane çocukluk arkadaşı olan tipleri kıskanmışımdır hatta).

**

Son birkaç gündür tanımadığım 543'lü farklı numaralar arayıp duruyor. Hem de insanın tanımadığı birini aramasının kaba ötesi kaçtığı abuk saatlerde. Normalde zaten bilmediğim numara arayınca açmam, bir de böyle görgüsüz gibi saçma sapan saatlerde aramalarına iyice sinir oldum, her kim(ler)se. Sattığım çantayla ilgili konuşmak isteyen bir kadına email adresimi ve telefon numaramı vermiş, mesajımın sonuna da "Emaille haberleşmeyi tercih ediyorum, lütfen mail atın" yazmıştım. Onun olabileceğinden şüpheleniyorum. Eğer oysa, özellikle aramak yerine mail atmasını söylediğim halde aradığı için sinir olacağım.

İnsanlar neden cep telefonu sahibi olmamın her an ulaşılmak istediğim anlamına gelmediğini anlamıyorlar? Güzelim Facebook ve email varken, insanlarla telefonla iletişmeyi sevmiyorum gerçekten. Telefonumu da ailemle konuşmak ve buluşacağımız zaman arkadaşlarımla haberleşmek dışında kullanmıyorum. Tanımadığı insanları gecenin 10'unda arayan ya da sabah 9'da arayıp uzun uzun çaldırarak uyandıran insanlar neyin kafasını yaşıyor merak ediyorum o yüzden. Tanımadığın birinin evine gidip, o saatte 10 kere zilini çalar mısın? Probably not. E o zaman niye telefonla rahatsız ediyorsun?

**

Birkaç hafta önce televizyonda kahvaltıma eşlik edecek bir şeyler ararken The Glee Project'e denk geldim. O günden sonra kaçırmadan izlemeye başladım. Bilmeyenler için, The Glee Project, Glee dizisinin yeni sezonunda rol alacak insanın yetenek yarışması modunda bir elemeyle seçildiği bir reality show. Programda Glee'nin yaratıcısı Ryan Murphy'nin "Paul Smith modellerine benziyorsun" şeklinde tanımladığı, Cameron adlı bir yarışmacı vardı. Erkeklere zerre ilgim olmamasına ve dizinin ilerleyen bölümlerinde hardcore Hristiyan olduğunun ortaya çıkmasına rağmen, onun olduğu sahnelerde gözümü ekrandan alamadığımı fark ettim. Tam bir o-kadar-şirinsin-ki-en-yakın-arkadaşım-ya-da-erkek-kardeşim-falan-ol-istiyorum anı yaşıyorum bu çocuğa bakarken. The OC'deki Seth'in daha utangaç ve daha yakışıklı hali gibi. Kalp.



**

Bu da 10 yaşındayken falan deliler gibi sevdiğim bir şarkıydı, bu aralar yine aklımda.

No comments: