Dün tıkış tıkış bir koltukta neredeyse dört saatlik bir uçuş deneyimi yaşayıp geceyarısı Londra'ya indim. Saniyesi saniyesine son treni yakaladıktan ve tanrının unuttuğu bir istasyonda gece gece ikinci bir tren bekledikten sonra eve geldiğimde saat 1.30'a geliyordu. Uyumadan önce bir gelen mektuplara bakayım dedim. BBC Hackney Weekend biletim ve eBay'den aldığım bir şeyin yokluğumda geldiğini belirten kartın arasında adresin el yazısıyla yazıldığı, hiçbir posta damgası ya da pul taşımayan bir zarf duruyordu. Merakla açtım, içinden bir tanecik sevgilimin yüzlerce "Seni seviyorum"la doldurduğu, beni çok özlediğini söyleyen bir "Eve hoşgeldin" mektubu çıktı. Yine ailemi ve evimi geride bırakmanın ve yol yorgunluğunun yol açtığı dandik, aksi ruh halimin yerini anında deliler gibi aşık, mutlu bir his aldı. Benim için kimse böyle bir şey yapmamıştı, nasıl mutlu ve şanslı hissettim, anlatamam.
Norveç'te Brusand'dan otele dönerken trende yıllardır dinlemediğim Lamb-Gorecki'yi dinlemiştim. Buz gibi soğuk bir günde hiç bilmediğim bir ülkede tek başıma kalkıp trenle uzak bir sahil kasabasına gitmenin, kilometrelerce yürüyüp bomboş ve görkemli kumsala ulaşmanın, saatlerce tek bir insana bile rastlamamanın verdiği yalnız ve romantik bir ruh hali içindeydim. O şarkıyı dinlerken ilk keşfettiğimde hissetmediğim bir özdeşleşme hissettim sözleriyle. O an, hayatımda bana nasıl hissettirdiğini hiç unutmayacağım anlardan biri olarak yerini aldı.