Friday, 9 November 2007

crashing the party with Lo-Fi-FNK

Çok fazla mutluyum bugün. O kadar heyecanlıyım ki midem sıkışıyor, yerimde duramıyorum, böyle bir acayip oldum. 7 saat sonra konser.

Boylife. Being young for too long. Citylife.
"So come on boy, just take us home to the city, that's where we belong."
Seriously. It's Lo-Fi-FNK you guyss!!!!!!!

Thursday, 8 November 2007

i dig music

The only true currency in this bankrupt world is what you share with someone else when you're uncool.

It's the only thing that counts. Why live if you're never gonna make a difference in anyone's life?

Wednesday, 7 November 2007

computer camp love

Computer camp love. Computer heat love. Online romance. Falling for someone's words and thoughts. Is it for real? Hell yes, it's way more hardcore than the real-life version.

-i ran into her on computer camp, was 1984, not sure. i had my commodore 64, had to score.
-not with a dirty tramp
-she’s not a tramp, her name is judy.
-that’s a nice name.
-yeah she’s a nice girl.
-tell me more, was it love at first sight?
-that’s right, this was god giving grace with a face you could praise.
-tell me more, did you put up a fight?
-i don't think so..

Sunday, 4 November 2007

uyku-uyanıklık arası düşünceler 3

24 Ocak 2003. Alsancak. Kıbrıs Şehitleri. 1448 Sokak. Merdivenler. Karanlık. Kış. 3 şişe. Köpeköldüren. 4 kişi. L&M. 3 kişi daha. Kavga. Korku. Tekrar 4 kişi. Minoset. Daha fazla köpeköldüren. Taksi. Yanındayım. Karamel. Polo Sport kokusu. Fuar. 26 Ağustos Kapısı. Konser. Tek başıma. Bekliyorum.

Ruh eşim geldi sonra. İçerdeyken onunla karşılıklı oturup yerde, alınlarımızı birbirimizinkine dayamıştık. Dakikalarca durmuştuk birbirimizin ensesini, saçlarını okşayarak. Birkaç saat sonra, dışardaydım. Herkes gitmişti. Ağlıyordum. Ruh eşim geldi sonra. "Neden ağlıyorsun?" dedi. "Herkes gitti, tek başıma kaldım onun için" dedim. "Ama saat gece 1 oldu, gitmek zorundaydılar İpekçim" dedi bana. Ayağa kalktı, elini uzattı, tuttum. Yürüdük bir süre. Arka Sokak'ın ordaki merdivenlerin önünde durduk. Siyah saçlı bir kız ve kumral bir çocuk oturuyorlardı. Çocuk kızın ağzından bir poşet toz Nescafe ikisi bir arada döküp ona bir şişe su uzattı. Kız suyu içti, Nescafelerin bir kısmı üstüne döküldü. Ağlamış gibiydi. Pişmanlıkla ve sahip olamamışlıkla baktı çocuğun yüzüne. Çocuk o bakışları hiç görmedi. Yıllar sonra o an, ikisinin de geri dönebilmeyi deli gibi dileyecekleri anlardan biri olacaktı.

Ruh eşime döndüm. Pişmanlıkla ve sahip olamamışlıkla baktım yüzüne. "Onlara söylememiz lazım" dedim, "Söylemezsek hiç bir zaman bilemeyecekler". "Hadi İpekçim" dedi ruh eşim, "evine bırakayım seni". İstemeden uzaklaştık. Kız ve çocuk hiç bilmediler.

come out upon my seas,
cursed missed opportunities

you are my home, where i wanted to go
and nothing else compares