Wednesday, 12 June 2013

dissent

En son yazımdan beri hayat o kadar çılgın hale geldi ki, yazacak fırsat yine bulamadım. Son post'umun ertesi günü (31 Mayıs akşamı) bir partideydim. Tesadüfi sebepler yüzünden alkol almayacağım tuttu ve ayık kafayla club ortamları çekilmediğinden kendimi telefonumda Facebook'uma bakarken buldum.

Arkadaş listemde aşağı yukarı 300'ü Türk olan 484 kişi var (bu arada listemi temizlemem gerekiyor sanırım), Türk olanların iki istisna dışında tamamı ve İngiltere'de yaşayan yabancı arkadaşlarımın da bir kısmı Gezi'de çıkan olaylardan bahsediyordu. Şu ana kadar ne yapılırsa yapılsın ancak online dilekçeler ya da Ekşi Sözlük'teki üç beş entry ile isyan eden, onun dışında tamamen apolitik olan bu insanların aralıksız şekilde Gezi hakkındaki post'larını görünce sinirlerim bozuldu, dışarı çıkalı bir saat geçmeden eve döndüm.

Evimde telefon çekmemesine rağmen bütün geceyi gözüme uyku girmeden, yarım saatte bir yatakta kolumu cama uzatıp 3G sinyali arayarak ve Facebook feed'imi yenilemeye çalışarak geçirdim. Cumartesi demeden sabahın köründe kalktım, Londra Hyde Park'taki Gezi'ye destek eylemine gittim. Birkaç yıl önce gittiğim ve protestodan çok karnaval havasında geçen Londra Slutwalk mitingini saymazsak gittiğim ilk protesto gösterisiydi. Binlerce Türk'ün ve tek tük diğer milletlerden gelenlerin olduğu, polisin kenarda durup gözlemlediği ve bazen göstericilerle hatıra fotoğrafı çekildiği, Çarşı grubunun olduğu, birbirinden yaratıcı pankart ve sloganlara denk geldiğim süper bir ortamdı.

Çarşamba günü Türkiye'ye döndüm, havaalanından eve geldiğimde saat tam akşam 9'du. Her yer korna ve tencere tava sesleriyle inlemeye, bütün mahalle ışıklarını yakıp söndürmeye başladı. Eve döndüğüm gibi böyle bir şeyle karşılaşmak gerçekten çok acayip bir deneyimdi.

Cuma sabahı ülkede bu kadar şey olurken tatile gidip eğlenme fikri konusunda bayağı bir vicdan azabı çekerek Çeşme'ye gittim (yıl boyunca tek tatil hakkım bu zamana denk geldi maalesef). Beş gündür tatilde olmama rağmen Halk TV'ye yapışmış durumdayım, olan biteni aklımdan çıkaramadığım (daha doğrusu televizyona çıkıp yüzü bile kızarmadan göz göre göre yalan söyleyenlerin çıkarttırmadığı) bir garip ruh halindeyim.


**

Onun dışında staj yaptığım yerdeki son günümdü geçen Salı. Akşam ben ve biri daha ayrılıyoruz diye bir şeyler içmeye gittik, alkolün de etkisiyle ben de dahil pek çok kişi duygusallaştı.

Bana iş önermeyi planlıyorlardı, ama maalesef vizemi yenileyebilmek için belli bir miktarın üzerinde maaş almam gerekiyor ve o maaşı vereceklerini sanmıyorum. Nelere para harcayıp da çalışanlarını yok pahasına çalıştırmak istemeleri ayrıca bana prensip olarak çok ters geliyor. Bu nedenle o kapının açılacağından pek umutlu değilim.

Tam bunlara sinirim bozulmuş ve Türkiye'ye dönme olasılığımı düşünmek bile istemez bir halde eve gelmiştim ki, başvurduğum yerlerden birinin beni görüşmeye çağırdığını belirten bir mail aldım. Yarın Skype üzerinden görüşeceğiz. Bana şans dileyin.

**

Alakasız olacak ama Dior en sevdiğim Depeche Mode şarkılarından Behind The Wheel'ı son reklam filminde kullanmış, pek yakışmış.

No comments: