Saturday, 14 July 2012

show me love

Şu anda Efes Pilsen One Love Festival'da alkol satışının son anda yasaklandığını duydum. Organizasyonun açıklamalarına göre yasağın ardında Santralistanbul mudur, Bilgi Üniversitesi midir, kim olduğunu bilemediğim "ruhsat sahipleri" yatıyor. Bu duruma artık diyecek laf bulamıyorum. Göt zekalılık ve dünyada yanlış giden çoğu şeyin nedeni olan din kavramı toptan yasaklansın istiyorum Türkiye'de böyle günden güne artan sikko yasakların haberini aldıkça. Sanıyorum bu konuda çoğumuz hemfikiriz.

Benim anlayamadığım şey, festival konuklarının bu konuya verdikleri tepki.

Herkes "Festivali iptal etseydiniz de tepkinizi koysaydınız", "Protesto ediyor ve gitmiyoruz, biletimizi iade edeceğiz" modunda.

Çok afedersiniz ama siz saf mısınız? Aklım almadı gerçekten.

Eğer gerçekten bu durum bize yansıdığı gibiyse, organizasyonun (üşendiğim için EP olarak kısaltacağım) şu anda bu konuyla ilgili yapabileceği bir şey yok. İmzalanan anlaşmalar olduğu ve her şey mevzuata uygun olduğu halde alkol ruhsatlarını kullandırmayı reddeden işletme sahipleriyle mahkemede hesaplaşmaktan başka bir şansları yok. Ruhsat olmadan alkol satışı yapabilmeleri ve son günde karşılarına çıkan böyle bir engele zamanında çözüm bulabilmeleri ağızlarıyla kuş tutsalar MÜMKÜN DEĞİL. Bunun nesini anlamıyorsunuz?

Burada size haksızlık yapıldığı kadar bu iş yüzünden organizasyonlarının içine sıçılan ve bir dünya zarar edecek olan EP'ye de haksızlık ediliyor. Bu yasağı kaldırmak onların elinde değil, sorun onlardan kaynaklanmıyor. Neden özgürlüğünüzü kısıtlamak isteyen göt zekalılara inat, alkol olmasa da EP'ye destek vereceğinizi göstermek için festivale gitmiyorsunuz? Asıl protesto budur. Biletinizi iade edip evinizde oturduğunuz yerden Twitter'da galeyana gelmek neyi protesto etmek oluyor?

EP festivali iptal edip tepkisini koysun diyorsunuz da, o kadar müzisyen bu iş için kalkıp Türkiye'ye gelmiş, onlara ödenmiş/ödenecek bir sürü para var, festivali iptal edip EP neden zararını bilmem kaça katlasın? Bu yüzden festival iptal etseler yarın öbür gün Türkiye'ye gelecek hangi yabancı grup bu organizatörleri ciddiye alır? İptal etmenin nesi protestodur, festivali alkolsüz de olsa devam ettirmenin neresi dinci kitleye boyun eğmektir? Gerçekten aklım almıyor.

Eğer tepkinizi yanlış yere yönlendirir ve protesto edeceğim diye ya da alkolsüz eğlenemem diye bu haftasonu bu festivale gitmezseniz, seneye çok büyük ihtimalle böyle bir organizasyon yapılamayacak. Ve bu yasağı getirenler istediklerini elde etmiş olacak. İstediğiniz bu mu?

Bu işin odak noktası müzik, alkol değil. Kabul ediyorum, alkol olmaması çok boktan, ama ben şu anda İstanbul'da olabilseydim sırf bu yasağı getirenlere inat olsun diye gider, deliler gibi eğlenir, festival bittikten sonra da gider Taksim'de istediğim kadar içerdim. Nasıl olsa gece uzun.

Festivalde upuzun içki kuyruklarına girip bir içkiye normalin 5 katı para vermek ve sonra da saat başı tuvalete gitme ihtiyacı duyup iğrenç pis tuvaletler için yarım saat sıra beklemek benim gibi üşengeç birine fazla geliyor, o yüzden son bir yıldır falan konserdir, festivaldir ortamlarında içmiyorum zaten. Ve size garanti veririm ki tamamen ayık bir şekilde deneyimlenen konserler sarhoşluktan yarısı hatırlanmayanlara 10 basıyor. Bir deneyin, zarar gelmez.

Friday, 13 July 2012

you take me back there

Haftaya D ve ben doğumgünümü kutlamak için Belçika'ya gidiyoruz. Göreceğimiz yerlerden, yemek yiyeceğimiz mekanlara kadar her şey ayarlandı. Ama içimde bu gezinin gerçek olamayacak kadar güzel olduğuna ve her an iptal olabileceğine inanan, kendimi çok umutlandırmamamı söyleyen bir ses var bu planlar yapıldığından beri. Bu aralar kafam o kadar meşgul ki bahsettim mi hatırlamıyorum, D'nin lenf bezinde bir kütle bulundu, doktoru tehlikeli bir şey olabileceğinden korkuyor, henüz ne olduğu belli değil. Onunla ilgili bir sorun çıkmasından korkuyorum.

Aynı zamanda D'nin annesinin sağlık durumu kötü, çok bencilce biliyorum ama ona bir şey olacağından ve her şeyin iptal olacağından endişe duyuyorum.

Bir de bunların üzerine şu anda diğer kız arkadaşla ilişkilerinin geleceği üzerine bir konuşma yapıyorlar. Ne konuşulduğunu deli gibi merak ediyorum. Ayrılırlarsa gerçekten Londra'nın dört bir yanında kına arayıp bulup bir taraflarıma yakacağım. Ve hatta buraya fotoğrafını koyabilirim.

Son iki haftada 20 tane falan iş başvurusu yaptım. Hiçbirinden cevap yok. Otomatik cevap falan gönderir insan. Sinir oluyorum.

Boğazı ağrıyınca "Boğazlarım ağrıyor" diyen insanlara da sinir olduğumu belirtmek istiyorum. Boğazın o, bir tane.

Bu aralar bedava ıvır zıvırlara takmış durumdayım. Parasını ödeyebilecek durumda olduğum halde bir şeyleri bedavaya getirmekten çok büyük bir zevk alıyorum, beleşin tadı bir başka oluyor gerçekten.

Showfilmfirst diye bir site var, sinema/tiyatro/komedi vs. türü etkinliklere sınırlı sayıda bedava bilet veriyor. O kadar sınırlı ki, anında kapmak gerekiyor. Ve nedense bu etkinliklerin çoğu evime yürüme mesafesinde denk geliyor. Geçen hafta Old Vic'te Democracy diye bir tiyatro oyununa gittim. O sıkıcı ötesi oyuna 25 pound ödeyenlere acımama rağmen evde boş boş oturmaktan iyiydi. Oyun sonrası TGI Fridays'te bedava yemek yedim. Şu anda az önce aldığım altı kutu bedava Grolsch'tan birini içiyorum. Çarşamba akşamı yine evin dibinde biletleri 25 pound'a satılan Saturday Night Live konsept sinemasına bedava gittim. Waterloo tren istasyonunun altındaki tünelleri 70'ler New York sokaklarına çevirmişlerdi. Çöp tenekelerinin içinde yanan ateş üzerinde marshmallow kızartan, New York aksanıyla hot dog satan tipler vardı. Mekanın barı o geceye özel The Pussy Lounge adında bir striptiz kulübüydü, ayaküstü striptiz de izlemiş oldum. Kesinlikle evde nette takılmaya tercih edeceğim bir akşamdı.


Paramı ise tahmin edebileceğiniz gibi çanta ve türevi gereksiz şeylere harcıyorum. Beşinci Balenciaga çantam gelecek yarın. Aynı modelde (Day) üçüncü çantam oldu bu. Hadi bakalım.

Tuesday, 10 July 2012

there's something in your eyes

Cumartesi sabahı 9'da kendimi yataktan sürükleyerek çıkardıktan sonra Pride yürüyüşünün başlayacağı Baker Street'e doğru yol aldım. Üzerinde "Throw me to the lesbians" yazan t-shirt'üm, dünyanın en büyük lezbiyeni Justin Bieber'ı anmak için takmış olduğum Bieber Fever rozetim ve sabahın o saatinde fena halde göze batan simlerle dolu mavi göz makyajımla turistlerin meraklı bakışları altında metroya bindim, yürüyüş alanına ulaştım. Hayal bile edemeyeceğim kadar büyük bir kalabalıktı, yürüyüş için toplanan grubun başı ve sonu arasında kilometreler vardı. Belediyenin yürüyüşe verdiği bütçeyi kesmesi ve daha az insan gelsin diye başlangıç saatini iki saat öne alması anlaşılan tam bir ters tepkiye yol açmıştı: Yıllardır görülmemiş, rekor boyutta bir kalabalık.

10 bin kişi beklendiği halde yürüyüşe en az 25 bin kişinin katılması nedeniyle geçit geç başladı. Gökkuşağı renklerine ayrılmış grubun başı 11.30 gibi yürümeye başladı, benim de içinde bulunduğum ve sonlara doğru olan mavi bölüm hareket etmeye başladığında saat 12.30 falandı. Önümüzde Lady Gaga çalan bir senfoni orkestrası, arkamızda çek çekli bir bavula monte edilmiş bir iPod ve anfi eşliğinde 3 kilometre yürüdük. İki buçuk saat süren yürüyüş öyle coşku doluydu ki, içimi ancak "Kafam güzel" lafıyla özetleyebildiğim acayip bir yükselme hali kapladı. Kilometreler boyunca iki tarafımızda sıralanmış ve geçerken bizleri alkışlayan, çığlıklar atan, "Süpersiniz" yapan insanlar;o insanların vücutlarındaki her boş noktaya LGBT hakları sloganlı çıkartmalar yapıştırarak yürüyenler; yüzlerce çıkartmayla kaplanmış ve kendilerini o coşkuya kaptırdıkları yüzlerinden okunan polisler; yürüyüşe katılan pek çok ünlü isim; inanılmaz bir deneyimdi. Birlikte yürüdüğüm insanlara sanki kimsenin bilmediği bir sırrı paylaşıyormuşuz gibi yakın hissettim.

Favorilerim Amnesty International'ın "Love is a human right" pankartları, Google'ın "Legalise love" çıkartmaları ve rastgele birinde gördüğüm, Londra Belediye Başkanı Boris Johnson'a "Boris you suck, but do you swallow" diyen pankarttı.

Yürüyüş sonrası Trafalgar Square'de toplanan kalabalık arasında Stephen Fry, Gok Wan, Boy George ve Syd Blakovich gözüme çarptı. Ve hatta Syd B ile bildiğiniz çarpıştık, birlikte fotoğraf çekilmek istedim ama cesaret edemedim.

Arkadaşlarımla yemek yiyip ayaklarıma kara sular inmiş bir biçimde eve geldiğimde saat 18.30'du. İki saat sonra D'den diğer kız arkadaşıyla sabahtan beri tartıştıkları, birlikte yaşadıkları evden taşınmaya karar verdiği ve arkadaşlarıyla Soho'ya içmeye gittiği şeklinde bir mesaj geldi. Tüm yorgunluğuma rağmen kalkıp tekrar Soho'ya gittim. Arkadaşlarıyla tanıştım, birer içki içtikten sonra gruptakilerden birinin evine gitme muhabbeti başladı. Ev bana çok uzak olduğundan gitmek istemedim, ama sonunda beni ikna ettiler. Bir taksiye atlayıp kadınlardan birinin evine gittik, bütün akşam içtik, muhabbet süperdi. Çook uzun zamandır o kadar eğlenceli bir gruba denk gelmemiştim. Daha sonra evine gittiğimiz kadın gitarını alıp şarkı söylemeye başladı. Sıradan bir şeyler bekliyordum, melek gibi sesini duyunca çok şaşırdım. Kadının zamanında İngiltere garage listelerini silip süpüren şu şarkıyı söyleyen insan olduğu ortaya çıktı:



Sonunda taksi çağırıp eve geldiğimizde saat sabaha karşı 4'e geliyordu. Mükemmel bir haftasonuydu.

Pride fotoğrafları

Biliyorum çok fazla fotoğraf var, ama 10 dakikanız varsa bakmanızı tavsiye ederim. Çok güzel olanlar var.